English    Türkçe    فارسی   

6
3815-3864

  • Bu cihanı yedin yuttun bir de alemle beraber öteki alemi elde etmeye tamah ediyorsun! 3815
  • کین جهان خوردی و خواهی تو ز طمع  ** کان جهان با این جهان گیری به جمع 
  • Bu sözü duyunca güldü, o ihtiyara bir hayli mal verdi. Adamcağız, bütün malları yalnız başına alıp götürdü.
  • خنده‌اش آمد مال داد آن پیر را  ** پیر تنها برد آن توفیر را 
  • O ihtiyardan başka ondan bir şey isteyen hiçbir kimse ne yarım habbe altın elde etti, ne bir zerre kumaş.
  • غیر آن پیر ایچ خواهنده ازو  ** نیم حبه زر ندید و نه تسو 
  • Fakihlerin günüydü, bir hoca, hırsa geldi, feryadediyordu.
  • نوبت روز فقیهان ناگهان  ** یک فقیه از حرص آمد در فغان 
  • Bir hayli ağladı, sızlandı, fakat çare yoktu. Her çeşit söz söyledi, hiçbir faydası olmadı.
  • کرد زاری‌ها بسی چاره نبود  ** گفت هر نوعی نبودش هیچ سود 
  • Ertesi günü ayağını eski çaputlarla sardı, kötürümler arasına karıştı. 3820
  • روز دیگر با رگو پیچید پا  ** ناکس اندر صف قوم مبتلا 
  • Ayağının sağına soluna tahtalar bağladı, bu suretle kendisini ayağı kırık bir alil göstermek istedi.
  • تخته‌ها بر ساق بست از چپ و راست  ** تا گمان آید که او اشکسته‌پاست 
  • Padişah onu gördü tanıdı hiçbir şey vermedi. Ertesi günü yüzünü bir keçe parçasıyla örttü.
  • دیدش و بشناختش چیزی نداد  ** روز دیگر رو بپوشید از لباد 
  • Fakat padişah yine tanıdı, ağzını açıp bir şey istediği için kusurda bulunmuştu, ona hiçbir şey vermedi.
  • هم بدانستش ندادش آن عزیز  ** از گناه و جرم گفتن هیچ چیز 
  • Yüz türlü hileye başvurdu, nihayet aciz kalıp kadınlar gibi çarşafa büründü.
  • چونک عاجز شد ز صد گونه مکید  ** چون زنان او چادری بر سر کشید 
  • Dul kadınların arasına karışıp elini gizledi başını eğdi öylece durdu. 3825
  • در میان بیوگان رفت و نشست  ** سر فرو افکند و پنهان کرد دست 
  • Fakat padişah, yine tanıyıp sadaka vermedi. Hocanın mahrumiyetten yüreği yandı.
  • هم شناسیدش ندادش صدقه‌ای  ** در دلش آمد ز حرمان حرقه‌ای 
  • Sonunda bir kefenciye gitti. Dedi ki: beni bir kilime sar yol üstüne koy.
  • رفت او پیش کفن‌خواهی پگاه  ** که بپیچم در نمد نه پیش راه 
  • Hiç ağzını açma, yalnız Sadr-ı cihan’ın buradan geçmesini bekle.
  • هیچ مگشا لب نشین و می‌نگر  ** تا کند صدر جهان اینجا گذر 
  • Belki görünce ölü sanır da kefen parası almak üzere bir şey verir.
  • بوک بیند مرده پندار به ظن  ** زر در اندازد پی وجه کفن 
  • Ne verirse yarısını sana veririm. Kefenci para gözler bir yoksuldu dediğini kabul etti. 3830
  • هر چه بدهد نیم آن بدهم به تو  ** هم‌چنان کرد آن فقیر صله‌جو 
  • Onu bir kilime sarıp yol üstüne koydu. Padişahın yolu oraya düştü.
  • در نمد پیچید و بر راهش نهاد  ** معبر صدر جهان آنجا فتاد 
  • Kilimin üstüne bir miktar altın attı. Hoca, hemen aceleyle kilimden elini çıkarıp altınları aldı.
