English    Türkçe    فارسی   

6
2271-2320

  • Yoksulun ve definenin suretini söyle. Bunlar, eziyet çekenlerdir, o eziyeti anlat bakalım!
  • صورت درویش و نقش گنج گو  ** رنج کیش‌اند این گروه از رنج گو 
  • Rahmet çeşmesi, onlara haram oldu. Öldürücü zehri kadeh kadeh içiyorlar.
  • چشمه‌ی راحت بریشان شد حرام  ** می‌خورند از زهر قاتل جام‌جام 
  • Eteklerine toprak doldurmuşlar, şu kaynakları doldurmaya geliyorlar.
  • خاکها پر کرده دامن می‌کشند  ** تا کنند این چشمه‌ها را خشک‌بند 
  • Denizden yardım gören bu kaynak, şu iyi kötü bir avuç toprağın çalışıp çabalaması ile dolar mı hiç?
  • کی شود این چشمه‌ی دریامدد  ** مکتنس زین مشت خاک نیک و بد 
  • Fakat sizi bıraktım, size karşı kurudum, ebediyen de akmayacağım der… 2275
  • لیک گوید با شما من بسته‌ام  ** بی‌شما من تا ابد پیوسته‌ام 
  • Halk, iştah bakımından ters tabiatlıdır. Öyleleri vardır ki suyu bırakır, içmez de toprak yer.
  • قوم معکوس‌اند اندر مشتها  ** خاک‌خوار و آب را کرده رها 
  • Halk peygamberlerin tabiatlarına zıttır, tutar ejderhaya dayanır.
  • ضد طبع انبیا دارند خلق  ** اژدها را متکا دارند خلق 
  • Tanrı’nın göze mühür vurmasını, gözü kapatmasını bildin, fakat neden göz yumdun, bunu da bildin mi?
  • چشم‌بند ختم چون دانسته‌ای  ** هیچ دانی از چه دیده بسته‌ای 
  • Gözünü yumdun da onun yerine şu gözlerini neye açtın? Bir bir, bil ki kapadığın gözün yerine gelen kötü gözlerdir onlar.
  • بر چه بگشادی بدل این دیده‌ها  ** یک به یک بس البدل دان آن ترا 
  • Fakat inayet güneşi parlayıp doğmuş, ümidini kesenlere lûtfetmiştir. 2280
  • لیک خورشید عنایت تافته‌ست  ** آیسان را از کرم در یافته‌ست 
  • Rahmetiyle görülmemiş bir tavla oyununa girişir. Küfrün ta kendisini tövbe haline kor.
  • نرد بس نادر ز رحمت باخته  ** عین کفران را انابت ساخته 
  • O cömert Tanrı halkın bu bahtsızlığını görüp iki yüz tane sevgi çeşmesi akıtmıştır.
  • هم ازین بدبختی خلق آن جواد  ** منفجر کرده دو صد چشمه‌ی وداد 
  • O, koncaya dikenden sermaye verir, dikenden gonca bitirir. Yılan boynuzu ile yılanı süsler, bezer.
  • غنچه را از خار سرمایه دهد  ** مهره را از مار پیرایه دهد 
  • Gece karanlığından gündüzü çıkarır. Yoksulun elinden zenginlik izhar eder.
  • از سواد شب برون آرد نهار  ** وز کف معسر برویاند یسار 
  • Halil’e kumu un yapar, Davut’a dağı enis kılar. 2285
  • آرد سازد ریگ را بهر خلیل  ** کو با داود گردد هم رسیل 
  • O karanlık bulutların altındaki dağ, olanca vahşetiyle beraber ağız açar, zir ve bem perdelerinden çenk çalar.
  • کوه با وحشت در آن ابر ظلم  ** بر گشاید بانگ چنگ و زیر و بم 
  • Ey halktan nefret eden Davut, kalk. Onları terk ettin, yerine bizi dinle, beraber çalalım der.
