English    Türkçe    فارسی   

6
215-264

  • Arkamdaki bu mahfe, gâh ağır gelip beni bu yana çekmede, gâh öbür tarafa yanlayıp beni o yana sürüklemede. 215
  • این کژاوه گه شود این سو گران  ** آن کژاوه گه شود آن سو کشان 
  • Bu uygunsuz yükü sırtımdan al da iyi kişilerin bahçelerini göreyim.
  • بفکن از من حمل ناهموار را  ** تا ببینم روضه‌ی ابرار را 
  • Uyanık olarak değil de Ashabı Kehf gibi uykuda olarak cömertlik bahçesinde yayılayım.
  • هم‌چو آن اصحاب کهف از باغ جود  ** می‌چرم ایقاظ نی بل هم رقود 
  • Sağıma, soluma yatıp uyuyayım, fakat ancak top gibi ihtiyarsız olarak yuvarlanayım.
  • خفته باشم بر یمین یا بر یسار  ** برنگردم جز چو گو بی‌اختیار 
  • Ey din Allahsı, sağıma da dönersem senin döndürmenle döneyim, soluma da dönersem senin döndürmenle.
  • هم به تقلیب تو تا ذات الیمین  ** یا سوی ذات الشمال ای رب دین 
  • Yüz binlerce yıllardır havadaki zerreler gibi ihtiyarsızdım. 220
  • صد هزاران سال بودم در مطار  ** هم‌چو ذرات هوا بی‌اختیار 
  • O zamanı ve o hali unuttum ama uykuda bu âlemden göçüp gitmem, bana o âlemden bir armağan.
  • گر فراموشم شدست آن وقت و حال  ** یادگارم هست در خواب ارتحال 
  • Uyku zamanı bu dört unsur çarmıhından kurtulur, şu daracık yurttan can yaylasına sıçrar, çıkarım.
  • می‌رهم زین چارمیخ چارشاخ  ** می‌جهم در مسرح جان زین مناخ 
  • Uyku dadısından o geçmiş günlerin sütünü içerim ey bir şeye ihtiyacı olmayan ve herkes kendisine muhtaç olan Allah.
  • شیر آن ایام ماضیهای خود  ** می‌چشم از دایه‌ی خواب ای صمد 
  • Bütün âlem, kendi ihtiyarından, kendi varlığından sarhoşluk âlemine kaçmaktadır.
  • جمله عالم ز اختیار و هست خود  ** می‌گریزد در سر سرمست خود 
  • Bu suretle herkes, şarap, çalgı gibi şeylere düşer de kendi aklından bir an olsun kurtulmaya çalışır. 225
  • تا دمی از هوشیاری وا رهند  ** ننگ خمر و زمر بر خود می‌نهند 
  • Herkes bilir ki bu varlık tuzaktır. İnsanın kendi ihtiyarı ile bir şeyi düşünmesi, bir şeyi anması cehennemdir âdeta.
  • جمله دانسته کای این هستی فخ است  ** فکر و ذکر اختیاری دوزخ است 
  • Onun için herkes varlığından, kendiliğinden geçme âlemine, yahut sarhoşluğa kaçar, yahut da bir işe koyulup kendini unutur.
  • می‌گریزند از خودی در بیخودی  ** یا به مستی یا به شغل ای مهتدی 
  • Fakat yine bu âlemden kendini çeker, varlık âlemine gelirsin. Çünkü o kendini unutma âlemine Allah fermanı olmadan gitmiştik.
  • نفس را زان نیستی وا می‌کشی  ** زانک بی‌فرمان شد اندر بیهشی 
  • Ne cin, zaman kaydının hapsinden kurtulabilir, ne insan.
  • لیس للجن و لا للانس ان  ** ینفذوا من حبس اقطار الزمن 
  • Yüce göklere çıkmak, ancak doğru yolu bulma kuvvetiyle olabilir. 230
  • لا نفوذ الا بسلطان الهدی  ** من تجاویف السموات العلی 
  • İnsan, doğru yolu ancak Allah’dan çekinen kulun ruhunu, göklerden şeytanları kovan şahaplardan koruyan kuvvetle bulabilir.
