English    Türkçe    فارسی   

6
391-440

  • Bir başka beye, git bakalım yüce kişi dedi, sen de nereye gidiyor, şunu anla!
  • دیگری را گفت رو ای بوالعلا  ** باز پرس از کاروان که تا کجا 
  • O da gidip geldi, Yemen’e gidiyormuş dedi. Padişah yükü neymiş? Deyince o da dinelip kaldı.
  • رفت و آمد گفت تا سوی یمن  ** گفت رختش چیست هان ای موتمن 
  • Padişah, bir başka beye hadi, sen de yükü neymiş, onu öğren dedi.
  • ماند حیران گفت با میری دگر  ** که برو وا پرس رخت آن نفر 
  • Bey gidip geldi, her cins mal var, fakat çoğu Rey kâseleri deyince,
  • باز آمد گفت از هر جنس هست  ** اغلب آن کاسه‌های رازیست 
  • Padişah, Rey’den ne vakit çıkmış? diye sordu. O aklı gevşek bey de âciz kaldı. 395
  • گفت کی بیرون شدند از شهر ری  ** ماند حیران آن امیر سست پی 
  • Böylece, otuz hattâ daha fazla beyin hepsi de âciz ve noksan çıktı.
  • هم‌چنین تا سی امیر و بیشتر  ** سست‌رای و ناقص اندر کر و فر 
  • Bunun üzerine padişah beylere dedi ki: Ben bir gün tek başıma Eyaz’ımı sınadım.
  • گفت امیران را که من روزی جدا  ** امتحان کردم ایاز خویش را 
  • Şu kervan nereden geliyor? Git anla dedim. Gitti, hepsini sorup öğrenmiş.
  • که بپرس از کاروان تا از کجاست  ** او برفت این جمله وا پرسید راست 
  • Benim emrim olmadan kervanın bütün ahvalini, olduğu gibi bir bir anlattı.
  • بی‌وصیت بی‌اشارت یک به یک  ** حالشان دریافت بی ریبی و شک 
  • Bu otuz bey, otuz defada ne öğrenebildiyse o, hepsini birden öğrenip geldi. 400
  • هر چه زین سی میر اندر سی مقام  ** کشف شد زو آن به یکدم شد تمام 
  • Beylerin,bu delili cebrice şüphelerle zayıflarmaya savaşmaları,padişahın onlara verdiği cevap
  • مدافعه‌ی امرا آن حجت را به شبهه‌ی جبریانه و جواب دادن شاه ایشان را 
  • Beyler, bu bir zekâ işi, o da Allah vergisi, çalışmakla olmaz ki.
  • پس بگفتند آن امیران کین فنیست  ** از عنایتهاش کار جهد نیست 
  • Aya o güzel yüzü Allah vermiş, güle o hoş kokuyu Allah ihsan etmiş dediler.
  • قسمت حقست مه را روی نغز  ** داده‌ی بختست گل را بوی نغز 
  • Padişah dedi ki: İnsanın elde ettiği şey zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir, kârsa çalışıp çabalamasından.
  • گفت سلطان بلک آنچ از نفس زاد  ** ریع تقصیرست و دخل اجتهاد 
  • Yoksa Âdem, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” der miydi.
  • ورنه آدم کی بگفتی با خدا  ** ربنا انا ظلمنا نفسنا 
  • Bu suç bahtımdan. Kader böyleymiş,ihtiyatın tedbirin ne faydası var? derdi. 405
  • خود بگفتی کین گناه از نفس بود  ** چون قضا این بود حزم ما چه سود 
  • İblis gibi hani. O da “Sen beni azdırdın. Hem kadehimizi kırıyor, hem de bizi dövüyorsun” demişti ya.
  • هم‌چو ابلیسی که گفت اغویتنی  ** تو شکستی جام و ما را می‌زنی 
  • Halbuki takdir haktır ama, kulun çalışması da hak. Kendine gel de koca şeytan gibi kör olma.
  • بل قضا حقست و جهد بنده حق  ** هین مباش اعور چو ابلیس خلق 
  • İki iş arasında tereddütte kalıyoruz. Hiç ihtiyarımız olmasa bu tereddüt olur mu?
