English    Türkçe    فارسی   

6
410-459

  • Denize mi dalsam, yücelere mi uçsam diye hiç tereddüde düşer mi? 410
  • هیچ باشد این تردد بر سرم  ** که روم در بحر یا بالا پرم 
  • Musul’a mı gitsem, yoksa büyü öğrenmek için Babil’e mi diye düşüncelere kapılır mı?
  • این تردد هست که موصل روم  ** یا برای سحر تا بابل روم 
  • Şu halde tereddüt, bir kudrete delâlet eder. Böyle olmasa tereddüde düşenin bıyığına gülerler.
  • پس تردد را بباید قدرتی  ** ورنه آن خنده بود بر سبلتی 
  • Yiğidim, kadere az bahane bul! Nasıl oluyor da suçunu başkalarına yükletiyorsun?
  • بر قضا کم نه بهانه ای جوان  ** جرم خود را چون نهی بر دیگران 
  • Zeyd, kana girsin, cezasını Amr çeksin... Amr, şarap içsin, Ahmet dayak yesin, bu olur mu?
  • خون کند زید و قصاص او به عمر  ** می خورد عمرو و بر احمد حد خمر 
  • Kendi etrafında dolan, kendi suçunu gör. Hareketi güneşten bil, gölgeden bilme. 415
  • گرد خود برگرد و جرم خود ببین  ** جنبش از خود بین و از سایه مبین 
  • Bir beyin bile ceza vermesi yanlış olmuyor, o gözü açık er, düşmanı biliyor.
  • که نخواهد شد غلط پاداش میر  ** خصم را می‌داند آن میر بصیر 
  • Bal şerbeti içersen başkasına humma gelmiyor. Gündüzün çalışıyorsun, akşamleyin ücretini başkası almıyor.
  • چون عسل خوردی نیامد تب به غیر  ** مزد روز تو نیامد شب به غیر 
  • Neye çalıştın da zararını, faydasını görmedin? Ne ektin de devşirme vakti onu biçmedin?
  • در چه کردی جهد کان وا تو نگشت  ** تو چه کاریدی که نامد ریع کشت 
  • Canından, teninden doğan işin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar.
  • فعل تو که زاید از جان و تنت  ** هم‌چو فرزندت بگیرد دامنت 
  • Yaptığın işe gayb âleminden bir suret verirler. Hırsızlık için darağacı kurmuyorlar mı? 420
  • فعل را در غیب صورت می‌کنند  ** فعل دزدی را نه داری می‌زنند 
  • Darağacı hırsızlığa benzemez ama gaypları bilen Allah’nın meydana getirdiği bir örnektir.
  • دار کی ماند به دزدی لیک آن  ** هست تصویر خدای غیب‌دان 
  • Allah, şahsın gönlüne, adalet için şöyle bir suret düz diye ilhamda bulunur.
  • در دل شحنه چو حق الهام داد  ** که چنین صورت بساز از بهر داد 
  • Sen de bilir, anlarsın ki bu, bu işin karşılığı. Yoksa adalet sahibi olan Allah takdiri, insana yaptığına uygun olmayan cezayı nasıl olur da verir?
  • تا تو عالم باشی و عادل قضا  ** نامناسب چون دهد داد و سزا 
  • Hâkim bile bunu seçer, bu çeşit hareket ederken bu hâkimlerin en doğru ve adaletli hüküm vereni olan Allah, nasıl hükmeder? Düşün artık.
  • چونک حاکم این کند اندر گزین  ** چون کند حکم احکم این حاکمین 
  • Arpa ektin mi, arpadan başka bir şey bitmez. Borcu sen verdin kimden rehin istiyorsun ki? 425
  • چون بکاری جو نروید غیر جو  ** قرض تو کردی ز که خواهد گرو 
  • Suçunu başkasına yükleme. Aklını yaptığın işin cezasına ver, kulağını o yana aç...
  • جرم خود را بر کسی دیگر منه  ** هوش و گوش خود بدین پاداش ده 
  • Suçu kendine bul, tohumu sen ektin. Allah’nın mücazatıyla, adaletiyle uzlaş.
  • جرم بر خود نه که تو خود کاشتی  ** با جزا و عدل حق کن آشتی 
  • Zahmetin sebebi kötülük etmektir. Kötülüğü yaptığın işlerde gör, talihimden deme.
  • رنج را باشد سبب بد کردنی  ** بد ز فعل خود شناس از بخت نی 
  • Talihe bakış insanı şaşı eder.Köpeği samanlıkta uyutur, tembel bir hale sokar.
  • آن نظر در بخت چشم احوال کند  ** کلب را کهدانی و کاهل کند 
  • Civanım kendi nefsini suçlu bul da adaletin verdiği cezayı az kına. 430
  • متهم کن نفس خود را ای فتی  ** متهم کم کن جزای عدل را 
  • Ercesine tövbe et, yola baş koy. “Kim bir zerre kadar iyilik, yahut kötülük etse mükâfat ve mücazatını görür.”
  • توبه کن مردانه سر آور به ره  ** که فمن یعمل بمثقال یره 
  • Nefsin afsununa az aldan, Allah güneşi, bir zerreyi bile örtüp kaybetmez.
