English    Türkçe    فارسی   

6
4018-4067

  • Fakat işi tamamıyla kesen ayrılık değildir bu. Bu iş, bu makam her türlü ayrılıktan emindir.
  • نه فراق قطع بهر مصلحت  ** که آمنست از هر فراق آن منقبت 
  • Ruha mensup olan o kalıbın baki kalması için güneş, bir an kendisini kardan çeker.
  • بهر استبقاء آن روحی جسد  ** آفتاب از برف یک‌دم درکشد 
  • Sen onlardan kendi canın için bir düzenlik ara; onların sözlerinden ıstılah çalmaya kalkışma. 4020
  • بهر جان خویش جو زیشان صلاح  ** هین مدزد از حرف ایشان اصطلاح 
  • Zeliha’ da çöreotundan öd ağacına kadar her şeyin adını Yusuf takmıştı.
  • آن زلیخا از سپندان تا به عود  ** نام جمله چیز یوسف کرده بود 
  • Onun adını gizli bir surette yazmış, mahremlerine o sırrı bildirmişti.
  • نام او در نامها مکتوم کرد  ** محرمان را سر آن معلوم کرد 
  • Mum, ateşten yumuşadı dese bu söz, o sevgili bize alıştı, sevdalandı demekti.
  • چون بگفتی موم ز آتش نرم شد  ** این بدی کان یار با ما گرم شد 
  • Ay doğdu, bakın dese, yahut söğüt ağacı yeşerdi diye bir söz söylese...
  • ور بگفتی مه برآمد بنگرید  ** ور بگفتی سبز شد آن شاخ بید 
  • Yapraklar ne güzel oynamakta; çöreotu ne hoş yanıyor… 4025
  • ور بگفتی برگها خوش می‌طپند  ** ور بگفتی خوش همی‌سوزد سپند 
  • Gül, bülbülle sırrını söyledi; padişah, sevgilisine sır söyledi…
  • ور بگفتی گل به بلبل راز گفت  ** ور بگفتی شه سر شهناز گفت 
  • Bahtımız ne de kutlu; yaygıları döşeyin…
  • ور بگفتی چه همایونست بخت  ** ور بگفتی که بر افشانید رخت 
  • Saka su getirdi; güneş doğdu…
  • ور بگفتی که سقا آورد آب  ** ور بگفتی که بر آمد آفتاب 
  • Dün gece bir tencere kaynattılar; içindekiler güzelce pişti, helmelendi…
  • ور بگفتی دوش دیگی پخته‌اند  ** یا حوایج از پزش یک لخته‌اند 
  • Ekmekler tuzsuz; felek, aksine dönmede… 4030
  • ور بگفتی هست نانها بی‌نمک  ** ور بگفتی عکس می‌گردد فلک 
  • Başım ağrıyor; başımın ağrısı geçti gibi bir şey söylese hep başka şey kastederdi.
  • ور بگفتی که به درد آمد سرم  ** ور بگفتی درد سر شد خوشترم 
  • Birini övse onu över, birinden şikayetlense onun ayrılığını anlatmış olurdu.
  • گر ستودی اعتناق او بدی  ** ور نکوهیدی فراق او بدی 
  • Yüz binlerce ad söylese maksadı, dileği hep Yusuf’tu.
  • صد هزاران نام گر بر هم زدی  ** قصد او و خواه او یوسف بدی 
  • Acıkırsa onun adını söylerdi. Tok olursa onunla duyar, onun kadehinden sarhoş olurdu.
  • گرسنه بودی چو گفتی نام او  ** می‌شدی او سیر و مست جام او 
  • Susuzluğu onun adıyla geçerdi. Batıni şerbeti onun adıydı. 4035
  • تشنگیش از نام او ساکن شدی  ** نام یوسف شربت باطن شدی 
  • Derdi oldu mu onun yüce adıyla derhal derdi yatışırdı.
  • ور بدی دردیش زان نام بلند  ** درد او در حال گشتی سودمند 
  • Hatta kış vakti sevgilisinin adı ona kürk kesilirdi. Sevda aleminde sevgilisinin adı bu işi işler işte.
