English    Türkçe    فارسی   

6
3298-3347

  • Ben de deniz gibi cömert eline senin lûtfuna ihsanına güvenerek
  • بر امید کف چون دریای تو  ** بر وظیفه دادن و ایفای تو 
  • Hiç yoktan tam dokuz bin altın borç ettim. Neredesin sen ki lûtfunla bu tortu saf bir hale gelsin.
  • وام کردم نه هزار از زر گزاف  ** تو کجایی تا شود این درد صاف 
  • Neredesin ki yeşillik gibi gülesin de onu da al. Onun on mislini de al diyesin. 3300
  • تو کجایی تا که خندان چون چمن  ** گویی بستان آن و ده چندان ز من 
  • Neredesin ki beni güldüresin, efendiler gibi lütufta bulunasın, ihsan edesin.
  • تو کجایی تا مرا خندان کنی  ** لطف و احسان چون خداوندان کنی 
  • Neredesin ki beni hazinene götüresin da borçtan da emin edesin, yoksulluktan da.
  • تو کجایی تا بری در مخزنم  ** تا کنی از وام و فاقه آمنم 
  • Ben yeter dedikçe, sen ihsanını fazlalaştırasın da bunu da hatırım için al diyesin.
  • من همی‌گویم بس و تو مفضلم  ** گفته کین هم گیر از بهر دلم 
  • Bir alem nasıl olurda toprak altına sığar? Bir gökyüzü nasıl olur da yere girer?
  • چون همی‌گنجد جهانی زیر طین  ** چون بگنجد آسمانی در زمین 
  • Haşa Tanrı hakkı için sen, diriyken de bu alemden dışarıda değilsin, şimdi de. 3305
  • حاش لله تو برونی زین جهان  ** هم به وقت زندگی هم این زمان 
  • Gayb havasında bir kuş uçar ama gölgesi yere vurur.
  • در هوای غیب مرغی می‌پرد  ** سایه‌ی او بر زمینی می‌زند 
  • Beden, gönlün gölgesinin,gölgesinin gölgesidir. Nereden beden gönül mertebesine erişecek?
  • جسم سایه‌ی سایه‌ی سایه‌ی دلست  ** جسم کی اندر خور پایه‌ی دلست 
  • Adam uyur, ruhu, güneş gibi gökyüzünde parlar. Bedense yorgan altındadır.
  • مرد خفته روح او چون آفتاب  ** در فلک تابان و تن در جامه خواب 
  • Can, boşluklarda astar gibi gizlidir, bedense yorganın altında döner durur.
  • جان نهان اندر خلا هم‌چون سجاف  ** تن تقلب می‌کند زیر لحاف 
  • Ruh, “Rabbimin emrindedir” gizlidir. Onun için nasıl bir örnek versem anlatmaya imkan yoktur. 3310
  • روح چون من امر ربی مختفیست  ** هر مثالی که بگویم منتفیست 
  • Acaba o şekerler saçan dudak nerede? O güzel cevapların, o sırların hani?
  • ای عجب کو لعل شکربار تو  ** وان جوابات خوش و اسرار تو 
  • O şeker çiğneyen akik dudaklar, o müşküllerimizdeki kilitlerin anahtarı ne oldu?
  • ای عجب کو آن عقیق قندخا  ** آن کلید قفل مشکل‌های ما 
  • Nerede o zülfikar gibi sözler, nerede o akılları kararsız bir hale getiren laflar?
  • ای عجب کو آن دم چون ذوالفقار  ** آنک کردی عقل‌ها را بی‌قرار 
  • Yuvasını arayan kumru gibi niceye bir “ Kü- Kü nerede, nerede” deyip duracaksın?
  • چند هم‌چون فاخته کاشانه‌جو  ** کو و کو و کو و کو و کو و کو 
  • Nerede? Rahmet sıfatlarının bulunduğu yerde Kudretten arılıktan akıldan ve anlayıştan ibaret olan alemde? 3315
  • کو همان‌جا که صفات رحمتست  ** قدرتست و نزهتست و فطنتست 
  • Nerede olacak? Aslanın daima ormanda oluşu gibi o da gönlüyle düşüncesinin daima bulunduğu alemde.
