English    Türkçe    فارسی   

6
3470-3519

  • Önce bakınca onu sonra ne hale gelecekse öyle görürsen, aldanmaz, ondan kurtulursun. 3470
  • گر تو اول بنگری چون آخرش  ** فارغ آیی از فریب فاترش 
  • Ey emin kişi! Dünya çürük bir cevizdir. Onu pek sınama, uzaktan bak.
  • جوز پوسیده‌ست دنیا ای امین  ** امتحانش کم کن از دورش ببین 
  • Padişah, o atı hal gözüyle gördü, İmadülmülk meal gözüyle.
  • شاه دید آن اسپ را با چشم حال  ** وآن عمادالملک با چشم مل 
  • Padişahın gözü titredi, ancak iki arşınlık yolu gördü. O sonu gören erse elli arşınlık yolu gördü.
  • چشم شه دو گز همی دید از لغز  ** چشم آن پایان‌نگر پنجاه گز 
  • Tanrının insanın gözüne çektiği o sürme, ne sürmedir ki can, yüzlerce perdenin ardındaki yolu görür.
  • آن چه سرمه‌ست آنک یزدان می‌کشد  ** کز پس صد پرده بیند جان رشد 
  • Kainatın ulusunun gözü, sonu görmeyle eş olmuştu. O yüzden cihanı leş gördü. 3475
  • چشم مهتر چون به آخر بود جفت  ** پس بدان دیده جهان را جیفه گفت 
  • Padişah, bir kerecik bu zemmi duymakla iktifa etti; gönlü attan soğudu gitti.
  • زین یکی ذمش که بشنود او وحسپ  ** پس فسرد اندر دل شه مهر اسپ 
  • Kendi gözünü bıraktı, onun gözünü kabul etti.
  • چشم خود بگذاشت و چشم او گزید  ** هوش خود بگذاشت و قول او شنید 
  • Kendi aklını bıraktı, onun sözünü duydu.
  • این بهانه بود و آن دیان فرد  ** از نیاز آن در دل شه سرد کرد 
  • Bu bir bahaneydi. O tek Tanrı, at sahibinin yalvarması yüzünden Padişahı attan soğuttu. Atın güzelliğini örttü ona göstermedi. O söz de arada kapı gıcırtısı gibiydi.
  • در ببست از حسن او پیش بصر  ** آن سخن بد در میان چون بانگ در 
  • O sözü padişahın gözüne bir perde yaptı. Ay, o perdenin ardından kara göründü. 3480
  • پرده کرد آن نکته را بر چشم شه  ** که از آن پرده نماید مه سیه 
  • Ne temiz mimar ki gayp aleminde sözle, afsunla kaleler yapar.
  • پاک بنایی که بر سازد حصون  ** در جهان غیب از گفت و فسون 
  • Sözü, sır köşkünün kapısının sesi bil. Bu ses kapının açılmasından mı geliyor kapının kapanmasından mı? Buna dikkat et.
  • بانگ در دان گفت را از قصر راز  ** تا که بانگ وا شدست این یا فراز 
  • Kapı sesi duyulur kapı görünmez. Bu sesi görürsünüz kapıyı görmezsiniz.
  • بانگ در محسوس و در از حس برون  ** تبصرون این بانگ و در لا تبصرون 
  • Hikmet çengi o bir ses verdi mi dikkat et. Bakalım cennet kapılarından hangisi açıldı.
  • چنگ حکمت چونک خوش‌آواز شد  ** تا چه در از روض جنت باز شد 
  • Kötü söz kapısı açıldı mı bak bakalım cehennemin hangi kapısı açıldı? 3485
  • بانگ گفت بد چو دروا می‌شود  ** از سقر تا خود چه در وا می‌شود 
  • Kapısından uzak olsan da sesini duy. Ne mutlu gözü de açık olan kişiye!
  • بانگ در بشنو چو دوری از درش  ** ای خنک او را که وا شد منظرش 
  • İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın gönlün rahat.
