English    Türkçe    فارسی   

6
2007-2056

  • Kiminle yattın, hangi tarafından kalktın da böyle deniz gibi coşup köpürmedesin?
  • با کی خفتی وز چه پهلو خاستی  ** که چنین پر جوش چون دریاستی 
  • Yahut da “Ben rabbime konuk olurum” hâdisini okudun, ateş denizinin ta içine atıldın.
  • یا ابیت عند ربی خواندی  ** در دل دریای آتش راندی 
  • Fakat “ey ateş, soğu” nârası, ey kendisine uyulan zat, senin canını korudu.
  • نعره‌ی یا نار کونی باردا  ** عصمت جان تو گشت ای مقتدا 
  • Ey hak Ziyası, din ve gönlün Husam’ı! Hiç güneş, balçıkla sıvanır mı? 2010
  • ای ضیاء الحق حسام دین و دل  ** کی توان اندود خورشیدی به گل 
  • Bu toprak parçaları, senin güneşini örtmek istediler ama,
  • قصد کردستند این گل‌پاره‌ها  ** که بپوشانند خورشید ترا 
  • Dağların gönlündeki lâ’l madenleri, sana delâlet etmede. Bağlar, bahçeler, senin gülümsemelerinle dopdolu.
  • در دل که لعلها دلال تست  ** باغها از خنده مالامال تست 
  • Senin erliğine mahrem olacak Rüstem nerede ki senin yüzlerce harmanından bir buğday tanesini söylemeye kalkayım.
  • محرم مردیت را کو رستمی  ** تا ز صد خرمن یکی جو گفتمی 
  • Senin sırrından bir ah etmek istersem ancak Ali gibi bir kuyuya gitmeli, kuyunun içine ah etmeliyim.
  • چون بخواهم کز سرت آهی کنم  ** چون علی سر را فرو چاهی کنم 
  • Kardeşlerin gönüllerinde kin olduğundan Yusuf’umun kuyu dibinde kalması daha iyi. 2015
  • چونک اخوان را دل کینه‌ورست  ** یوسفم را قعر چه اولیترست 
  • Sarhoş oldum, kendini ortaya atacağım artık. Kuyu nedir ki? Ben gidip ovanın ta ortasına çadır kuracağım.
  • مست گشتم خویش بر غوغا زنم  ** چه چه باشد خیمه بر صحرا زنم 
  • Ateşli şarabı ver avucuma da ondan sonra benim sarhoşça debdebemi, azametimi seyret.
  • بر کف من نه شراب آتشین  ** وانگه آن کر و فر مستانه بین 
  • O yoksul, defineyi elde edemedi ama söyle, beklesin. Çünkü biz, bu anda neşeye gark olduk.
  • منتظر گو باش بی گنج آن فقیر  ** زآنک ما غرقیم این دم در عصیر 
  • Ey yoksul, artık sen Allahya sığın. Ben gark oldum, benden yardım isteme!
  • از خدا خواه ای فقیر این دم پناه  ** از من غرقه شده یاری مخواه 
  • Artık o hikâyelerde işim yok benim. Ne kendimden haberim var, ne sakalımdan! 2020
  • که مرا پروای آن اسناد نیست  ** از خود و از ریش خویشم یاد نیست 
  • İçine bir kıl bile sığmayan şaraba gurur, izzeti nefis filân sığar mı hiç?
  • باد سبلت کی بگنجد و آب رو  ** در شرابی که نگنجد تار مو 
  • Sâki, büyük bir sağrak sun da şu zengini sakalından, bıyığından kurtar.
  • در ده ای ساقی یکی رطلی گران  ** خواجه را از ریش و سبلت وا رهان 
  • Gururundan bize bıyık buruyor, fakat bize hasedinden de sakalını yolup durmada.
  • نخوتش بر ما سبالی می‌زند  ** لیک ریش از رشک ما بر می‌کند 
  • Onun bütün riyalarını, düzenlerini biliyoruz. O mattır, mattır, mat.