  • لا هدی الا بسلطان یقی  ** من حراس الشهب روح المتقی 
  • Yok olmadıkça hiç kimseye ululuk tapısına varmaya yol yoktur.
  • هیچ کس را تا نگردد او فنا  ** نیست ره در بارگاه کبریا 
  • Göklere yücelme nedir? Şu yokluk. Âşıkların yolu da yokluktur, dini de.
  • چیست معراج فلک این نیستی  ** عاشقان را مذهب و دین نیستی 
  • Aşk yolunda yalvarma bakımından pöstekiyle çarık, Eyaz’a mihrap olmuştur.
  • پوستین و چارق آمد از نیاز  ** در طریق عشق محراب ایاز 
  • Gerçi onu padişah severdi.. İçi de güzeldi, dışı da. 235
  • گرچه او خود شاه را محبوب بود  ** ظاهر و باطن لطیف و خوب بود 
  • Fakat kendisi de kibirsiz riyasız, kinsiz bir hale gelmişti. Yüzü, padişahın güzelliğine bir anda kesilmişti.
  • گشته بی‌کبر و ریا و کینه‌ای  ** حسن سلطان را رخش آیینه‌ای 
  • Varlığından uzaklaştığı için işinin sonu da Mahmut oldu.
  • چونک از هستی خود او دور شد  ** منتهای کار او محمود بد 
  • Eyaz, kibir korkusundan çekinirdi de onun için temkini, pek kuvvetli bir hale gelmişti.
  • زان قوی‌تر بود تمکین ایاز  ** که ز خوف کبر کردی احتراز 
  • O tertemiz bir hale gelmişti. Kibrin, nefsin boynunu vurmuştu.
  • او مهذب گشته بود و آمده  ** کبر را و نفس را گردن زده 
  • Ya o düzenleri halka bir şey öğretmek için yapıyor, yahut korkudan uzak bir hikmet yüzünden böyle bir harekette bulunuyordu. 240
  • یا پی تعلیم می‌کرد آن حیل  ** یا برای حکمتی دور از وجل 
  • Yahut varlık, yokluk rüzgârları ile esip gelen bir bağ olduğundan her gün çarığını görmeyi istiyor,
  • یا که دید چارقش زان شد پسند  ** کز نسیم نیستی هستیست بند 
  • Bu suretle de yokluk definesinin üstüne kurulan yapının kapısını açmak, o zevk yaşayışının yelini bulmak diliyordu.
  • تا گشاید دخمه کان بر نیستیست  ** تا بیاید آن نسیم عیش و زیست 
  • Bu kaynağın malı, mülkü, atlası, çabuk yürüyüp giden cana bir zincirdir.
  • ملک و مال و اطلس این مرحله  ** هست بر جان سبک‌رو سلسله 
  • Buna kapılan, şu altın zinciri gördü de kapıldı, ruhu bir delik içinde kaldı, ovalara çıkamadı.
  • سلسله‌ی زرین بدید و غره گشت  ** ماند در سوراخ چاهی جان ز دشت 
  • Görünüşü cennet ama hakikatte bir cehennem. Üstü güllü nakışlarla bezenmiş bir zehirli yılan. 245
  • صورتش جنت به معنی دوزخی  ** افعیی پر زهر و نقشش گل رخی 
  • İnanan kişiye cehennem zarar vermez ama oradan geçmemek daha iyidir ya.
  • گرچه مؤمن را سقر ندهد ضرر  ** لیک هم بهتر بود زانجا گذر 
  • Cehennem ona bir zeval vermez. Vermez ama herhalde cennet, onun için daha hoştur ya.
  • گرچه دوزخ دور دارد زو نکال  ** لیک جنت به ورا فی کل حال 
  • Ey noksan kişiler, şu gül yüzlülerden sakının. Onlarla konuşmaya kalktınız, düşüp kalkmaya başladınız mı anlarsınız ki onlar cehennemdir.
  • الحذر ای ناقصان زین گلرخی  ** که بگاه صحبت آمد دوزخی 
  • Bir Hintli köle, efendisinin kızına gizlice âşık olmuştu . Kızı, bir ulu adamın oğluna verdiler. Köle haber alınca hastalandı, yanıp yakılmaya başladı.Ne doktor,derdini anlıyordu,ne de onda söylemeye kudret vardı.
