English    Türkçe    فارسی   

6
2485-2534

  • Nerede gökyüzünün acayip genişlikleri, nerede şu yerin köşeleri, bucakları? 2485
  • کو گشاد رقعه‌های آسمان  ** کو نهاد بقعه‌های خاکدان 
  • Müslümanın, arkadaşları olan Yahudi ve Hıristiyana gördüğü rüyayı söylemesi ve onların hayıflanmaları
  • جواب گفتن مسلمان آنچ دید به یارانش جهود و ترسا و حسرت خوردن ایشان 
  • Müslüman, bunu üzerine dedi ki: Dostlar, sultanım Mustafa zuhur etti.
  • پس مسلمان گفت ای یاران من  ** پیشم آمد مصطفی سلطان من 
  • Bana dedi ki: Onların birisi Tur’a gitti, Tanrı Kelim’ine arkadaş oldu, aşk tavlası oynamaya girişti.
  • پس مرا گفت آن یکی بر طور تاخت  ** با کلیم حق و نرد عشق باخت 
  • Öbürünü de sahip kıran İsa aldı, dördüncü kat göğe çıkardı.
  • وان دگر را عیسی صاحب‌قران  ** برد بر اوج چهارم آسمان 
  • Kalk a arda kalmış zarar görmüş adam! Bari o helva ile yahniyi sen ye.
  • خیز ای پس مانده‌ی دیده ضرر  ** باری آن حلوا و یخنی را بخور 
  • O hünerli, sanatlı kişiler, koştular; devlet ve mevki mektubunu okudular. 2490
  • آن هنرمندان پر فن راندند  ** نامه‌ی اقبال و منصب خواندند 
  • O iki faziletli er, lûtuf ve ihsanlar buldular, meleklere karıştılar.
  • آن دو فاضل فضل خود در یافتند  ** با ملایک از هنر در بافتند 
  • Ey arda kalmış sâf ve bön! Kalk, sıçra da helva kâsesinin başına otur!
  • ای سلیم گول واپس مانده هین  ** بر جه و بر کاسه‌ی حلوا نشین 
  • Bu sözü duyunca Hıristiyan’la Yahudi a haris dediler, yoksa helvayı yedin mi?
  • پس بگفتندش که آنگه تو حریص  ** ای عجیب خوردی ز حلوا و خبیص 
  • Müslüman, “O emrine itaat edilen padişah, emredince ben kimim ki buyruğuna uymayayım?
  • گفت چون فرمود آن شاه مطاع  ** من کی بودم تا کنم زان امتناع 
  • Sen Yahudi’sin Musa’nın emrinden baş çekebilir misin? Seni iyi ve kötü bir şeye koşsa emrinden nasıl olur da dışarı çıkabilirsin? 2495
  • تو جهود از امر موسی سر کشی  ** گر بخواند در خوشی یا ناخوشی 
  • Sen de Mesih’e tâbisin, hayır veya şer, herhangi bir işte Mesih’in emrine karşı durabilir misin?
  • تو مسیحی هیچ از امر مسیح  ** سر توانی تافت در خیر و قبیح 
  • E... Artık ben nasıl olur da peygamberlerin övündüğü Peygamberimin emrinden dışarı çıkabilirim? Helvayı yedim tabiî, şimdi de sarhoşum işte!” dedi.
  • من ز فخر انبیا سر چون کشم  ** خورده‌ام حلوا و این دم سرخوشم 
  • Bunun üzerine vallahi dediler, rüya, senin rüyan. Bu gördüğün rüya, bizim yüzlerce rüyamızdan üstün.
  • پس بگفتندش که والله خواب راست  ** تو بدیدی وین به از صد خواب ماست 
  • Ey neşeli zat, senin uykun, uyanıklık. Rüyanın eserini uyanıklıkla bile görüyorsun.
  • خواب تو بیداریست ای بو بطر  ** که به بیداری عیانستش اثر 
  • Sen de faziletten, yiğitlikten, hünerden geç, iş hizmette ve güzel huydadır. 2500
  • در گذر از فضل و از جهدی و فن  ** کار خدمت دارد و خلق حسن 
  • Tanrı, bizi bunun için meydana getirdi. “İnsanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım, cinleri de” dedi.
