English    Türkçe    فارسی   

6
3170-3219

  • Can nedir ki ona dayanıyorsun? Tanrı kendi aşkı ile seni diriltir. 3170
  • جان چه باشد که تو سازی زو سند  ** حق به عشق خویش زنده‌ت می‌کند 
  • Ondan aşk diriliği iste, can isteme. O rızkı iste, ekmek dileme.
  • زو حیات عشق خواه و جان مخواه  ** تو ازو آن رزق خواه و نان مخواه 
  • Halkı su gibi arı duru bil. O suya akseden, ululuk ıssı Tanrı’nın sıfatlarıdır.
  • خلق را چون آب دان صاف و زلال  ** اندر آن تابان صفات ذوالجلال 
  • Onların bilgileri, adaletleri, lûtufları akar suya aksetmiş yıldıza benzer.
  • علمشان و عدلشان و لطفشان  ** چون ستاره‌ی چرخ در آب روان 
  • Padişahlar, Tanrı saltanatına mazhardır; bilgi sahipleri, Tanrı bilgisinin aynasıdır.
  • پادشاهان مظهر شاهی حق  ** فاضلان مرآت آگاهی حق 
  • Zamanlar geçti gitti. Bu yeni bir zaman. Ay, o ay ama su, o su değil. 3175
  • قرنها بگذشت و این قرن نویست  ** ماه آن ماهست آب آن آب نیست 
  • Adalet, o adalet. Bilgi de, o bilgi. Fakat o zamanlarda gelip geçen ümmetler, geldiler geçtiler.
  • عدل آن عدلست و فضل آن فضل هم  ** لیک مستبدل شد آن قرن و امم 
  • Ey akıllı er, zamanlar, zamanların üstüne geldi; hepsi be birer birer bir teviye gelip geçti. Fakat şu mânalar, daimi ve hep o.
  • قرنها بر قرنها رفت ای همام  ** وین معانی بر قرار و بر دوام 
  • O arktaki su kaç kere değişti. Fakat ayın aksiyle yıldızların aksi hep var.
  • آن مبدل شد درین جو چند بار  ** عکس ماه و عکس اختر بر قرار 
  • Çünkü yapısı, su üstüne kurulmamış, gökyüzü sahasında onlar.
  • پس بنااش نیست بر آب روان  ** بلک بر اقطار عرض آسمان 
  • Bu sıfatlar, bil ki mâna yıldızları gibi mâna göklerindedir. 3180
  • این صفتها چون نجوم معنویست  ** دانک بر چرخ معانی مستویست 
  • Güzeller, onun güzelliğinin aynası. Onlardaki aşk, onun istemesinin aksi.
  • خوب‌رویان آینه‌ی خوبی او  ** عشق ایشان عکس مطلوبی او 
  • Bu göz kaş, bu boy pos, daima aslına gider durur. Suya akseden hayal, kalır mı hiç?
  • هم به اصل خود رود این خد و خال  ** دایما در آب کی ماند خیال 
  • Bütün tasvirler, ırmak suyundaki akislerdir. Gökyüzünü ovdun mu görürsün ki hepsi de o.
  • جمله تصویرات عکس آب جوست  ** چون بمالی چشم خود خود جمله اوست 
  • Derken o garibin aklı dedi ki: Şu şaşılığı bırak. Sirke pekmezdir, pekmez de sirke.
  • باز عقلش گفت بگذار این حول  ** خل دوشابست و دوشابست خل 
  • O muhtesibi, noksanın yüzünden ayrı bildin. Gayretli padişahlardan utan a şaşı! 3185
  • خواجه را چون غیر گفتی از قصور  ** شرم‌دار ای احول از شاه غیور 
  • Havanın üstündeki esîrden bile ileri gitmiş olan zatı şu karanlıklarda oturan farelerden sayma.
  • خواجه را که در گذشتست از اثیر  ** جنس این موشان تاریکی مگیر 
  • Onu can olarak gör, ağır cisim olarak görme. Onu beyin gör, kemik olarak görme.
  • خواجه‌ی جان بین مبین جسم گران  ** مغز بین او را مبینش استخوان 
  • Ona melun iblisin gözü ile bakma, onu toprağa mensup sayma.