  • خیز ای داود از خلقان نفیر  ** ترک آن کردی عوض از ما بگیر 
  • O define isteyen yoksulun bir çok araştırmadan sonra âciz kalıp ey her şeyi meydana çıkaran, sen bu gizli sırrı meydana çıkar diye ulu Tanrı’ya yalvarması
  • انابت آن طالب گنج به حق تعالی بعد از طلب بسیار و عجز و اضطرار کی ای ولی الاظهار تو کن این پنهان را آشکار 
  • O derviş dedi ki: Ey sırları bilen, bu define için ömrümü zây ettim.
  • گفت آن درویش ای دانای راز  ** از پی این گنج کردم یاوه‌تاز 
  • Hırs şeytanı, acele ettirdi, bana. Ne yavaşlığım kaldı, ne tedbirim, ne ihtiyatım.
  • دیو حرص و آز و مستعجل تگی  ** نی تانی جست و نی آهستگی 
  • Tencereden bir lokma bile yemedim. Yalnız avucum siyahlandı, ağzım yandı. 2290
  • من ز دیگی لقمه‌ای نندوختم  ** کف سیه کردم دهان را سوختم 
  • Bunu iyice bilmiyorum, bari bu düğümü bağlayana müracaat ederek çözeyim demedim.
  • خود نگفتم چون درین ناموقنم  ** زان گره‌زن این گره را حل کنم 
  • Tanrı’nın sözünü de Tanrı sözü ile tefsire kalkış. Kendine gel de zannına uyup hezeyan etme a pek yüzlü!
  • قول حق را هم ز حق تفسیر جو  ** هین مگو ژاژ از گمان ای سخت‌رو 
  • Düğümü kim bağladıysa o çözer. Bu nükteleri, bu sırları, yine söyleyen açar.
  • آن گره کو زد همو بگشایدش  ** مهره کو انداخت او بربایدش 
  • Sana o çeşit söz, kolay anlaşılır gibi gelir ama Tanrı remizleri kolay anlaşılır mı hiç?
  • گرچه آسانت نمود آن سان سخن  ** کی بود آسان رموز من لدن 
  • Adam yarabbi dedi, bu işten tövbe ettim. Kapıyı sen kapadın, yine sen aç! 2295
  • گفت یا رب توبه کردم زین شتاب  ** چون تو در بستی تو کن هم فتح باب 
  • Duada da bir hünerim yokmuş, yine başımı hırkaya çekiyor, sana yalvarıyorum.
  • بر سر خرقه شدن بار دگر  ** در دعا کردن بدم هم بی‌هنر 
  • Hüner nerede, ben neredeyim, doğru bir gönül nerede? Bunların hepside senin aksin, hepsi de sensin.
  • کو هنر کو من کجا دل مستوی  ** این همه عکس توست و خود توی 
  • Her gece rüyada bir tedbire girişmede, bir fikre düşmedeyim. Suda gark olan gemiye döndüm.
  • هر شبی تدبیر و فرهنگم به خواب  ** هم‌چو کشتی غرقه می‌گردد ز آب 
  • Ne ben kalıyorum, ne hünerim kalıyor. Beden de bir leş gibi bihaber olarak bir tarafa düşüyor.
  • خود نه من می‌مانم و نه آن هنر  ** تن چو مرداری فتاده بی‌خبر 
  • O yüce padişah, seher çağına kadar her gece “ Rabbiniz değil miyim?” diye sormada. “Evet” diye cevap vermede. 2300
  • تا سحر جمله شب آن شاه علی  ** خود همی‌گوید الستی و بلی 
  • Nerede “Evet, Rabbimizsin” diyen? Hepsini de uyku seli aldı götürdü. Yahut da bir timsah, hepsini paraladı, yedi.
  • کو بلی‌گو جمله را سیلاب برد  ** یا نهنگی خورد کل را کرد و مرد 
  • Sabah çağı, karanlıklar kınından parlak kılıcını çekip de,
  • صبح‌دم چون تیغ گوهردار خود  ** از نیام ظلمت شب بر کند 
  • Doğu güneşi, geceyi dürünce bu timsah da yediklerini kusar.