  • کو همان‌جا که دل و اندیشه‌اش  ** دایم آن‌جا بد چو شیر و بیشه‌اش 
  • Nerede olacak Kadının erkeğin dert ve mihnet zamanı ümit bağladığı cihanda.
  • کو همان‌جا که امید مرد و زن  ** می‌رود در وقت اندوه و حزن 
  • Nerede olacak? İnsan hastalanınca sıhhat ümidiyle göz diktiği yerde.
  • کو همان‌جا که به وقت علتی  ** چشم پرد بر امید صحتی 
  • Bir kötülüğü gidermek için yalvardığın bir harmanı savurmak bir gemiyi sürmek için rüzgar beklediğin alemde.
  • آن طرف که بهر دفع زشتیی  ** باد جویی بهر کشت و کشتیی 
  • Gönlün işaret ettiği dilin “ Ey o” diye dile getirdiği yerde. 3320
  • آن طرف که دل اشارت می‌کند  ** چون زبان یا هو عبارت می‌کند 
  • Nereden, nerede diye aramaya lüzum yok, Tanrıyla iste, keşke ben de çulhalar gibi hep mekik deyip dursam bu sırrı bilen aklı dileseydim.
  • او مع‌الله است بی کو کو همی  ** کاش جولاهانه ماکو گفتمی 
  • Aklımız doğuyu da görür batıyı da. Akıldan ruhlara yüzlerce çeşit şimşekler çakar.
  • عقل ما کو تا ببیند غرب و شرق  ** روح‌ها را می‌زند صد گونه برق 
  • O, köpüklü bir denizle beraber kabardı, kıyıyı kapladı. Sonra denizle beraber çekildi. Kıyıyı kaplayışı geçti, çekilişi kaldı!
  • جزر و مدش بد به بحری در زبد  ** منتهی شد جزر و باقی ماند مد 
  • Dokuz bin altın borcum var. elimden tutanım yok. Elimde yalnız bütün şehirden toplanmış yüz altın var, işte bu kadar!
  • نه هزارم وام و من بی دست‌رس  ** هست صد دینار ازین توزیع و بس 
  • Tanrı, seni çekti aldı. Ben bu kargaşalıklar içinde kaldım. Ey toprağı bile güzel zat, ümitsiz bir halde gidiyorum. 3325
  • حق کشیدت ماندم در کش‌مکش  ** می‌روم نومید ای خاک تو خوش 
  • Seni hasretinle iştiyakınla dolu olan kuluna bir himmet et ey yüzü de eli de himmeti de kutlu zat!
  • همتی می‌دار در پر حسرتت  ** ای همایون روی و دست و همتت 
  • Kaynağın, ırmakların başına geldim, fakat orada su yerine kan buldum.
  • آمدم بر چشمه و اصل عیون  ** یافتم در وی به جای آب خون 
  • Gök, o gök, fakat ay ışığı o ay ışığı değil. Irmak o ırmak, fakat su o su değil!
  • چرخ آن چرخست آن مهتاب نیست  ** جوی آن جویست آب آن آب نیست 
  • İhsan sahipleri var ama o tertemiz ihsan sahibi nerede? Yıldızlar var ama hani o güneş?
  • محسنان هستند کو آن مستطاب  ** اختران هستند کو آن آفتاب 
  • Ey saygı değer zat, en Tanrı’ya gittin, bari ben de Tanrıya gideyim. 3330
  • تو شدی سوی خدا ای محترم  ** پس به سوی حق روم من نیز هم 
  • Bütün devirlerde gelip geçenlerin toplandıkları yer, bayrağın dibidir, orası ne güzel bir topluluk yeridir. Tanrı “ Her şey tapımızda toplanır” der. Tanrı topluluk yeridir.
  • مجمع و پای علم ماوی القرون  ** هست حق کل لدینا محضرون 
  • Resimler ister haberdar olsunlar, ister olmasınlar, hepsi de ressamın elinde toplanır.
