English    Türkçe    فارسی   

6
2658-2707

  • Bütün kuşlar, cik cik ötüşlerini bırakmışlar, padişah olan Davut’a uymuşlar, ona dost olmuşlar, onunla ırlamaya başlamışlardı.
  • جمله مرغان ترک کرده چیک چیک  ** هم‌زبان و یار داود ملیک 
  • Kuş bile onu duyup sarhoş olduktan sonra demir, onun sesini duymuş, bunda şaşılacak ne var?
  • چه عجب که مرغ گردد مست او  ** هم شنود آهن ندای دست او 
  • Kasırga, Âd kavmini kırmış geçirmiş, fakat Süleyman’a hamal olmuş, onu sırtında taşımıştır. 2660
  • صرصری بر عاد قتالی شده  ** مر سلیمان را چو حمالی شده 
  • Kasırga, o padişahın tahtını yüklenmiş, her sabah, her akşam bir aylık yol götürmüştür.
  • صرصری می‌برد بر سر تخت شاه  ** هر صباح و هر مسا یک ماهه راه 
  • Hem ona hamal olmuş, hem casusluk yapmıştır. Uzakta olan birisini sözünü duydu mu,
  • هم شده حمال و هم جاسوس او  ** گفت غایب را کنان محسوس او 
  • Derhal gelir, o sözü Süleyman’ın kulağına fıslardı.
  • باد دم که گفت غایب یافتی  ** سوی گوش آن ملک بشتافتی 
  • “Filan kişi, şimdi böyle söyledi ey Süleyman ey sahip kıran ay” derdi.
  • که فلانی این چنین گفت این زمان  ** ای سلیمان مه صاحب‌قران 
  • Farenin kurbağaya, “Seni görmek isteyince suya dalamıyorum. Aramızda bir vasıta lâzım. Su kıyısına gelip seni arayınca haber alabilmeliyim. Sen de benim deliğimin başına gelince bana haber verebilmelisin ve saire” demesi
  • تدبیر کردن موش به چغز کی من نمی‌توانم بر تو آمدن به وقت حاجت در آب میان ما وصلتی باید کی چون من بر لب جو آیم ترا توانم خبر کردن و تو چون بر سر سوراخ موش‌خانه آیی مرا توانی خبر کردن الی آخره 
  • Bu sözün sonu yoktur. Fare, bir gün kurbağaya ey akıl kandili dedi; 2665
  • این سخن پایان ندارد گفت موش  ** چغز را روزی کای مصباح هوش 
  • Zaman oluyor ki sana bir sır söylemek istiyorum. Halbuki sen suyun dibinde bulunuyorsun.
  • وقتها خواهم که گویم با تو راز  ** تو درون آب داری ترک‌تاز 
  • Su kıyısında nâra atıyorum ama suyun içindeyken âşıkların nârasını duymuyorsun sen.
  • بر لب جو من ترا نعره‌زنان  ** نشنوی در آب ناله‌ی عاشقان 
  • Ey yiğit er, ben bu muayyen buluşma vakitleri ile kanaat edemiyor, senin sohbetine doyamıyorum.
  • من بدین وقت معین ای دلیر  ** می‌نگردم از محاکات تو سیر 
  • Namaz ve yol gösteren ibadet, beş vakit olarak farz edildi. Fakat âşıklar daima namazdadır.
  • پنج وقت آمد نماز و رهنمون  ** عاشقان را فی صلاة دائمون 
  • Ve sarhoşluk o başlardaki mahmurluk, ne beş vakitle yatışır, ne beş yüz bin vakitle. 2670
  • نه به پنج آرام گیرد آن خمار  ** که در آن سرهاست نی پانصد هزار 
  • “Beni az ziyaret et” sözü âşıklara göre değildir. Doğru özlü âşıkların canı, pek susuzdur.
  • نیست زر غبا وظیفه‌ی عاشقان  ** سخت مستسقیست جان صادقان 
  • “Beni az ziyaret et “sözü, balıklara göre değildir. Çünkü onların canları, deniz olmadıkça hiçbir şeyle ünsiyet edemez.