  • آفتاب شرق شب را طی کند  ** از نهنگ آن خورده‌ها را قی کند 
  • Yunus gibi o timsahın midesinden kurtulur, koku ve renk âlemine yayılırız.
  • رسته چون یونس ز معده‌ی آن نهنگ  ** منتشر گردیم اندر بو و رنگ 
  • Halk, Yunus gibi Tanrıyı tesbih etti, o karanlıklar âleminde o yüzden rahat kaldı. 2305
  • خلق چون یونس مسبح آمدند  ** کاندر آن ظلمات پر راحت شدند 
  • Her biri seher vakti, gece balığının karnından çıkınca der ki:
  • هر یکی گوید به هنگام سحر  ** چون ز بطن حوت شب آید به در 
  • Yarabbi, ey kerem sahibi, o korkunç geceye rahmet definesini gömmüş, ona bunca tat vermişsin.
  • کای کریمی که در آن لیل وحش  ** گنج رحمت بنهی و چندین چشش 
  • O üstü pul pul, yol yol olan ve bir timsaha benzeyen gece, gözlerimizi, kulaklarımızı kuvvetlendiriyor, bedenimiz rahatlaşıyor.
  • چشم تیز و گوش تازه تن سبک  ** از شب هم‌چون نهنگ ذوالحبک 
  • Bundan böyle senin gibi birisi, bizimle beraber olduktan sonra bize korkunç görünen şeylerden kaçmayız.
  • از مقامات وحش‌رو زین سپس  ** هیچ نگریزیم ما با چون تو کس 
  • Musa, onu ateş gördü ama nurdu. Biz geceyi bir zenci gibi gördük, halbuki o huridir. 2310
  • موسی آن را نار دید و نور بود  ** زنگیی دیدیم شب را حور بود 
  • Bundan böyle denizi, çerçöpün örtmemesi için senden bir göz isteyelim.
  • بعد ازین ما دیده خواهیم از تو بس  ** تا نپوشد بحر را خاشاک و خس 
  • Büyüklerin gözleri açıldı da ellerini çırpmaya, oynamaya başladılar. Ama bu elle, bu ayakla değil.
  • ساحران را چشم چون رست از عمی  ** کف‌زنان بودند بی‌این دست و پا 
  • Halkın gözünü, ancak sebepler bağlar. Sebepten korkup titreyen, eshaptan değildir.
  • چشم‌بند خلق جز اسباب نیست  ** هر که لرزد بر سبب ز اصحاب نیست 
  • Fakat bizim eshabımız; hakikat ehlidir. Tanrı, onlara kapı açmış, onları odanın baş köşesine geçirmiştir.
  • لیک حق اصحابنا اصحاب را  ** در گشاد و برد تا صدر سرا 
  • Tanrı eline nispetle müstahak olan da Tanrı azatlısıdır, bağdan kurtulmuştur, müstahak olmayan da. 2315
  • با کفش نامستحق و مستحق  ** معتقان رحمت‌اند از بند رق 
  • Yokluk âlemindeyken hak mı kazanmıştık da bu cana ulaştık, bu bilgiyi elde ettik?
  • در عدم ما مستحقان کی بدیم  ** که برین جان و برین دانش زدیم 
  • Ey her ağyarı yar eden, ey dikene gül libası ihsan eyleyen!
  • ای بکرده یار هر اغیار را  ** وی بداده خلعت گل خار را 
  • Toprağımızı ikinci defa olarak yine süz de hiçbir şey olmayanı yine bir şey haline getir!
  • خاک ما را ثانیا پالیز کن  ** هیچ نی را بار دیگر چیز کن 
  • Bu duayı da önce sen emrettin, yoksa bir toprak parçasında sana dua etmeye kudret mi olurdu?
  • این دعا تو امر کردی ز ابتدا  ** ورنه خاکی را چه زهره‌ی این بدی 
  • Ey hikmetine hayran olduğumun Tanrısı, mademki dua etmemizi emrettin, bu emrettiğin duayı sen kabul et. 2320
  • چون دعامان امر کردی ای عجاب  ** این دعای خویش را کن مستجاب