  • نقش‌ها گر بی‌خبر گر با خبر  ** در کف نقاش باشد محتصر 
  • O nişansız Tanrı anbean onların düşünce sahifesinde bir şeyler yazar, yazdıklarından bir kısmını siler durur.
  • دم به دم در صفحه‌ی اندیشه‌شان  ** ثبت و محوی می‌کند آن بی‌نشان 
  • İnsanı kızdırır, hoşnutluğu giderir, nekesliği getirir, cömertliği giderir.
  • خشم می‌آرد رضا را می‌برد  ** بخل می‌آرد سخا را می‌برد 
  • Aklım fikrim, zihnim yarım lahza bile bu yazıyı bozmadan hali değil. 3335
  • نیم لحظه مدرکاتم شام و غدو  ** هیچ خالی نیست زین اثبات و محو 
  • Testici testi ile uğraşıp durdukça testi hiç kendiliğinden genişleyebilir, büyür mü?
  • کوزه‌گر با کوزه باشد کارساز  ** کوزه از خود کی شود پهن و دراز 
  • Tahta dülgerin elindedir. Yoksa nasıl olur da kesilir, yahut başka bir tahtayla birleşir?
  • چوب در دست دروگر معتکف  ** ورنه چون گردد بریده و متلف 
  • Kumaş, bir terzinin elinde olmadıkça kendiliğinden nasıl dikilir yahut biçilir?
  • جامه اندر دست خیاطی بود  ** ورنه از خود چون بدوزد یا درد 
  • Su kabı, ey akıllı adam sakanın elindedir. Öyle olmasa kendi kendine nasıl dolar, boşalır?
  • مشک با سقا بود ای منتهی  ** ورنه از خود چون شود پر یا تهی 
  • Sen de her an dolmada boşalmadasın. Bil ki onun sanat elindesin. 3340
  • هر دمی پر می‌شوی تی می‌شوی  ** پس بدانک در کف صنع ویی 
  • Gözündeki bu bağ kalktı mı sanatın sanatkarın elinde halden hale girmekte olduğunu anlarsın.
  • چشم‌بند از چشم روزی کی رود  ** صنع از صانع چه سان شیدا شود 
  • Gözün varsa kendi gözünle bir bak. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir ahmağın gözüyle bakma.
  • چشم‌داری تو به چشم خود نگر  ** منگر از چشم سفیهی بی‌خبر 
  • Kulağın varsa kendi kulağınla dinle duy. Neden sersemlerin kulağına kapılıyorsun?
  • گوش داری تو به گوش خود شنو  ** گوش گولان را چرا باشی گرو 
  • Taklide uymaksızın bakmayı adet edin, kendi aklını koru, onu düşün sen.
  • بی ز تقلیدی نظر را پیشه کن  ** هم برای عقل خود اندیشه کن 
  • (BASLIK YOK)
  • دیدن خوارزمشاه رحمه الله در سیران در موکب خود اسپی بس نادر و تعلق دل شاه به حسن و چستی آن اسپ و سرد کردن عمادالملک آن اسپ را در دل شاه و گزیدن شاه گفت او را بر دید خویش چنانک حکیم رحمةالله علیه در الهی‌نامه فرمود چون زبان حسد شود نخاس یوسفی یابی از گزی کرباس از دلالی برادران یوسف حسودانه در دل مشتریان آن چندان حسن پوشیده شد و زشت نمودن گرفت کی و کانوا فیه من الزاهدین 
  • Bir beyin pek güzel bir atı vardı. Padişahın at sürülerinde eşi yoktu. 3345
  • بود امیری را یکی اسپی گزین  ** در گله‌ی سلطان نبودش یک قرین 
  • Bir gün o ata binip padişahın alayına katıldı. Harzemşah’ın gözü, ansızın ona ilişti.
  • او سواره گشت در موکب به گاه  ** ناگهان دید اسپ را خوارزمشاه 
  • Atın çalımı, rengi padişahın gözünü aldı. Dönünceye kadar o attan gözünü ayıramadı.
  • چشم شه را فر و رنگ او ربود  ** تا به رجعت چشم شه با اسپ بود