  • خواجه را از چشم ابلیس لعین  ** منگر و نسبت مکن او را به طین 
  • Güneşle yoldaş olana yarasa deme. Kendisine secde edileni secde eder bilme.
  • همره خورشید را شب‌پر مخوان  ** آنک او مسجود شد ساجد مدان 
  • Bu da akislere benzer ama akis değildir. Akis suretinde Tanrı’nın görünüşüdür bu. 3190
  • عکس‌ها را ماند این و عکس نیست  ** در مثال عکس حق بنمودنیست 
  • O, bir güneş görmüştür, cansız ve donmuş bir halde kalmamıştır. Şırlağan yağı, gül yağı olmuştur; şırlağan yağı kalmamıştır.
  • آفتابی دید او جامد نماند  ** روغن گل روغن کنجد نماند 
  • Tanrı Abdâl’i de, fâni varlıklarını değiştirdiler mi artık halktan değildirler, çevir bu yaprağı.
  • چون مبدل گشته‌اند ابدال حق  ** نیستند از خلق بر گردان ورق 
  • Birlik kıblesi, nasıl olur da iki olur? Toprak, nasıl olur da meleklerin secde ettikleri bir şey olabilir?
  • قبله‌ی وحدانیت دو چون بود  ** خاک مسجود ملایک چون شود 
  • Adam, bu ırmakta elma aksini gördü ama bu görüşü de, eteğini elmayla doldurdu.
  • چون درین جو دیدعکس سیب مرد  ** دامنش را دید آن پر سیب کرد 
  • Bu görüşü, yüzlerce çuvalı elmayla doldurdu. Artık, ırmakta gördüğü, nasıl olur da hayal olur? 3195
  • آنچ در جو دید کی باشد خیال  ** چونک شد از دیدنش پر صد جوال 
  • Ten görme de o sağır ve dilsizler gibi kendilerine doğru bir şey söylenince inkâr edenlerden olma.
  • تن مبین و آن مکن کان بکم و صم  ** کذبوا بالحق لما جائهم 
  • O zat, “Attığın vakit sen atmadın, Tanrı attı” sırrına mazhar olmuştur. Onun gürüşü, Tanrı görüşüdür.
  • ما رمیت اذ رمیت احمد بدست  ** دیدن او دیدن خالق شدست 
  • Ona hizmet Tanrı’ya hizmettir. Gündüzü görmek, bu pencereyi görmektir.
  • خدمت او خدمت حق کردنست  ** روز دیدن دیدن این روزنست 
  • Hele şu pencere yok mu? O, kendinden parlamadadır. Ondaki nur, güneşin, yahut Ferkad yıldızının eğreti nuru değildir.
  • خاصه این روزن درخشان از خودست  ** نی ودیعه‌ی آفتاب و فرقدست 
  • O pencereye vuran nur da yine o güneştendir ama bilinen yoldan, bilinen taraftan gelmemiştir o. 3200
  • هم از آن خورشید زد بر روزنی  ** لیک از راه و سوی معهود نی 
  • Bu pencereyle güneş arasında öyle bir yol vardır ki başka pencereler, o yolu bilmez.
  • در میان شمس و این روزن رهی  ** هست روزنها نشد زو آگهی 
  • Bir bulut gelse de güneşi örtse güneşin nuru bu pencereden köpürür, çağlar.
  • تا اگر ابری بر آید چرخ‌پوش  ** اندرین روزن بود نورش به جوش 
  • Bu pencereyle güneş arasında şu havayla altı cihetten başka bir yoldan bir ülfet, bir ünsiyet vardır.
  • غیر راه این هوا و شش جهت  ** در میان روزن و خور مالفت 
  • Onu övmek, onu tesbih etmek, Tanrı’yı övmek, Tanrı’yı tesbih etmektir. Bu tabağın meyvesi, kendiliğinden biter.
  • مدحت و تسبیح او تسبیح حق  ** میوه می‌روید ز عین این طبق 
  • Bu sebepten salkım salkım elmalar biter. Bu sepete ağaç adını taksan hiç yanlış olmaz. 3205
  • سیب روید زین سبد خوش لخت لخت  ** عیب نبود گر نهی نامش درخت 
  • Bu sepete elma ağacı de. İkisinin arasında gizli bir yol var zaten.