  • حکایت غلام هندو کی به خداوندزاده‌ی خود پنهان هوای آورده بود چون دختر را با مهتر زاده‌ای عقد کردند غلام خبر یافت رنجور شد و می‌گداخت و هیچ طبیب علت او را در نمی‌یافت و او را زهره‌ی گفتن نه 
  • Zengin bir adamın Hintli bir kölesi vardı. Onu beslemiş, büyütmüş, Âdeta ölüyken diriltmişti.
  • خواجه‌ای را بود هندو بنده‌ای  ** پروریده کرده او را زنده‌ای 
  • Bilgi ve edep belletmiş, gönlünde hüner ışığını yakmıştı. 250
  • علم و آدابش تمام آموخته  ** در دلش شمع هنر افروخته 
  • Çocukluğundan beri nazla yetiştirilmiş, o iyilikçi adam, onu lütuf kucağında büyütmüştü.
  • پروریدش از طفولیت به ناز  ** در کنار لطف آن اکرام‌ساز 
  • Bu zengin adamında güzel, gümüş bedenli, yaradılışı ahlâkı hoş bir kızı vardı.
  • بود هم این خواجه را خوش دختری  ** سیم‌اندامی گشی خوش‌گوهری 
  • Kız, evlenme çağına girince kızı isteyenler, ona ağır nikâh parası vermeye başladılar.
  • چون مراهق گشت دختر طالبان  ** بذل می‌کردند کابین گران 
  • Her ulu adamdan kız istemeye bir görücü geliyordu.
  • می‌رسیدش از سوی هر مهتری  ** بهر دختر دم به دم خوزه‌گری 
  • Adam, malın sebatı yoktur, gece gelir, gündüz dağılıverir. 255
  • گفت خواجه مال را نبود ثبات  ** روز آید شب رود اندر جهات 
  • Güzelliğin de değeri yoktur. Bir diken yarası ile renk solup sararıverir.
  • حسن صورت هم ندارد اعتبار  ** که شود رخ زرد از یک زخم خار 
  • Büyük bir adamın oğlu olmak da bir şey değil. Bu çeşit gençler mala mülke gururlanır.
  • سهل باشد نیز مهترزادگی  ** که بود غره به مال و بارگی 
  • Nice büyük adamların oğulları vardır ki kötülükte bulunur, yaptığı kötü iş yüzünden babasına bir âr olur.
  • ای بسا مهتربچه کز شور و شر  ** شد ز فعل زشت خود ننگ پدر 
  • Hünerli, bilgili kişi iyidir ama İblisten ibret al, ona da az tap.
  • پر هنر را نیز اگر باشد نفیس  ** کم پرست و عبرتی گیر از بلیس 
  • Onun da bilgisi vardı ama din aşkı yoktu, bu yüzden Âdem’in yalnız topraktan yaratılan suretini gördü. 260
  • علم بودش چون نبودش عشق دین  ** او ندید از آدم الا نقش طین 
  • Ey emin kişi, bilgide ne kadar ileri gidersen git onunla gaybı gören gözün açılmaz ki!
  • گرچه دانی دقت علم ای امین  ** زانت نگشاید دو دیده‌ی غیب‌بین 
  • Can gözü açık olmayan, sakaldan, sarıktan başka bir şey görmez, adamın ileri, yahut geri oluşunu, onu tarif edenden sorup öğrenir.
  • او نبیند غیر دستاری و ریش  ** از معرف پرسد از بیش و کمیش 
  • Ey ârif, sen, birsini anlamak için onu bilen, söyleyip tarif eden kişiye müracaat etmezsin. Çünkü sen, doğmuş, parıl, parıl parlamakta olan bir nursun.
  • عارفا تو از معرف فارغی  ** خود همی‌بینی که نور بازغی 
  • Senin takvan, dinin var, iyi işler işlersin, öyle ki âlem onlarla düzelir, kurtuluşa erer.
  • کار تقوی دارد و دین و صلاح  ** که ازو باشد بدو عالم فلاح