  • چون تو می‌بینی که نیکی می‌کنی  ** بر حیات و راحتی بر می‌زنی 
  • Fakat bir kötülükte bulundun, bir fenalık ettin mi o yaşayış o zevk gizleniverir.
  • چونک تقصیر و فسادی می‌رود  ** آن حیات و ذوق پنهان می‌شود 
  • Bu aşağılık kişilerin görüşüne uyup kendi görüşünü terk etme. Bu gerkesler seni leşe doğru çekerler çünkü.
  • دید خود مگذار از دید خسان  ** که به مردارت کشند این کرکسان 
  • Nergis gibi gözlerini kapatıyor aman değneğimi tut beni yet ey ulu kişi diyorsun. 3490
  • چشم چون نرگس فروبندی که چی  ** هین عصاام کش که کورم ای اچی 
  • Halbuki seni götürmek için seçtiğin o sopacıya dikkat edersen görürsün ki o senden de kördür.
  • وان عصاکش که گزیدی در سفر  ** خود ببینی باشد از تو کورتر 
  • Kör gibi elini at, Tanrı ipine yapış. Tanrının emrinden, nehyinden başka bir şeyin etrafında dönüp dolaşma.
  • دست کورانه به حبل الله زن  ** جز بر امر و نهی یزدانی متن 
  • Tanrı ipi nedir? Heva ve hevesi terk etmek. Bu heva ve heves Ad kavmine bir kasırga kesilmiştir.
  • چیست حبل‌الله رها کردن هوا  ** کین هوا شد صرصری مر عاد را 
  • Halk heva ve heves yüzünden zindanda oturmaktadır. Kuşun kanadı heva ve heves yüzünden bağlanmıştır.
  • خلق در زندان نشسته از هواست  ** مرغ را پرها ببسته از هواست 
  • Balık heva ve heves yüzünden kızgın tavaya düşer. Namuslu adamlardan utanma arlanma heva ve heves yüzünden gider. 3495
  • ماهی اندر تابه‌ی گرم از هواست  ** رفته از مستوریان شرم از هواست 
  • Şahnenin gözü, heva ve hevesten bir ateş yalımıdır. Çarmıha gerilmek ve darağacının korkunçluğu heva ve heves yüzündendir.
  • خشم شحنه شعله‌ی نار از هواست  ** چارمیخ و هیبت دار از هواست 
  • Yer yüzünde beden şahnelerini gördün ya, can aleminin hükümlerini yürüten şahneleri de gör.
  • شحنه‌ی اجسام دیدی بر زمین  ** شحنه‌ی احکام جان را هم ببین 
  • Ruha gayp aleminde işkenceler vardır. Fakat sen sıçrayıp kurtulmadıkça bu işkenceler gizlidir.
  • روح را در غیب خود اشکنجه‌هاست  ** لیک تا نجهی شکنجه در خفاست 
  • Kurtuldun mu işkenceyi azabı görürsün çünkü zıt zıddıyla görünür.
  • چون رهیدی بینی اشکنجه و دمار  ** زانک ضد از ضد گردد آشکار 
  • Kuyuda ve kara su içinde doğan, ovanın letafetiyle kuyunun zahmetini ne anlasın? 3500
  • آنک در چه زاد و در آب سیاه  ** او چه داند لطف دشت و رنج چاه 
  • Tanrı korkusuyla heva ve hevesten geçtin mi Tanrı tesniminden bir sağrak elde edersin.
  • چون رها کردی هوا از بیم حق  ** در رسد سغراق از تسنیم حق 
  • Heva ve hevesine uyup dolaşma. Bırak o yolu. Tanrı kapısına, selsebil ırmağına doğru gel.
  • لا تطرق فی هواک سل سبیل  ** من جناب الله نحو السلسبیل 
  • Heva ve hevese uyup ot gibi yelin geldiği tarafa eğilme. Şüphe yok arş gölgesi, çerden çöpten yapılma kulübelerden yeğdir.