  • این سبد را تو درخت سیب خوان  ** که میان هر دو راه آمد نهان 
  • Meyve veren bir ağaçtan ne biterse aynen bu sepetten de biter, bu sepet de o çeşit meyveleri verir.
  • آنچ روید از درخت بارور  ** زین سبد روید همان نوع از ثمر 
  • Şu halde artık sepeti baht ağacı gör de bu sepetin gölgesinde bir hoşça otur.
  • پس سبد را تو درخت بخت بین  ** زیر سایه‌ی این سبد خوش می‌نشین 
  • Ekmek, insana mülâyemet verince ey sevgili dost, artık neden ona ekmek dersin? Mahmude de.
  • نان چو اطلاق آورد ای مهربان  ** نان چرا می‌گوییش محموده خوان 
  • Yoldaki toprak göze ve cana parlaklık verirse o toprağı sürme gör, sürme bil. 3210
  • خاک ره چون چشم روشن کرد و جان  ** خاک او را سرمه بین و سرمه دان 
  • O nur, bu topraktan çıkıp parlarken artık ben ne diye başımı göğe kaldırayım?
  • چون ز روی این زمین تابد شروق  ** من چرا بالا کنم رو در عیوق 
  • O yok oldu, ey küstâh, ona var deme. Böyle bir ırmakta hiç kuru toprak kalır mı?
  • شد فنا هستش مخوان ای چشم‌شوخ  ** در چنین جو خشک کی ماند کلوخ 
  • Bu güneşin önünde yeni ay parlayabilir, yahut böyle bir Rüstem’e karşı Zâl’in kuvveti para eder mi?
  • پیش این خورشید کی تابد هلال  ** با چنان رستم چه باشد زور زال 
  • Tanrı da diler ve üstündür o. Nihayet varlıkların kökünü kazır, hepsini yok eder.
  • طالبست و غالبست آن کردگار  ** تا ز هستی‌ها بر آرد او دمار 
  • İki deme, iki bilme, iki çağırma. Kulu efendisinde yok olmuş bil. 3215
  • دو مگو و دو مدان و دو مخوان  ** بنده را در خواجه‌ی خود محو دان 
  • Efendi de efendiyi yaratanın nurunda yok olmuş, ölüp gitmiş gömülmüştür.
  • خواجه هم در نور خواجه‌آفرین  ** فانیست و مرده و مات و دفین 
  • Bu efendiyi Tanrı’dan ayrı bildin mi metni de kaybedersin, dibaceyi de.
  • چون جدا بینی ز حق این خواجه را  ** گم کنی هم متن و هم دیباجه را 
  • Gözünü gönlünü topraktan çevir. Bu, bir tek kıbledir, iki kıble görme.
  • چشم و دل را هین گذاره کن ز طین  ** این یکی قبله‌ست دو قبله مبین 
  • İki gördün mü iki taraftan kalırsın. Pabuca bir ateştir düşer, pabuç da yanar gider.
  • چون دو دیدی ماندی از هر دو طرف  ** آتشی در خف فتاد و رفت خف 
  • İki gören, kaş şehrindeki garibe benzer. Adı Ömer’di. Bu sebeple onu, bir dükkândan öbür dükkâna gönderiyorlardı. Bütün dükkânların, Ömer’e ekmek satmamak bakımından bir olduğunu anlamıyordu. Ben yanlış söyledim, adını Ömer değil diyeyim de tövbe edeyim, şu dükkâna varır böyle dersem yalnız o dükkândan değil, bütün dükkânlardan ekmek alabilirim.. Fakat böyle demez de yine adım Ömer kalırsa bu dükkândan başka yere başvursam da faydasız. Hepsinden de mahrum kalırım. Çünkü şaşıyım, bu dükkânları birbirinden ayrı sandım demedi.
  • مثل دوبین هم‌چو آن غریب شهر کاش عمر نام کی از یک دکانش به سبب این به آن دکان دیگر حواله کرد و او فهم نکرد کی همه دکان یکیست درین معنی کی به عمر نان نفروشند هم اینجا تدارک کنم من غلط کردم نامم عمر نیست چون بدین دکان توبه و تدارک کنم نان یابم از همه دکان‌های این شهر و اگر بی‌تدارک هم‌چنین عمر نام باشم ازین دکان در گذرم محرومم و احولم و این دکان‌ها را از هم جدا دانسته‌ام