  • زر در اندازید بر روی نمد  ** دست بیرون کرد از تعجیل خود 
  • Kefencinin almasına, verilen altınları gizlemesine meydan bile bırakmadı o aceleci adam.
  • تا نگیرد آن کفن‌خواه آن صله  ** تا نهان نکند ازو آن ده‌دله 
  • Ölü, kilimden elini uzatıp paraları aldıktan sonra başını kilimden çıkardı.
  • مرده از زیر نمد بر کرد دست  ** سر برون آمد پی دستش ز پست 
  • Padişaha dedi ki: ey bana kerem kapılarını kapayan bak nasıl aldım gördün ya. 3835
  • گفت با صدر جهان چون بستدم  ** ای ببسته بر من ابواب کرم 
  • Sadr-ı Cihan doğru dedi, aldın ama ölmedikçe kapımdan hiçbir şey koparamadın ya inatçı.
  • گفت لیکن تا نمردی ای عنود  ** از جناب من نبردی هیچ جود 
  • “ Ölmeden önce ölün” sırrı budur işte. Çünkü ölümden sonra ganimetler elde edilir.
  • سر موتوا قبل موت این بود  ** کز پس مردن غنیمت‌ها رسد 
  • Ey hilebaz, Tanrıya karşı ölümden başka hiçbir hüner para etmez bir inayete uğramak yüzlerce çalışıp çabalamadan yeğdir.
  • غیر مردن هیچ فرهنگی دگر  ** در نگیرد با خدای ای حیله‌گر 
  • Çalışıp çabalamanın yüzlerce çeşit bozukluğu olabilir. Çalışmada bu korku var.
  • یک عنایت به ز صد گون اجتهاد  ** جهد را خوفست از صد گون فساد 
  • O inayet ölüme bağlıdır. Bu yolu, güvenilir erler sınadılar. 3840
  • وآن عنایت هست موقوف ممات  ** تجربه کردند این ره را ثقات 
  • Ama ölüm de onun inayeti olmadıkça gelip çatmaz. Aman sen, sen ol inayete sığınmadan hiçbir yerde durma.
  • بلک مرگش بی‌عنایت نیز نیست  ** بی‌عنایت هان و هان جایی مه‌ایست 
  • İnayet bu koca yılana zümrüttür. Yılan zümrüdü görmedikçe kör olur mu hiç?
  • آن زمرد باشد این افعی پیر  ** بی زمرد کی شود افعی ضریر 
  • İki kardeş vardı. Biri köseydi, öbürü genç. Bir bekar odasında kaldılar. Oğlan, geceleyin arkasına kerpiçler yığdı. Gecenin bir vakti, bekarlardan biri kalkıp ayaklarının ucuna basa basa geldi, bir takrip kerpiçleri oradan aldı. Çocuk uyanınca bu kerpiçleri niçin aldın ve nereye koydun diye savaşa başladı. Bekar der ki: Sen bu kerpiçleri niçin koydun?
  • حکایت آن دو برادر یکی کوسه و یکی امرد در عزب خانه‌ای خفتند شبی اتفاقا امرد خشت‌ها بر مقعد خود انبار کرد عاقبت دباب دب آورد و آن خشت‌ها را به حیله و نرمی از پس او برداشت کودک بیدار شد به جنگ کی این خشت‌ها کو کجا بردی و چرا بردی او گفت تو این خشت‌ها را چرا نهادی الی آخره 
  • امردی و کوسه‌ای در انجمن  ** آمدند و مجمعی بد در وطن 
  • مشتغل ماندند قوم منتجب  ** روز رفت و شد زمانه ثلث شب 
  • Bekçinin korkusundan o iki delikanlı, o bekar odasında kaldılar orada uyudular. 3845
  • زان عزب‌خانه نرفتند آن دو کس  ** هم بخفتند آن سو از بیم عسس 
  • Kösenin sakalında dört kıl vardı. Fakat yüzü, ayın on dördüne benziyordu adeta.
  • کوسه را بد بر زنخدان چار مو  ** لیک هم‌چون ماه بدرش بود رو 
  • Delikanlı çirkindi. Arka tarafına tam yirmi tane kerpiç yığdı.