  • مات او و مات او و مات او  ** که همی‌دانیم تزویرات او 
  • Pir, beş yüz yıl sonra, ondan ne doğacak? Kıldan kıla ve apaçık görür. 2025
  • از پس صد سال آنچ آید ازو  ** پیر می‌بیند معین مو به مو 
  • Halkın aynada gördüğünü, pir, pişmemiş kerpiçte görür.
  • اندر آیینه چه بیند مرد عام  ** که نبیند پیر اندر خشت خام 
  • Kaba sakallının evinde görmediği, köseye bir bir görünür.
  • آنچ لحیانی به خانه‌ی خود ندید  ** هست بر کوسه یکایک آن پدید 
  • Denize git, sen balık oğlusun. Neden çerçöp gibi sakalına düştün böyle?
  • رو به دریایی که ماهی‌زاده‌ای  ** هم‌چو خس در ریش چون افتاده‌ای 
  • Çerçöp değilsin sen, bu senden uzaktır. Sana inciler bile haset eder. Denizde, dalgalar arasında olman daha doğrudur.
  • خس نه‌ای دور از تو رشک گوهری  ** در میان موج و بحر اولیتری 
  • Deniz birdir. Eşi, ortağı yoktur. İncisi balığı da dalgasından başka bir şey değildir. 2030
  • بحر وحدانست جفت و زوج نیست  ** گوهر و ماهیش غیر موج نیست 
  • Ona eş, ortak olsun... Buna imkân yoktur. Böyle şey, o denizden, o denizin pak dalgasından uzaktır.
  • ای محال و ای محال اشراک او  ** دور از آن دریا و موج پاک او 
  • Denizde ikilik ve ıstırap yoktur. Fakat şaşıya ne söyleyeyim? Hiç, hiç!
  • نیست اندر بحر شرک و پیچ پیچ  ** لیک با احول چه گویم هیچ هیچ 
  • Ey şemen, şaşılara arkadaşız madem, müşrikçe konuşmak gerek.
  • چونک جفت احولانیم ای شمن  ** لازم آید مشرکانه دم زدن 
  • O birlik, vasıf ve hal bakımındandır. Fakat söz meydanına ancak ikilik gelebilir.
  • آن یکیی زان سوی وصفست و حال  ** جز دوی ناید به میدان مقال 
  • Ya şaşı gibi bu ikiliği iç, yahut ağzını yum, güzelce sus! 2035
  • یا چو احول این دوی را نوش کن  ** یا دهان بر دوز و خوش خاموش کن 
  • Yahut da nöbetle gâh sus, gâh söyle. Hâsılı şaşıca davul döv vesselâm.
  • یا به نوبت گه سکوت و گه کلام  ** احولانه طبل می‌زن والسلام 
  • Bir mahrem gördün mü can sırrını söyle. Gül gördün mü bülbüller gibi nâra at.
  • چون ببینی محرمی گو سر جان  ** گل ببینی نعره زن چون بلبلان 
  • Hileyle, geçici şeylerle dolu bir tulum görürsen dudağını kapat, kendini küp haline sok.
  • چون ببینی مشک پر مکر و مجاز  ** لب ببند و خویشتن را خنب ساز 
  • O, suyun düşmanıdır, onun önünde oynama. Yoksa bilgisizlik taşını atar, küpü kırar.
  • دشمن آبست پیش او مجنب  ** ورنه سنگ جهل او بشکست خنب 
  • 2040
  • با سیاستهای جاهل صبر کن  ** خوش مدارا کن به عقل من لدن 
  • Cahilin eziyetlerine sabretmek, ehil olanlara cilâdır. Nerede bir gönül varsa sabırla cilâlanır.
  • صبر با نااهل اهلان را جلاست  ** صبر صافی می‌کند هر جا دلیست 
  • Nemrut’un ateşi, İbrahim’e bir ayna temizliği verdi, aynayı cilalâr gibi onu da arıttı, cilâladı.
