English    Türkçe    فارسی   

6
3249-3298

  • Borcunu para toplayıp vermek üzere şehirde dolaşmaya her yerde hararetli hararetli o adamın halini anlatmaya başladı.
  • از پی توزیع گرد شهر گشت  ** از طمع می‌گفت هر جا سرگذشت 
  • Fakat bu dilencilikle o para dileyen adamcağızın eline ancak yüz altın girdi. 3250
  • هیچ ناورد از ره کدیه به دست  ** غیر صد دینار آن کدیه‌پرست 
  • Gelip adama hali anlattı. Adam, Kethüdanın iki eline yapışıp kalktı, onun delaletiyle o şaşılacak derecede ihsan sahibi olan Muhtesibin mezarına gitti.
  • پای مرد آمد بدو دستش گرفت  ** شد بگور آن کریم بس شگفت 
  • Dedi ki: bir kula Tanrı muvaffakiyet verir de kutlu bir adama konuk olursa
  • گفت چون توفیق یابد بنده‌ای  ** که کند مهمانی فرخنده‌ای 
  • Ev sahibi onun yoluna bütün malını mülkünü kor mevkiini bile onun mevkiine feda eder.
  • مال خود ایثار راه او کند  ** جاه خود ایثار جاه او کند 
  • Artık ona şükretmek Tanrı’ya şükretmekten ibarettir. Çünkü Tanrı, o ihsan sahibine ihsana eş etmiştir.
  • شکر او شکر خدا باشد یقین  ** چون به احسان کرد توفیقش قرین 
  • Buna şükretmemek Tanrı’ya şükretmemektir. Onun hakkı şüphe yok ki Tanrı hakkı demektir. 3255
  • ترک شکرش ترک شکر حق بود  ** حق او لا شک به حق ملحق بود 
  • Nimet ve ihsanlarına karşılık Tanrı’ya şükret fakat ihsan edene de şükret, onu da an.
  • شکر می‌کن مر خدا را در نعم  ** نیز می‌کن شکر و ذکر خواجه هم 
  • Ananın merhameti Tanrı’dandır ama ona kulluk etmek, hizmette bulunmak da hem farzdır, hem de yerinde bir iş.
  • رحمت مادر اگر چه از خداست  ** خدمت او هم فریضه‌ست و سزاست 
  • Tanrı işte bu yüzden “ Muhammed’e salavat getirin” dedi. Çünkü Muhammed, inananların dönüp başvurdukları zattır.
  • زین سبب فرمود حق صلوا علیه  ** که محمد بود محتال الیه 
  • Tanrı kıyamette kula “ Ne getirdin, sana verdiğim nimetlere karşılık ne yaptın?” der.
  • در قیامت بنده را گوید خدا  ** هین چه کردی آنچ دادم من ترا 
  • Kul der ki: Yarabbi sana can ve gönülden şükrettim. Çünkü o rızık ve ekmek, asıl bakımından sendendi. 3260
  • گوید ای رب شکر تو کردم به جان  ** چون ز تو بود اصل آن روزی و نان 
  • Tanrı der ki: hayır, sana ihsan edene şükretmediğin için bana da şükretmedin.
  • گویدش حق نه نکردی شکر من  ** چون نکردی شکر آن اکرام‌فن 
  • Bir kerem sahibine zulmettin, sitemde bulundun. Halbuki onun yüzünden benim nimetlerime nail olmadın mı?
  • بر کریمی کرده‌ای ظلم و ستم  ** نه ز دست او رسیدت نعمتم 
  • Hâsılı o garip de velinimetinin mezarına gelince ağlayıp inlemeye koyuldu.
  • چون به گور آن ولی‌نعمت رسید  ** گشت گریان زار و آمد در نشید 
  • Dedi ki: ey her yoksulun dayandığı güvendiği zat. Ey himmeti umulan ey yolda kalanların imdadına erişen!