  • نیست زر غبا وظیفه‌ی ماهیان  ** زانک بی‌دریا ندارند انس جان 
  • Bu denizin suyu pek korkunçtur ama balıkların mahmurluğuna göre bir yudumcuktur.
  • آب این دریا که هایل بقعه‌ایست  ** با خمار ماهیان خود جرعه‌ایست 
  • Âşığa bir an ayrılık, bir yıl gibi gelir. Bir yıllık vuslat bile onca bir hayalden ibarettir.
  • یک دم هجران بر عاشق چو سال  ** وصل سالی متصل پیشش خیال 
  • Aşk susuzdur, susuzu arar. Bunlar, geceyle gündüz gibi birbirinin ardına düşmüşlerdir. 2675
  • عشق مستسقیست مستسقی‌طلب  ** در پی هم این و آن چون روز و شب 
  • Gündüz geceye âşıktır, onsuz olamaz. Fakat bakarsan görürsün ki gece, ona, ondan ziyade âşıktır.
  • روز بر شب عاشقست و مضطرست  ** چون ببینی شب برو عاشق‌ترست 
  • Onlar,birbirlerini aramadan bir lâhza bile durmazlar. Daima, birbirlerinin ardından koşup dururlar.
  • نیستشان از جست‌وجو یک لحظه‌ایست  ** از پی همشان یکی دم ایست نیست 
  • Bu onun ayağına yapışmıştır. O, bunun kulağına. Bu, ona hayrandır, o, buna âşık.
  • این گرفته پای آن آن گوش این  ** این بر آن مدهوش و آن بی‌هوش این 
  • Sevgilinin gönlünce herkes âşıktır, herkesi âşık görür o. Azra'nın gönlünde daima Vamık vardır.
  • در دل معشوق جمله عاشق است  ** در دل عذرا همیشه وامق است 
  • Âşığın gönlünde de sevgiliden başka kimse yoktur. Onların aralarında ne az, ne çok fark edici bir şey olamaz, onları birbirinden ayıracak kimse bulunamaz. 2680
  • در دل عاشق به جز معشوق نیست  ** در میانشان فارق و فاروق نیست 
  • Bu iki çan bir devededir. Artık buraya “Az ziyaret et” sözü nasıl sığar?
  • بر یکی اشتر بود این دو درا  ** پس چه زر غبا بگنجد این دو را 
  • Hiç kimse,kendisine “Beni az ziyaret et” der mi? Hiç kimse kendisine nöbetle zamanla dost olur mu?
  • هیچ کس با خویش زر غبا نمود  ** هیچ کس با خود به نوبت یار بود 
  • Bu birlik aklın alacağı şey değildir. Bunu anlamak, insanın ölümüne bağlıdır.
  • آن یکیی نه که عقلش فهم کرد  ** فهم این موقوف شد بر مرگ مرد 
  • Eğer bu, akılla anlaşılsaydı, insanın nefsini öldürmesi neden vacip olurdu ki?
  • ور به عقل ادراک این ممکن بدی  ** قهر نفس از بهر چه واجب شدی 
  • Akıllar padişahı, bu kadar merhametliyken nasıl olur da zaruretsiz olarak insana “Kendini öldür” der? 2685
  • با چنان رحمت که دارد شاه هش  ** بی‌ضرورت چون بگوید نفس کش 
  • Farenin, kurbağaya pek çok yalvarması ve arada bir vasıta bulmak için sızlanması
  • مبالغه کردن موش در لابه و زاری و وصلت جستن از چغز آبی 
  • Fare dedi ki: Ey merhametli, sevgili dost, ben seni görmedikçe bir an bile karar edemiyorum.
  • گفت کای یار عزیز مهرکار  ** من ندارم بی‌رخت یک‌دم قرار 
  • Gündüzün nurum, kazancım, ışığım sensin; geceleyin kararım, neşem, uykum sen.
  • روز نور و مکسب و تابم توی  ** شب قرار و سلوت و خوابم توی 
  • Beni sevindir, vakitli vakitsiz kerem eder anarsın lûtfedersin.
  • از مروت باشد ار شادم کنی  ** وقت و بی‌وقت از کرم یادم کنی 
  • Ey iyiliğimi isteyen, buluşmak için yirmi dört saatte bir kuşluk çağını tâyin ettin.