  • بهر این آوردمان یزدان برون  ** ما خلقت الانس الا یعبدون 
  • Samiri’nin hüneri, neyini fazlalaştırdı ki? O hüner kendisini Tanrı kapısından sürdürdü.
  • سامری را آن هنر چه سود کرد  ** کان فن از باب اللهش مردود کرد 
  • Kaarun’un başına kimya bilgisinden neler geldi? Seyret de bak. Yer, onu ta dibine kadar çekti.
  • چه کشید از کیمیا قارون ببین  ** که فرو بردش به قعر خود زمین 
  • Ebülhakem, hünerinden ne elde etti? Küfrüyle inkârıyle baş aşağı cehenneme gitti.
  • بوالحکم آخر چه بر بست از هنر  ** سرنگون رفت او ز کفران در سقر 
  • Hüner odur ki ateşi apaçık göresin; duman ateşe delalet eder demeyesin bunu böyle bil! 2505
  • خود هنر آن داد که دید آتش عیان  ** نه کپ دل علی النار الدخان 
  • Senin delilin hakikatte hekimin delilinden daha kokmuştur.
  • ای دلیلت گنده‌تر پیش لبیب  ** در حقیقت از دلیل آن طبیب 
  • Oğul, senin delilin bundan başka bir şey değilse pislik ye, sidiğe bak dur.
  • چون دلیلت نیست جز این ای پسر  ** گوه می‌خور در کمیزی می‌نگر 
  • Delilin, asâya benzer senin. Elindedir de körlüğünden göremediğin şeyleri, güya onunla anlarsın.
  • ای دلیل تو مثال آن عصا  ** در کفت دل علی عیب العمی 
  • Bu gürültüyü, bu kap tutu göremiyorum, beni mazur tut diyorsun âdeta.
  • غلغل و طاق و طرنب و گیر و دار  ** که نمی‌بینم مرا معذور دار 
  • Tirmiz padişahı Seyyid’in “ Kim filân işi görmek üzere Semerkand’a üç yahut dört günde gidebilirse ona elbise, at, köle ce cariyeyle şu kadar altın vereceğim” diye tellâl çağırtması, köyde bulunan Delkak’ın bunu duyup “Ben gidemem, bu iş benim işim değil” diye padişaha müracaat etmesi
  • منادی کردن سید ملک ترمد کی هر کی در سه یا چهار روز به سمرقند رود به فلان مهم خلعت و اسپ و غلام و کنیزک و چندین زر دهم و شنیدن دلقک خبر این منادی در ده و آمدن به اولاقی نزد شاه کی من باری نتوانم رفتن 
  • Delkak, Tirmiz’de padişah olan Seyyid’in her şeyi bilen akıllı bir maskarasıydı. 2510
  • سید ترمد که آنجا شاه بود  ** مسخره‌ی او دلقک آگاه بود 
  • Padişahın Semerkant’da mühim bir işi vardı. O işi derhal yapıp gelecek bir adam aradı.
  • داشت کاری در سمرقند او مهم  ** جست‌الاقی تا شود او مستتم 
  • “Beş günde oraya gidip gelecek ve bana haber getirecek olana hazineler vereceğim” diye tellal çağırttı.
  • زد منادی هر که اندر پنج روز  ** آردم زانجا خبر بدهم کنوز 
  • Delkak, köydeydi. Bunu duyunca eşeğine bindi. Tirmiz’e doğru koşturmaya başladı.
  • دلقک اندر ده بد و آن را شنید  ** بر نشست و تا بترمد می‌دوید 
  • Öyle koşturuyordu ki eşek sakatlandı. Ata bindi at da çatladı.
  • مرکبی دو اندر آن ره شد سقط  ** از دوانیدن فرس را زان نمط 
  • Nihayet yol tozlarına bulanmış bir halde Tirmiz’e gelip divana girdi. Vakitsiz olmakla beraber padişahın huzuruna girmek istedi. 2515
  • پس به دیوان در دوید از گرد راه  ** وقت ناهنگام ره جست او به شاه 
  • Divana bir fısıltıdır düştü. Padişah da vehimlendi âdeta.
