English    Türkçe    فارسی   

6
2234-2283

  • Kur’an’dan “Namaza kalksalar da üşenerek kalkarlar” âyetini okusana. Dal kökünden meme emmiyor ki.
  • پس بخوان قاموا کسالی از نبی  ** چون نیابد شاخ از بیخش طبی 
  • Bu alamet, taş gibidir. Kısa keseyim de yoksulu, definesini onun hallerini söyleyeyim. 2235
  • آتشین است این نشان کوته کنم  ** بر فقیر و گنج و احوالش زنم 
  • Her fidanı yakan ateşi gördün ya. Hayali yakan can ateşini de seyret.
  • آتشی دیدی که سوزد هر نهال  ** آتش جان بین کزو سوزد خیال 
  • Candan böyle bir ateş yalımlandı mı ne hayale aman vardır ne hakikate.
  • نه خیال و نه حقیقت را امان  ** زین چنین آتش که شعله زد ز جان 
  • O, her aslanın, her tilkinin düşmanıdır. “her şey helâk olur, ancak onun hakikati bâkidir.”
  • خصم هر شیر آمد و هر روبه او  ** کل شیء هالک الا وجهه 
  • Onun hakikatine var, varlığından geç. “Bismi” deki elif gibi kelimede kaybol.
  • در وجوه وجه او رو خرج شو  ** چون الف در بسم در رو درج شو 
  • O elif, Bismi’de gizlenmiştir. O, hem Bismi’de vardır, hem yoktur. 2240
  • آن الف در بسم پنهان کرد ایست  ** هست او در بسم و هم در بسم نیست 
  • Böyle ulanmak için hazfedildi mi kelimede yok olur.
  • هم‌چنین جمله‌ی حروف گشته مات  ** وقت حذف حرف از بهر صلات 
  • O, ulanma içindir, be harfiyle sin harfi, onunla birbirine ulanmıştır. Fakat be harfiyle sin harfinin ulanması, elifin bulanmasına razı olmaz.
  • از صله‌ست و بی و سین زو وصل یافت  ** وصل بی و سین الف را بر نتافت 
  • Bu ulanmada, bu buluşmada bir harf bile sığmazsa artık sözü kısa kesmem lâzım benim.
  • چونک حرفی برنتابد این وصال  ** واجب آید که کنم کوته مقال 
  • Bir harf bile sin’le be’yi ayırıyor. Burada susmak, en lüzumlu bir şey.
  • چون یکی حرفی فراق سین و بیست  ** خامشی اینجا مهمتر واجبیست 
  • Elif, varlığından yok olmuştur ama o harfi olmaksızın da be’yle sin, elifi söyler durur. 2245
  • چون الف از خود فنا شد مکتنف  ** بی و سین بی او همی‌گویند الف 
  • “Sen atmadın attığın vakit, o attı” âyeti Peygamberin varlığı olmadan inmiştir. Peygamber de kendi varlığından geçmiş, susmuş, Tanrı diliyle söylemeye koyulmuştur da ondan sonra “Allah dedi” demiştir.
  • ما رمیت اذ رمیت بی ویست  ** هم‌چنین قال الله از صمتش بجست 
  • İlâç, ilâç olarak kaldıkça tesirsizdir. Fakat içildi, yendi de varlığından geçti mi tesir eder.
  • تا بود دارو ندارد او عمل  ** چونک شد فانی کند دفع علل 
  • Ormanlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa yine Mesnevi’nin biteceğini umma.
  • گر شود بیشه قلم دریا مداد  ** مثنوی را نیست پایانی امید 
  • Toprak oldukça ve kerpiç dökücü, toprağı karıp dört sopadan meydana gelen kalıba döktükçe bu kitabın şiiri de uzar gider.
  • چارچوب خشت‌زن تا خاک هست  ** می‌دهد تقطیع شعرش نیز دست 
  • Hatt3a toprak kalmasa, yapılan kerpiç kurusa yine onun denizi coşar, köpürür... Köpüklerden toprak düzer. 2250
  • چون نماند خاک و بودش جف کند  ** خاک سازد بحر او چون کف کند 
  • Orman kalmasa, ağaçlar tükense ormanlık, bu sefer denizin içinden biter, baş gösterir.