  • کودک امرد به صورت بود زشت  ** هم نهاد اندر پس کون بیست خشت 
  • Bekarlardan bir oğlancı, gece vakti kalabalığın içinden kalktı. Yavaş, yavaş yürüdü. İştahlı bir halde oğlanın yanına gelip kerpiçleri bir tarafa koydu.
  • لوطیی دب برد شب در انبهی  ** خشتها را نقل کرد آن مشتهی 
  • Çocuğa elini uzatınca çocuk, yerinden sıçradı. Hey dedi, a köpeğe tapan kimsin sen?
  • دست چون بر وی زد او از جا بجست  ** گفت هی تو کیستی ای سگ‌پرست 
  • Bu otuz kerpici neye buradan aldın? Herif dedi ki: Sen ne için o otuz kerpici yığdın? 3850
  • گفت این سی خشت چون انباشتی  ** گفت تو سی خشت چون بر داشتی 
  • Oğlan dedi ki: Hastayım zayıfım. Yatarken ihtiyata riayet ettim.
  • کودک بیمارم و از ضعف خود  ** کردم اینجا احتیاط و مرتقد 
  • Herif, hastaysan, hastalıktan hararetlendiysen neden hastaneye gitmedin?
  • گفت اگر داری ز رنجوری تفی  ** چون نرفتی جانب دار الشفا 
  • Yahut bir esirgeyici hekimin evine varmadın? Gitseydin hastalıktan kurtulurdun.
  • یا به خانه‌ی یک طبیبی مشفقی  ** که گشادی از سقامت مغلقی 
  • Çocuk dedi ki: Ben de bilmem nereye gideyim? Nereye gidersem bir derde uğruyorum.
  • گفت آخر من کجا دانم شدن  ** که بهرجا می‌روم من ممتحن 
  • Senin gibi bir zındık, bir pis, bir dinsiz herif, başucuma yırtıcı canavar gibi gelip dikiliyor. 3855
  • چون تو زندیقی پلیدی ملحدی  ** می بر آرد سر به پیشم چون ددی 
  • En iyi bir yer olan tekkede bile bir an olsun aman bulmadım.
  • خانقاهی که بود بهتر مکان  ** من ندیدم یک دمی در وی امان 
  • Bir avuç bulgur aşıyla geçinmeye çalışan derviş, gözlerinden meni akarak, elleriyle hayalarını sıkarak bana yüz tuttu.
  • رو به من آرند مشتی حمزه‌خوار  ** چشم‌ها پر نطفه کف خایه‌فشار 
  • Namuslu oldun mu gizli, gizli bakar aletleriyle oynarlar.
  • وانک ناموسیست خود از زیر زیر  ** غمزه دزدد می‌دهد مالش به کیر 
  • Tekke böyle olursa artık halkın pazarı, eşek sürüsü ve hamların divanı nasıl olur? Var kıyas et.
  • خانقه چون این بود بازار عام  ** چون بود خر گله و دیوان خام 
  • Eşek, nerde, namus ve takva nerede? Eşek, korkuyu, ürkmeyi, ricayı ne bilir? 3860
  • خر کجا ناموس و تقوی از کجا  ** خر چه داند خشیت و خوف و رجا 
  • Akıl kadının da emniyet ve adaletini diler, erkeğin de. Fakat akıl nerede?
  • عقل باشد آمنی و عدل‌جو  ** بر زن و بر مرد اما عقل کو 
  • Tutar, bu sefer de kadınlara kaçarsam Yusuf gibi sınamalara, fitnelere düşerim.
  • ور گریزم من روم سوی زنان  ** هم‌چو یوسف افتم اندر افتتان 
  • Yusuf, kadın yüzünden zindana düştü, sıkıntılara uğradı. O bile böyle olursa artık ben, elli kere darağacına çekilirim.
  • یوسف از زن یافت زندان و فشار  ** من شوم توزیع بر پنجاه دار 
  • Kadınlar, bilgisizliklerinden bana saldırdılar. Erkekler canıma kastederler.
  • آن زنان از جاهلی بر من تنند  ** اولیاشان قصد جان من کنند