  • در تردد مانده‌ایم اندر دو کار  ** این تردد کی بود بی‌اختیار 
  • İki eli, iki ayağı bağlı olan adam bunu mu yapsam onu mu, der mi?
  • این کنم یا آن کنم او کی گود  ** که دو دست و پای او بسته بود 
  • Denize mi dalsam, yücelere mi uçsam diye hiç tereddüde düşer mi? 410
  • هیچ باشد این تردد بر سرم  ** که روم در بحر یا بالا پرم 
  • Musul’a mı gitsem, yoksa büyü öğrenmek için Babil’e mi diye düşüncelere kapılır mı?
  • این تردد هست که موصل روم  ** یا برای سحر تا بابل روم 
  • Şu halde tereddüt, bir kudrete delâlet eder. Böyle olmasa tereddüde düşenin bıyığına gülerler.
  • پس تردد را بباید قدرتی  ** ورنه آن خنده بود بر سبلتی 
  • Yiğidim, kadere az bahane bul! Nasıl oluyor da suçunu başkalarına yükletiyorsun?
  • بر قضا کم نه بهانه ای جوان  ** جرم خود را چون نهی بر دیگران 
  • Zeyd, kana girsin, cezasını Amr çeksin... Amr, şarap içsin, Ahmet dayak yesin, bu olur mu?
  • خون کند زید و قصاص او به عمر  ** می خورد عمرو و بر احمد حد خمر 
  • Kendi etrafında dolan, kendi suçunu gör. Hareketi güneşten bil, gölgeden bilme. 415
  • گرد خود برگرد و جرم خود ببین  ** جنبش از خود بین و از سایه مبین 
  • Bir beyin bile ceza vermesi yanlış olmuyor, o gözü açık er, düşmanı biliyor.
  • که نخواهد شد غلط پاداش میر  ** خصم را می‌داند آن میر بصیر 
  • Bal şerbeti içersen başkasına humma gelmiyor. Gündüzün çalışıyorsun, akşamleyin ücretini başkası almıyor.
  • چون عسل خوردی نیامد تب به غیر  ** مزد روز تو نیامد شب به غیر 
  • Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin?
  • در چه کردی جهد کان وا تو نگشت  ** تو چه کاریدی که نامد ریع کشت 
  • Canından, teninden doğan işin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar.
  • فعل تو که زاید از جان و تنت  ** هم‌چو فرزندت بگیرد دامنت 
  • Yaptığın işe gayb âleminden bir suret verirler. Hırsızlık için darağacı kurmuyorlar mı? 420
  • فعل را در غیب صورت می‌کنند  ** فعل دزدی را نه داری می‌زنند 
  • Darağacı hırsızlığa benzemez ama gaypları bilen Allah’nın meydana getirdiği bir örnektir.
  • دار کی ماند به دزدی لیک آن  ** هست تصویر خدای غیب‌دان 
  • Allah, şahsın gönlüne, adalet için şöyle bir suret düz diye ilhamda bulunur.
  • در دل شحنه چو حق الهام داد  ** که چنین صورت بساز از بهر داد 
  • Sen de bilir, anlarsın ki bu, bu işin karşılığı. Yoksa adalet sahibi olan Allah takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl olur da verir?
  • تا تو عالم باشی و عادل قضا  ** نامناسب چون دهد داد و سزا 
  • Hâkim bile bunu seçer, bu çeşit hareket ederken bu hâkimlerin en doğru ve adaletli hüküm vereni olan Allah, nasıl hükmeder? Düşün artık.
  • چونک حاکم این کند اندر گزین  ** چون کند حکم احکم این حاکمین 
  • Arpa ektin mi, arpadan başka bir şey bitmez. Borcu sen verdin kimden rehin istiyorsun ki? 425
  • چون بکاری جو نروید غیر جو  ** قرض تو کردی ز که خواهد گرو 
  • Suçunu başkasına yükleme. Aklını yaptığın işin cezasına ver, kulağını o yana aç...
  • جرم خود را بر کسی دیگر منه  ** هوش و گوش خود بدین پاداش ده 
  • Suçu kendine bul, tohumu sen ektin. Allah’nın mücazatıyla, adaletiyle uzlaş.