  • فجفجی در جمله‌ی دیوان فتاد  ** شورشی در وهم آن سلطان فتاد 
  • Şehrin ileri gelenleri de ürktüler, geri kalanları da. Acaba diyorlardı, ne fitne ne kötülük çıktı?
  • خاص و عام شهر را دل شد ز دست  ** تا چه تشویش و بلا حادث شدست 
  • Kuvvetli bir düşman mı kast etti bize, yoksa kaza ve kaderden helâk edici bir felakete mi uğradık?
  • یا عدوی قاهری در قصد ماست  ** یا بلایی مهلکی از غیب خاست 
  • Ne oldu da Delkak, köyden kalktı, böyle aceleyle yola düştü, yolda birkaç tane Arap atını çatlattı?
  • که ز ده دلقک به سیران درشت  ** چند اسپی تازی اندر راه کشت 
  • Halk, padişahın sarayının kapısına toplandı. Bakalım Delkak, böyle acele niçin geldi diye bekliyorlardı. 2520
  • جمع گشته بر سرای شاه خلق  ** تا چرا آمد چنین اشتاب دلق 
  • Onun acelesinden, o telaşından Tirmiz’de bir gürültüdür koptu.
  • از شتاب او و فحش اجتهاد  ** غلغل و تشویش در ترمد فتاد 
  • Biri iki eliyle dizlerini dövüyor, öbürü eyvahlar olsun, başımıza gelenler nedir, diye bağırıyordu.
  • آن یکی دو دست بر زانوزنان  ** وآن دگر از وهم واویلی‌کنان 
  • Herkes, korkudan, gürültüden bir felaket düşünmede, bir başka çeşit düşünceye kapılmada, yüzlerce hayallere düşmedeydi.
  • از نفیر و فتنه و خوف نکال  ** هر دلی رفته به صد کوی خیال 
  • Hırkamıza düşen bu ateş nedir, diye herkes aklınca bir şeyler kuruyordu.
  • هر کسی فالی همی‌زد از قیاس  ** تا چه آتش اوفتاد اندر پلاس 
  • Delkak, huzuruna gitmek istedi. Padişah derhal izin verdi. Yeri öpünce padişah “Ne oldu yahu” dedi. 2525
  • راه جست و راه دادش شاه زود  ** چون زمین بوسید گفتش هی چه بود 
  • Kim, o ekşi suratlı adama bir şey sorduysa parmağını ağzına götürüp sus demekteydi.
  • هرکه می‌پرسید حالی زان ترش  ** دست بر لب می‌نهاد او که خمش 
  • Bu hareketinden halkın, vehmi artıyor, herkes derleniyor, şaşırıp kalıyordu.
  • وهم می‌افزود زین فرهنگ او  ** جمله در تشویش گشته دنگ او 
  • Delkak, padişahın emri üzerine ey kerem sahibi padişahım dedi, bir an dur da nefes alayım.
  • کرد اشارت دلق که ای شاه کرم  ** یک‌دمی بگذار تا من دم زنم 
  • Aklım başıma gelsin. Çünkü acayip bir âleme düştüm.
  • تا که باز آید به من عقلم دمی  ** که فتادم در عجایب عالمی 
  • Bir an geçti ama padişah da vehme, zanna kapıldı. Boğazı da acıdı, ağzının tadı da kaçtı. 2530
  • بعد یک ساعت که شه از وهم و ظن  ** تلخ گشتش هم گلو و هم دهن 
  • Çünkü Delkak’ı hiç böyle görmemişti. Ondan daha hoş bir nedimi yoktu.
  • که ندیده بود دلقک را چنین  ** که ازو خوشتر نبودش هم‌نشین 
  • Daima hikâyeler söyler, lâtifeler eder, padişahı sevindirir, güldürürdü.
  • دایما دستان و لاغ افراشتی  ** شاه را او شاد و خندان داشتی 
  • Huzurda oturdu mu öyle bir güldürürdü ki padişah, kahkaha atarken iki eliyle karnını tutmaya mecbur olurdu.
  • آن چنان خندانش کردی در نشست  ** که گرفتی شه شکم را با دو دست 
  • Kahkahadan terlere batar, yüzüstü yerlere yıkılırdı.
  • که ز زور خنده خوی کردی تنش  ** رو در افتادی ز خنده کردنش