  • آتش نمرود ابراهیم را  ** صفوت آیینه آمد در جلا 
  • Nuh kavminin cefası ile Nuh’un sabrı, Nuh’a ruh cilâsı oldu.
  • جور کفر نوحیان و صبر نوح  ** نوح را شد صیقل مرآت روح 
  • Allah,sırrını kutlasın Şeyh Hasan-ı Harkani’ye ait hikâye
  • حکایت مرید شیخ حسن خرقانی قدس الله سره 
  • Bir derviş, Ebül-Huseyn-i Harkan’ın şöhretini duyup Talkan şehrinden yola çıkmıştı.
  • رفت درویشی ز شهر طالقان  ** بهر صیت بوالحسین خارقان 
  • Dağlar aştı, uzun ovalar geçti. Şeyh’i görmek için özü doğru olarak, Allahya yalvarıp yakararak bunca yol aldı. 2045
  • کوهها ببرید و وادی دراز  ** بهر دید شیخ با صدق و نیاز 
  • Yolda gördüğü cefalar, çektiği eziyetler, anlatılmaya değer ama ben kısa kesiyorum.
  • آنچ در ره دید از رنج و ستم  ** گرچه در خوردست کوته می‌کنم 
  • O genç, yolu bitirip maksadına ulaştı. O padişahın evini sordu.
  • چون به مقصد آمد از ره آن جوان  ** خانه‌ی آن شاه را جست او نشان 
  • Öğrenip kapısına geldi, yüzlerce saygıyla kapı halkasını vurdu. Şeyhin karısı, kapıdan başını çıkardı.
  • چون به صد حرمت بزد حلقه‌ی درش  ** زن برون کرد از در خانه سرش 
  • Ey kerem sahibi, ne istiyorsun? dedi. Derviş, ziyaret için geldim deyince.
  • که چه می‌خواهی بگو ای ذوالکرم  ** ژگفت بر قصد زیارت آمدم 
  • Kadın kahkahayla gülüp dedi ki: Sakalına bak yahu. Hele şu yolculuğa, şu uğradığın derde bak. 2050
  • خنده‌ای زد زن که خه‌خه ریش بین  ** این سفرگیری و این تشویش بین 
  • Yerinde, yurdunda işin yok muydu da beyhude yere yollara düştün?
  • خود ترا کاری نبود آن جایگاه  ** که به بیهوده کنی این عزم راه 
  • Bir ahmağı görmek hevesine mi düştün, yoksa yurdundan mı usandın?
  • اشتهای گول‌گردی آمدت  ** یا ملولی وطن غالب شدت 
  • Yahut da şeytan sana bir boyunduruk urdu, vesveseler verdi, sana bu yolculuk kapısını açtı.
  • یا مگر دیوت دو شاخه بر نهاد  ** بر تو وسواس سفر را در گشاد 
  • Birçok kötü sözler söyledi, küfürlerde bulundu, dırıldandı durdu. Onların hepsini söyleyemem ben.
  • گفت نافرجام و فحش و دمدمه  ** من نتوانم باز گفتن آن همه 
  • Kadının sayısız gülümsemesinden, hikâyeler söylemesinden derviş, pek dertlendi, dertlere uğradı. 2055
  • از مثل وز ریش‌خند بی‌حساب  ** آن مرید افتاد از غم در نشیب 
  • Derviş’in Şeyh nerede,onu nerede arayalım diye sorması,Şeyh’in karısının da kötü kötü cevap vermesi
  • پرسیدن آن وارد از حرم شیخ کی شیخ کجاست کجا جوییم و جواب نافرجام گفتن حرم 
  • Dervişin gözlerinden yaşlar aktı, dedi ki: Bütün bunlarla beraber o adı tatlı padişah nerede? Söyle bana!
  • اشکش از دیده بجست و گفت او  ** با همه آن شاه شیرین‌نام کو