  • وقت سرما بودی او را پوستین  ** این کند در عشق نام دوست این 
  • Aşağılık kişiler de her an o temiz adı anar ama bu tesir görülmez; çünkü onlarda aşk yoktur.
  • عام می‌خوانند هر دم نام پاک  ** این عمل نکند چو نبود عشقناک 
  • İsa, onun adıyla mucizeler yaptı. Ne mucize gördüyse onun adıyla gösterdi.
  • آنچ عیسی کرده بود از نام هو  ** می‌شدی پیدا ورا از نام او 
  • Bir can, Hakk’a ulaştı mı onun zikri, bunun zikridir; bunun zikri onun zikri. 4040
  • چونک با حق متصل گردید جان  ** ذکر آن اینست و ذکر اینست آن 
  • Böyle can kendinden boşalır, sevgilisinin aşkıyla dolar. Testide ne varsa dışına o sızar.
  • خالی از خود بود و پر از عشق دوست  ** پس ز کوزه آن تلابد که دروست 
  • Gülme, vuslat safranının kokusunu verir, ağlama, uzaklık soğanının kokusunu.
  • خنده بوی زعفران وصل داد  ** گریه بوهای پیاز آن بعاد 
  • Halbuki bunların her birinin gönlünde yüzlerce murat var. Bu, aşk ve sevgi mezhebi değildir.
  • هر یکی را هست در دل صد مراد  ** این نباشد مذهب عشق و وداد 
  • Gündüze nasıl güneş lazımsa aşka da sevgili lazım. Güneş o yüze nikap gibidir.
  • یار آمد عشق را روز آفتاب  ** آفتاب آن روی را هم‌چون نقاب 
  • Nikapla sevgilinin yüzünü fark edemeyen, güneşe tapar. Ondan el çek. 4045
  • آنک نشناسد نقاب از روی یار  ** عابد الشمس است دست از وی بدار 
  • Aşıkın günü de odur, rızkı da. Aşıkın gönlü de odur, gönlünün yanışı da.
  • روز او و روزی عاشق هم او  ** دل همو دلسوزی عاشق هم او 
  • Balıklara ekmek de sudur, su da. Elbise de sudur, ilaç da, uyku da.
  • ماهیان را نقد شد از عین آب  ** نان و آب و جامه و دارو و خواب 
  • Aşık, çocuğa benzer. Memeden süt emer durur. O iki alemde de sütten başka bir şey bilmez.
  • هم‌چو طفلست او ز پستان شیرگیر  ** او نداند در دو عالم غیر شیر 
  • Fakat şu da var ki çocuk, sütü hem bilir, hem bilmez. Bu tarafta tedbirin yeri yoktur.
  • طفل داند هم نداند شیر را  ** راه نبود این طرف تدبیر را 
  • Bu define bildiren kitap, açanı da açılanı da bulsun, define sahibine de, defineye de nail olsun diye ruhu hayretlere düşürmüştür. 4050
  • گیج کرد این گردنامه روح را  ** تا بیابد فاتح و مفتوح را 
  • Ruh, bu yürüyüşte hayran olmaz. Hayret şöyle dursun defineyi bildiren kitabı elde eden ruh, deniz kesilir, sel ve ırmak değil.
  • گیج نبود در روش بلک اندرو  ** حاملش دریا بود نه سیل و جو 
  • Bulduğunu buldu mu kendisi kaybolur. Bir sel gibi denize gark olur gider.
  • چون بیابد او که یابد گم شود  ** هم‌چو سیلی غرقه‌ی قلزم شود 
  • Tohum yok oldu da ondan sonra bitti, incir haline geldi. "“Ben de sen ölmeyince altın vermedim ya” sözü budur işte.