  • گفت ای پشت و پناه هر نبیل  ** مرتجی و غوث ابناء السبیل 
  • Ey rızıklarımız için gam yiyen bizi hatırlayan ey ihsanı, lûtfu, Tanrı rızkı gibi umumi olan! 3265
  • ای غم ارزاق ما بر خاطرت  ** ای چو رزق عام احسان و برت 
  • Ey yoksullara aşiret ve ana baba olan ey onlara geçinmek harcanmak ve borçlarını vermek için ana baba gibi yardım eden!
  • ای فقیران را عشیره و والدین  ** در خراج و خرج و در ایفاء دین 
  • Ey deniz gibi yakınlarına inci uzaklarına yağmur hediye eden!
  • ای چو بحر از بهر نزدیکان گهر  ** داده و تحفه سوی دوران مطر 
  • Ey güneş, sırtımız senin hararetinle ısınmıştı. Her köşkün parlaklığı sendendi, her yıkık yerin definesi sendin.
  • پشت ما گرم از تو بود ای آفتاب  ** رونق هر قصر و گنج هر خراب 
  • Kaşının çatıldığını kimsecikler görmemişti ey Mikâil gibi rızık ve azık veren!
  • ای در ابرویت ندیده کس گره  ** ای چو میکائیل راد و رزق‌ده 
  • 3270.Ey gönlü gayb deniziyle birleşmiş, ey ihsanı Kaf dağında gayp Anka’sı kesilmiş zat! 3270
  • ای دلت پیوسته با دریای غیب  ** ای به قاف مکرمت عنقای غیب 
  • İhsan ederken malımdan ne gitti acaba diye aklına bir şeycikler gelmezdi. Himmetinin yüce tavanı bir kere olsun yarılmadı senin.
  • یاد ناورده که از مالم چه رفت  ** سقف قصد همتت هرگز نکفت 
  • Her ay her yıl ben de benim gibi yüzlerce kişi de senin soyun sopun olmuştu âdeta.
  • ای من و صد هم‌چو من در ماه و سال  ** مر ترا چون نسل تو گشته عیال 
  • Paramız, soyumuz, varımız, yoğumuz… Adımız, sanımız, bahtımız, devletimiz sendin.
  • نقد ما و جنس ما و رخت ما  ** نام ما و فخر ما و بخت ما 
  • Sen ölmedin, bizim nazımız, bizim devletimiz, bizim gemimiz, bizim verilegelen rızkımız öldü.
  • تو نمردی ناز و بخت ما بمرد  ** عیش ما و رزق مستوفی بمرد 
  • Sen mecliste de ihsan ve keremde de bir kişiydin ama bine bedeldin. İhsan esnasında yüzlerce Hatem’din âdeta. 3275
  • واحد کالالف در رزم و کرم  ** صد چو حاتم گاه ایثار نعم 
  • Hatem, cansız şeyi ölü gönüllü adama verir, sayılı birkaç ceviz ihsan ederdi.
  • حاتم ار مرده به مرده می‌دهد  ** گردگان‌های شمرده می‌دهد 
  • Sense her solukta öyle bir hayat bağışlamadasın ki onun güzelliğini anlatmaya ömür yetmez.
  • تو حیاتی می‌دهی در هر نفس  ** کز نفیسی می‌نگنجد در نفس 
  • Sen, ebedî bir haya,t tükenmez ve sayılmaz altınlar bağışlarsın.
  • تو حیاتی می‌دهی بس پایدار  ** نقد زر بی‌کساد و بی‌شمار 
  • Ey gökyüzünün, civarına secde ettiği zat ! Bir huyuna bile mirasçı yok senin.
  • وارثی نا بوده یک خوی ترا  ** ای فلک سجده کنان کوی ترا 
  • Lûtfun halka çobanlık etmede gam kurtundan korumada… Tanrı Kelim’i gibi, merhametli bir çoban hem de. 3280
  • خلق را از گرگ غم لطفت شبان  ** چون کلیم الله شبان مهربان 
  • Tanrı Kelim’i çobanlık ederken sürüden bir koyun kaçmıştı. Musa peşine düştü koşmaya başladı çarıklarını çıkardı ayaklarının altı şişti kabardı.