  • چون نماند بیشه و سر در کشد  ** بیشه‌ها از عین دریا سر کشد 
  • Onun için sıkıntıları gideren o zat, “Bizim denizimizden zuhur eden sözleri rivayet edin. Bu hususta size bir teklif yoktur” dedi.
  • بهر این گفت آن خداوند فرج  ** حدثوا عن بحرنا اذ لا حرج 
  • Denizden dön, yüzünü karaya ko. Oyundan oyuncaktan bahset, çocuğa bu daha iyi!
  • باز گرد از بحر و رو در خشک نه  ** هم ز لعبت گو که کودک‌راست به 
  • Çocukluğunda oyunla oynarsa da yavaş yavaş akıl denizine âşina olur, o denize dalar, yüzer.
  • تا ز لعبت اندک اندک در صبا  ** جانش گردد با یم عقل آشنا 
  • Çocuk, oyunla akıllanır, oynaya oynaya aklı başına gelir onun. Oyun, görünüşte akla uymaz ama iş böyledir işte: 2255
  • عقل از آن بازی همی‌یابد صبی  ** گرچه با عقلست در ظاهر ابی 
  • Deli çocuk, oyun oynar mı? Cüzü lâzım ki külle dönsün.
  • کودک دیوانه بازی کی کند  ** جزو باید تا که کل را فی کند 
  • Kubbe ve define hikâyesi
  • رجوع کردن به قصه‌ی قبه و گنج 
  • İşte o yoksulun hayali, riyasız olarak gel, gel demekle beni âciz bıraktı.
  • نک خیال آن فقیرم بی‌ریا  ** عاجز آورد از بیا و از بیا 
  • Onun sesini sen duymazsın ama ben duyarım. Çünkü gizlilik âleminde onun sırdaşıyım ben.
  • بانگ او تو نشنوی من بشنوم  ** زانک در اسرار همراز ویم 
  • Onu define arıyor sanma. Define kendisi. Dost, mânada dosttan başka bir şey olabilir mi?
  • طالب گنجش مبین خود گنج اوست  ** دوست کی باشد به معنی غیر دوست 
  • Her lâhza o, kendisine secde etmede. Yüzünü görmek için önüne bir ayna koymuş secde ediyor. 2260
  • سجده خود را می‌کند هر لحظه او  ** سجده پیش آینه‌ست از بهر رو 
  • Aynada hakikati bir habbecik görseydi ondan bir hayalden başka bir şey kalmazdı.
  • گر بدیدی ز آینه او یک پشیز  ** بی‌خیالی زو نماندی هیچ چیز 
  • Hayalleri de yok olurdu, kendisi de. Bilgisi, bilgisizlikte mahvolmak olurdu.
  • هم خیالاتش هم او فانی شدی  ** دانش او محو نادانی شدی 
  • Bizim bilgisizliğimizden başka bir bilgi, şüphe yok ki benim diye apaçık baş gösterirdi.
  • دانشی دیگر ز نادانی ما  ** سر برآوردی عیان که انی انا 
  • Âdem’e secde edin diye ses gelip durmada. Âdem’seniz bir an olsun kendinizi görün!
  • اسجدوا لادم ندا آمد همی  ** که آدمید و خویش بینیدش دمی 
  • Bu ses, meleklerin gözünden şaşılığı giderdi de yeryüzü, onlarca lâcivert gökyüzünün aynı oldu. 2265
  • احولی از چشم ایشان دور کرد  ** تا زمین شد عین چرخ لاژورد 
  • Tanrı’dan başka tapacak yoktur dedi, tapacak yalnız Tanrı’dır demekle ondan başka varlık yoktur demiş oldu ve birlik açıldı.
  • لا اله گفت و الا الله گفت  ** گشت لا الا الله و وحدت شکفت 
  • O dostun, o doğru yolu bulmuş sevgilinin kulağımızı çekmesi zamanı geldi.