  • دانه گم شد آنگهی او تین بود  ** تا نمردی زر ندادم این بود 
  • Şehzadelerin Çin ülkesine varıp idare merkezi olan şehirde gizlenmeleri, bir hayli sabrettikten sonra büyük kardeşlerinin sabırsızlanarak “Ben gidiyorum, elveda size. Gidip kendimi padişaha tanıtacağım” demesi. Ayağım, ya beni maksadıma ulaştırır. Yahut oraya gönlüm gibi başımı da veririm. Kardeşlerinin ona öğüt vermeleri, fakat fayda etmemesi. Ey aşıkları kınayan, bırak onları, Tanrı’nın azdırdığı bir taifeyi sen nasıl doğru yola sokabilirsin?
  • بعد مکث ایشان متواری در بلاد چین در شهر تختگاه و بعد دراز شدن صبر بی‌صبر شدن آن بزرگین کی من رفتم الوداع خود را بر شاه عرضه کنم اما قدمی تنیلنی مقصودی او القی راسی کفادی ثم یا پای رساندم به مقصود و مراد یا سر بنهم هم‌چو دل از دست آن‌جا و نصیحت برادران او را سود ناداشتن یا عاذل العاشقین دع فة اضلها الله کیف ترشدها الی آخره 
  • Büyük kardeşleri dedi ki: Kardeşlerim beklemeden canım ağzıma geldi.
  • آن بزرگین گفت ای اخوان من  ** ز انتظار آمد به لب این جان من 
  • artık bir şeye aldırış etmiyorum sabrım kalmadı. Bu sabır beni adeta ateşe attı. 4055
  • لا ابالی گشته‌ام صبرم نماند  ** مر مرا این صبر در آتش نشاند 
  • Sabretmeden takatim tak oldu. Başıma gelen şey aşıklara ibret kesildi.
  • طاقت من زین صبوری طاق شد  ** راقعه‌ی من عبرت عشاق شد 
  • Ayrılık yüzünden canıma doydum. Ayrılıkta yaşamak, münafıklıktır.
  • من ز جان سیر آمدم اندر فراق  ** زنده بودن در فراق آمد نفاق 
  • Ayrılığın derdi, niceye bir beni öldürecek? Kes başımı da aşk, bana bir baş bağışlasın.
  • چند درد فرقتش بکشد مرا  ** سر ببر تا عشق سر بخشد مرا 
  • Dinim, aşkla yaşamaktır. Bu canla, bu başla diri kalmak, bunlarla yaşamak benim için ayıptır, ardır.
  • دین من از عشق زنده بودنست  ** زندگی زین جان و سر ننگ منست 
  • Kılıç aşıkın canından tozu, toprağı siler süpürür. Çünkü kılıç, suçları kökünden mahveder. 4060
  • تیغ هست از جان عاشق گردروب  ** زانک سیف افتاد محاء الذنوب 
  • Ey güzel ömürlerdir “Hayatım ölümümdedir” diye aşkının davulunu dövüp durmaktayım.
  • چون غبار تن بشد ماهم بتافت  ** ماه جان من هوای صاف یافت 
  • Beden tozu kalktı mı ayım parlar. Can ayım, saf bir hava bulur.
  • عمرها بر طبل عشقت ای صنم  ** ان فی متی حیاتی می‌زنم 
  • Can, su kuşu olduğunu dava etmede. Artık bela tufanından feryat eder mi hiç?
  • دعوی مرغابی کردست جان  ** کی ز طوفان بلا دارد فغان 
  • Gemi parçalanmış, kaza ne gam? Onun gemisi, suya ayak basıvermektir.
  • بط را ز اشکستن کشتی چه غم  ** کشتی‌اش بر آب بس باشد قدم 
  • Canım ve bedenim, bu dava ile dirildi. Artık ben bu davadan nasıl vazgeçer, nasıl sukut edebilirim? 4065
  • زنده زین دعوی بود جان و تنم  ** من ازین دعوی چگونه تن زنم 
  • Rüya görürüm ama uykuda değil. Dava edip duruyorum ama yalancı değilim.
  • خواب می‌بینم ولی در خواب نه  ** مدعی هستم ولی کذاب نه 
  • Yüz kere kellemi kessen mum gibiyim ben, daha ziyade aydınlanır, etrafı daha aydınlık bir hale getiririm.
  • گر مرا صد بار تو گردن زنی  ** هم‌چو شمعم بر فروزم روشنی