  • در شبان‌روزی وظیفه‌ی چاشتگاه  ** راتبه کردی وصال ای نیک‌خواه 
  • Fakat ciğerim yanıyor, beş yüz kere susuzum, her susuzluğumda bir öküz açlığı var âdeta. 2690
  • پانصد استسقاستم اندر جگر  ** با هر استسقا قرین جوع البقر 
  • Benim derdimden haberin bile yok. Mevkiinin zekâtını ver de bu yoksula bir bak.
  • بی‌نیازی از غم من ای امیر  ** ده زکات جاه و بنگر در فقیر 
  • Bu bîedep yoksul, buna lâyık değil ama senin umumî lûtfun, bundan çok üstün.
  • این فقیر بی‌ادب نا درخورست  ** لیک لطف عام تو زان برترست 
  • Herkese lûtfetmektesin. Lûtfetmen için bir lüzuma hacet yok. Güneş, pisliklere de vurur.
  • می‌نجوید لطف عام تو سند  ** آفتابی بر حدثها می‌زند 
  • Fakat nuruna bir ziyan gelmez. O pislik, onun hararetiyle kurur, odun haline gelir.
  • نور او را زان زیانی نابده  ** وان حدث از خشکیی هیزم شده 
  • Bu yüzden de bir külhana girer, nurlanır, hamamın kapısını duvarını kızdırır, parlatır. 2695
  • تا حدث در گلخنی شد نور یافت  ** در در و دیوار حمامی بتافت 
  • Pisken bezenir, nurlanır. Çünkü güneş, ona öyle bir afsun okumuştur işte.
  • بود آلایش شد آرایش کنون  ** چون برو بر خواند خورشید آن فسون 
  • Güneş yeryüzünün içini de kızdırır da artakalan pislikleri yer.
  • شمس هم معده‌ی زمین را گرم کرد  ** تا زمین باقی حدثها را بخورد 
  • Bu pislikler, bu suretle toprağın cüzü olur, ondan otlar biter. İşte Tanrı da kötülükleri iyiliklere böyle çevirir.
  • جزو خاکی گشت و رست از وی نبات  ** هکذا یمحو الاله السیات 
  • Güneş en kötü şey olan pisliğe bunu yaparsa yeşilliklere, güllere, nergislere neler yapmaz?
  • با حدث که بترینست این کند  ** کش نبات و نرگس و نسرین کند 
  • Bir düşün, Tanrı da ibadet güllerine karşılık ne vefada bulunur, ne mükâfatlar verir, ne ihsanlar eder. 2700
  • تا به نسرین مناسک در وفا  ** حق چه بخشد در جزا و در عطا 
  • Kötülüklere böyle elbiseler verirse temizlere neler bağışlar?
  • چون خبیثان را چنین خلعت دهد  ** طیبین را تا چه بخشد در رصد 
  • Tanrı onlara gözlerin görmediği şeyler verir. Dile, lûgata sığmaz lûtuflar eder.
  • آن دهد حقشان که لا عین رات  ** که نگنجد در زبان و در لغت 
  • Biz kimiz ki bu derece lûtfu hak edelim? Gel sevgili, güzel huyunla benim günümü de aydınlat.
  • ما کییم این را بیا ای یار من  ** روز من روشن کن از خلق حسن 
  • Çirkinliğime, kötülüğüme bakma. Dağdaki yılan gibi zehirlerle doluyum ben.
  • منگر اندر زشتی و مکروهیم  ** که ز پر زهری چو مار کوهیم 
  • Ben çirkinim, huylarım da tamamı ile çirkin. Beni diken olarak dikti, artık ben nasıl gül olabilirim? 2705
  • ای که من زشت و خصالم جمله زشت  ** چون شوم گل چون مرا او خار کشت 
  • Dikene güldeki güzelliğin ilk baharını ver. Bu yılana tavus güzelliğini sen ihsan et.
  • نوبهار حسن گل ده خار را  ** زینت طاووس ده این مار را 
  • Çirkinliğin son derecesine varmışım ben. Fakat senin lûtfun da ihsan etmede son derecededir.
  • در کمال زشتیم من منتهی  ** لطف تو در فضل و در فن منتهی