  • لا تکن طوع الهوی مثل الحشیش  ** ان ظل العرش اولی من عریش 
  • Padişah, atı görürsün, sahibine verin. Tez beni bu günahtan kurtarın dedi.
  • گفت سلطان اسپ را وا پس برید  ** زودتر زین مظلمه بازم خرید 
  • Fakat kendi kendine şu kadarcık bile söyleyemedi: Aslanı bu öküz başıyla aldatma. 3505
  • با دل خود شه نفرمود این قدر  ** شیر را مفریب زین راس البقر 
  • Hileyle ortaya öküz ayağını getirmedesin. Yürü, Tanrı ata öküz boynuzunu vermez.
  • پای گاو اندر میان آری ز داو  ** رو ندوزد حق بر اسپی شاخ گاو 
  • Bu şöhret sahibi mimar, sanatını uygun yapar. Hiç atın bedenine öküz azası koyar mı?
  • بس مناسب صنعتست این شهره زاو  ** کی نهد بر جسم اسپ او عضو گاو 
  • Mimar, bedenleri uygun yaratmıştır. Köşkleri, bir yerden bir yere götürülür bir tarz da kurmuştur.
  • زاو ابدان را مناسب ساخته  ** قصرهای منتقل پرداخته 
  • Köşklerin arasına balkonlar çıkarmış, bir taraftan öbür tarafa sarnıçlar açmıştır.
  • در میان قصرها تخریج‌ها  ** از سوی این سوی آن صهریج‌ها 
  • İçlerinde sonsuz bir âlem vardır.Bir kara çadıra bunca boşluğu sığdırmıştır. 3510
  • وز درونشان عالمی بی‌منتها  ** در میان خرگهی چندین فضا 
  • گه چو کابوسی نماید ماه را  ** گه نماید روضه قعر چاه را 
  • Gönül gözü, ululuk ıssı Tanrı’dan daima halden hale dönmekte, daima sihri helâle uğramakta bulunduğundan
  • قبض و بسط چشم دل از ذوالجلال  ** دم به دم چون می‌کند سحر حلال 
  • Mustafa, Tanrı’dan çirkini çirkin, hakkı hak olarak göstermesini diledi.
  • زین سبب درخواست از حق مصطفی  ** زشت را هم زشت و حق را حق‌نما 
  • İşin sonunda yaprağı döndürdüğün zaman pişmanlıktan ıstıraba düşmeyeyim dedi.
  • تا به آخر چون بگردانی ورق  ** از پشیمانی نه افتم در قلق 
  • O eşsiz İmadülmülk ’ü de yaptığı o hileye sevk eden, yine saltanat sahibi Tanrı’ydı. 3515
  • مکر که کرد آن عماد الملک فرد  ** مالک الملکش بدان ارشاد کرد 
  • Tanrı hilesi, bu hilelerin kaynağıdır. “ Kâlb, ulu Tanrı’nın iki parmağı arasındadır.”
  • مکر حق سرچشمه‌ی این مکرهاست  ** قلب بین اصبعین کبریاست 
  • Gönlüne hile ve kıyası veren Tanrı, hırkanı ateşe vermeyi de bilir.
  • آنک سازد در دلت مکر و قیاس  ** آتشی داند زدن اندر پلاس 
  • Kethüda ile borçlu garip hikâyesi. Onların, muhtesibin mezarından dönmeleri ve Kethüdanın, o zatı rüyasında görmesi
  • رجوع کردن به قصه‌ی آن پای‌مرد و آن غریب وام‌دار و بازگشتن ایشان از سر گور خواجه و خواب دیدن پای‌مرد خواجه را الی آخره 
  • Bu güzel hikâyenin de bir türlü sonu gelmiyor. Garip, o zatın mezarından dönünce
  • بی‌نهایت آمد این خوش سرگذشت  ** چون غریب از گور خواجه باز گشت 
  • Kethüda, onu kendi evine götürdü. O yüz altını, ondan mühürlü bir kâğıt alıp kendisine teslim etti.
  • پای مردش سوی خانه‌ی خویش برد  ** مهر صد دینار را فا او سپرد