  • جرم بر خود نه که تو خود کاشتی  ** با جزا و عدل حق کن آشتی 
  • Zahmetin sebebi kötülük etmektir. Kötülüğü yaptığın işlerde gör, talihimden deme.
  • رنج را باشد سبب بد کردنی  ** بد ز فعل خود شناس از بخت نی 
  • Talihe bakış insanı şaşı eder.Köpeği samanlıkta uyutur, tembel bir hale sokar.
  • آن نظر در بخت چشم احوال کند  ** کلب را کهدانی و کاهل کند 
  • Civanım kendi nefsini suçlu bul da adaletin verdiği cezayı az kına. 430
  • متهم کن نفس خود را ای فتی  ** متهم کم کن جزای عدل را 
  • Ercesine tövbe et, yola baş koy. “Kim bir zerre kadar iyilik, yahut kötülük etse mükâfat ve mücazatını görür.”
  • توبه کن مردانه سر آور به ره  ** که فمن یعمل بمثقال یره 
  • Nefsin afsununa az aldan, Allah güneşi, bir zerreyi bile örtüp kaybetmez.
  • در فسون نفس کم شو غره‌ای  ** که آفتاب حق نپوشد ذره‌ای 
  • Şu cismani güneş karşısında bile bu cismani zerreler görünürse,
  • هست این ذرات جسمی ای مفید  ** پیش این خورشید جسمانی پدید 
  • Elbette hâtıra ve düşünce zerreleri, hakikatlar güneşine karşı görünecek.
  • هست ذرات خواطر و افتکار  ** پیش خورشید حقایق آشکار 
  • Bir avcı,kuşlar kendisini ot sansınlar diye otlara,çimenlere bürünmüş,başına da külâh gibi gül ve lâleler koymuştu. Akıllı bir kuş,ben bu çeşit çayır,çimen görmedim,bu insan olsa gerek diye ondan bir koku almıştı ama tam değil .Çünkü bu ilk şüphesi, katî değildi ,ikinci şüphesi daha katî oldu,yani hayır,hayır dedi, herhalde çayır,çimen olmalı.Bu şüphe hırs ve tamahtan gelmişti.Hırs ve tamah hele ihtiyaç ve yoksulluk zamanı pek müşküldür.Peygamber , ” Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu ” demiştir.
  • حکایت آن صیادی کی خویشتن در گیاه پیچیده بود و دسته‌ی گل و لاله را کله‌وار به سر فرو کشیده تا مرغان او را گیاه پندارند و آن مرغ زیرک بوی برد اندکی کی این آدمیست کی برین شکل گیاه ندیدم اما هم تمام بوی نبرد به افسون او مغرور شد زیرا در ادراک اول قاطعی نداشت در ادراک مکر دوم قاطعی داشت و هو الحرص و الطمع لا سیما عند فرط الحاجة و الفقر قال النبی صلی الله علیه و سلم کاد الفقر ان یکون کفرا 
  • Bir kuş, çayırlığa gitti. Orada da av için bir tuzak vardı. 435
  • رفت مرغی در میان مرغزار  ** بود آنجا دام از بهر شکار 
  • Avcı yere birkaç tane saçmış, kendisi de orada pusuya sinmişti.
  • دانه‌ی چندی نهاده بر زمین  ** وآن صیاد آنجا نشسته در کمین 
  • Biçare avı yakalamak için kendisine yaprakları ,otları sarmıştı.
  • خویشتن پیچیده در برگ و گیاه  ** تا در افتد صید بیچاره ز راه 
  • Bir kuşcağız onu tanımayıp geldi, adamın etrafında dönüp dolaştı.
  • مرغک آمد سوی او از ناشناخت  ** پس طوافی کرد و پیش مرد تاخت 
  • Sen kimsin ki dedi, böyle yeşiller giyinmişsin, bu vahşi hayvanlar içinde ovada oturup duruyorsun.
  • گفت او را کیستی تو سبزپوش  ** در بیابان در میان این وحوش 
  • Adam, bir zâhidim dedi, dünyadan elimi ayağımı çektim, burada otlarla kanaat edip gidiyorum. 440
  • گفت مرد زاهدم من منقطع  ** با گیاهی گشتم اینجا مقتنع