  • آن حبیب و آن خلیل با رشد  ** وقت آن آمد که گوش ما کشد 
  • Kulağımızı tutup çeşmeye götürerek ağzını burada, bu suyla yıka, halktan gizlediğin şeyleri söyleme demesinin tam vakti.
  • سوی چشمه که دهان زینها بشو  ** آنچ پوشیدیم از خلقان مگو 
  • Fakat söylesen de o meydana çıkmaz ki. Yalnız sen açmayı kastetmekle suçlu olursun, o kadar.
  • ور بگویی خود نگردد آشکار  ** تو به قصد کشف گردی جرم‌دار 
  • Fakat ben, onların etrafında dönüp duruyorum işte. Bunu söyleyen de benim dinleyen de. 2270
  • لیک من اینک بریشان می‌تنم  ** قایل این سامع این هم منم 
  • Yoksulun ve definenin suretini söyle. Bunlar, eziyet çekenlerdir, o eziyeti anlat bakalım!
  • صورت درویش و نقش گنج گو  ** رنج کیش‌اند این گروه از رنج گو 
  • Rahmet çeşmesi, onlara haram oldu. Öldürücü zehri kadeh kadeh içiyorlar.
  • چشمه‌ی راحت بریشان شد حرام  ** می‌خورند از زهر قاتل جام‌جام 
  • Eteklerine toprak doldurmuşlar, şu kaynakları doldurmaya geliyorlar.
  • خاکها پر کرده دامن می‌کشند  ** تا کنند این چشمه‌ها را خشک‌بند 
  • Denizden yardım gören bu kaynak, şu iyi kötü bir avuç toprağın çalışıp çabalaması ile dolar mı hiç?
  • کی شود این چشمه‌ی دریامدد  ** مکتنس زین مشت خاک نیک و بد 
  • Fakat sizi bıraktım, size karşı kurudum, ebediyen de akmayacağım der… 2275
  • لیک گوید با شما من بسته‌ام  ** بی‌شما من تا ابد پیوسته‌ام 
  • Halk, iştah bakımından ters tabiatlıdır. Öyleleri vardır ki suyu bırakır, içmez de toprak yer.
  • قوم معکوس‌اند اندر مشتها  ** خاک‌خوار و آب را کرده رها 
  • Halk peygamberlerin tabiatlarına zıttır, tutar ejderhaya dayanır.
  • ضد طبع انبیا دارند خلق  ** اژدها را متکا دارند خلق 
  • Tanrı’nın göze mühür vurmasını, gözü kapatmasını bildin, fakat neden göz yumdun, bunu da bildin mi?
  • چشم‌بند ختم چون دانسته‌ای  ** هیچ دانی از چه دیده بسته‌ای 
  • Gözünü yumdun da onun yerine şu gözlerini neye açtın? Bir bir, bil ki kapadığın gözün yerine gelen kötü gözlerdir onlar.
  • بر چه بگشادی بدل این دیده‌ها  ** یک به یک بس البدل دان آن ترا 
  • Fakat inayet güneşi parlayıp doğmuş, ümidini kesenlere lûtfetmiştir. 2280
  • لیک خورشید عنایت تافته‌ست  ** آیسان را از کرم در یافته‌ست 
  • Rahmetiyle görülmemiş bir tavla oyununa girişir. Küfrün ta kendisini tövbe haline kor.
  • نرد بس نادر ز رحمت باخته  ** عین کفران را انابت ساخته 
  • O cömert Tanrı halkın bu bahtsızlığını görüp iki yüz tane sevgi çeşmesi akıtmıştır.
  • هم ازین بدبختی خلق آن جواد  ** منفجر کرده دو صد چشمه‌ی وداد 
  • O, koncaya dikenden sermaye verir, dikenden gonca bitirir. Yılan boynuzu ile yılanı süsler, bezer.
  • غنچه را از خار سرمایه دهد  ** مهره را از مار پیرایه دهد