  • گوسفندی از کلیم الله گریخت  ** پای موسی آبله شد نعل ریخت 
  • Akşama kadar onu aradı. Koyun da gözünden kayboldu.
  • در پی او تا به شب در جست و جو  ** وان رمه غایب شده از چشم او 
  • Fakat nihayet koyun yorulup kaldı, Tanrı Kelim’i de onu yakaladı.
  • گوسفند از ماندگی شد سست و ماند  ** پس کلیم الله گرد از وی فشاند 
  • Merhametle arkasını, başını okşamaya anası gibi onu sevmeye koyuldu.
  • کف همی‌مالید بر پشت و سرش  ** می‌نواخت از مهر هم‌چون مادرش 
  • Bir parçacık bile öfkelenmedi, kızmadı. Yalnız sevdi, acıdı, gözünden yaşlar döküldü. 3285
  • نیم ذره طیرگی و خشم نی  ** غیر مهر و رحم و آب چشم نی 
  • Dedi ki: Tutalım bana acımadın kendi kendine neden zulmettin?
  • گفت گیرم بر منت رحمی نبود  ** طبع تو بر خود چرا استم نمود 
  • Tanrı, o anda meleklere dedi ki. Peygamberliğe Musa yaraşır.
  • با ملایک گفت یزدان آن زمان  ** که نبوت را نمی‌زیبد فلان 
  • Mustafa buyurmuştur ki: Her peygamber, gençliğinde yahut çocukluğunda mutlaka çobanlık etmiştir.
  • مصطفی فرمود خود که هر نبی  ** کرد چوپانیش برنا یا صبی 
  • Çobanlık etmeden o sınavı geçirmeden Tanrı, ona âlem başbuğluğunu vermez.
  • بی‌شبانی کردن و آن امتحان  ** حق ندادش پیشوایی جهان 
  • Birisi sen de ettin mi? Diye sordu. Dedi ki: Ben de bir müddet çobanlık ettim. 3290
  • گفت سایل هم تو نیز ای پهلوان  ** گفت من هم بوده‌ام دهری شبان 
  • Vekarları, sabırları meydana çıksın diye Tanrı onları peygamber yapmadan çoban yapmıştır.
  • تا شود پیدا وقار و صبرشان  ** کردشان پیش از نبوت حق شبان 
  • Her buyruk sahibinin de insanlara çobanlık ederken Tanrı buyruğunu gözetmesi gerektir.
  • هر امیری کو شبانی بشر  ** آن‌چنان آرد که باشد متمر 
  • Kendisi sürüsünü güderken Musa gibi halîm olması, akıl ve tedbirle bu işi görmesi lâzımdır.
  • حلم موسی‌وار اندر رعی خود  ** او به جا آرد به تدبیر و خرد 
  • Böyle, harekette bulunursa Tanrı ona ayın üstünde, yücelikler âleminde bir ruhani çobanlık verir.
  • لاجرم حقش دهد چوپانیی  ** بر فراز چرخ مه روحانیی 
  • Nitekim peygamberleri de bu çobanlıktan kurtarmış, onlara temiz kulların çobanlığını vermiştir. 3295
  • آنچنان که انبیا را زین رعا  ** بر کشید و داد رعی اصفیا 
  • Sen, bu çobanlıkta öyle doğru hareket ettin ki sana bir ayıp bulan kör olur.
  • خواجه باری تو درین چوپانیت  ** کردی آنچ کور گردد شانیت 
  • Biliyorum Tanrı mükâfat olarak sana o âlemde de ebedî bir başbuğluk verir.
  • دانم آنجا در مکافات ایزدت  ** سروری جاودانه بخشدت 
  • Ben de deniz gibi cömert eline senin lûtfuna ihsanına güvenerek
  • بر امید کف چون دریای تو  ** بر وظیفه دادن و ایفای تو