  • در فسون نفس کم شو غره‌ای  ** که آفتاب حق نپوشد ذره‌ای 
  • Şu cismani güneş karşısında bile bu cismani zerreler görünürse,
  • هست این ذرات جسمی ای مفید  ** پیش این خورشید جسمانی پدید 
  • Elbette hâtıra ve düşünce zerreleri, hakikatlar güneşine karşı görünecek.
  • هست ذرات خواطر و افتکار  ** پیش خورشید حقایق آشکار 
  • Bir avcı,kuşlar kendisini ot sansınlar diye otlara,çimenlere bürünmüş,başına da külâh gibi gül ve lâleler koymuştu. Akıllı bir kuş,ben bu çeşit çayır,çimen görmedim,bu insan olsa gerek diye ondan bir koku almıştı ama tam değil .Çünkü bu ilk şüphesi, katî değildi ,ikinci şüphesi daha katî oldu,yani hayır,hayır dedi, herhalde çayır,çimen olmalı.Bu şüphe hırs ve tamahtan gelmişti.Hırs ve tamah hele ihtiyaç ve yoksulluk zamanı pek müşküldür.Peygamber , ” Az kaldı yoksulluk küfür oluyordu ” demiştir.
  • حکایت آن صیادی کی خویشتن در گیاه پیچیده بود و دسته‌ی گل و لاله را کله‌وار به سر فرو کشیده تا مرغان او را گیاه پندارند و آن مرغ زیرک بوی برد اندکی کی این آدمیست کی برین شکل گیاه ندیدم اما هم تمام بوی نبرد به افسون او مغرور شد زیرا در ادراک اول قاطعی نداشت در ادراک مکر دوم قاطعی داشت و هو الحرص و الطمع لا سیما عند فرط الحاجة و الفقر قال النبی صلی الله علیه و سلم کاد الفقر ان یکون کفرا 
  • Bir kuş, çayırlığa gitti. Orada da av için bir tuzak vardı. 435
  • رفت مرغی در میان مرغزار  ** بود آنجا دام از بهر شکار 
  • Avcı yere birkaç tane saçmış, kendisi de orada pusuya sinmişti.
  • دانه‌ی چندی نهاده بر زمین  ** وآن صیاد آنجا نشسته در کمین 
  • Biçare avı yakalamak için kendisine yaprakları ,otları sarmıştı.
  • خویشتن پیچیده در برگ و گیاه  ** تا در افتد صید بیچاره ز راه 
  • Bir kuşcağız onu tanımayıp geldi, adamın etrafında dönüp dolaştı.
  • مرغک آمد سوی او از ناشناخت  ** پس طوافی کرد و پیش مرد تاخت 
  • Sen kimsin ki dedi, böyle yeşiller giyinmişsin, bu vahşi hayvanlar içinde ovada oturup duruyorsun.
  • گفت او را کیستی تو سبزپوش  ** در بیابان در میان این وحوش 
  • Adam, bir zâhidim dedi, dünyadan elimi ayağımı çektim, burada otlarla kanaat edip gidiyorum. 440
  • گفت مرد زاهدم من منقطع  ** با گیاهی گشتم اینجا مقتنع 
  • Zahitliği kendime yol yordam yaptım. Çünkü ecelimi önümde görmekteyim.
  • زهد و تقوی را گزیدم دین و کیش  ** زانک می‌دیدم اجل را پیش خویش 
  • Komşumun ölümü, bana, vaiz edici yeter. Bu öğüt, benim kazancımı, dükkânımı yıktı mahvetti.
  • مرگ همسایه مرا واعظ شده  ** کسب و دکان مرا برهم زده 
  • Sonunda mademki yapayalnız kalacağım, her kadınla, her erkekle düşüp kalkmaya alışmamak lâzım.
  • چون به آخر فرد خواهم ماندن  ** خو نباید کرد با هر مرد و زن 
  • Mademki sonunda mezara yüz tutacağım, tek Allah’ya alışmam daha iyi.
  • رو بخواهم کرد آخر در لحد  ** آن به آید که کنم خو با احد 
  • Güzelim, sonunda değil mi ki çenemiz bağlanacak, çenemi az oynatmam daha doğru. 445
  • چو زنخ را بست خواهند ای صنم  ** آن به آید که زنخ کمتر زنم 
  • Ey altın sırmalı esvaplar giymeye, altın kemerler takınmaya alışmış adam, nihayet sana da bir dikilmemiş elbisedir giydirilecek.
  • ای بزربفت و کمر آموخته  ** آخرستت جامه‌ی نادوخته 
  • Yüzümüzü toprağa tutalım, ondan bittik, geliştik. Neden gönlümüzü vefasızlara verelim?
  • رو به خاک آریم کز وی رسته‌ایم  ** دل چرا در بی‌وفایان بسته‌ایم 
  • Bizim atalarımız akrabalarımız, eskiden beri dört tabiattır. Öyle olduğu halde biz, eğreti akrabalara tamah ettik.
  • جد و خویشانمان قدیمی چار طبع  ** ما به خویشی عاریت بستیم طمع 
  • Yıllardır insanın cismi, unsurlarla görüşmede, konuşmada.
  • سالها هم‌صحبتی و هم‌دمی  ** با عناصر داشت جسم آدمی 
  • Ruhu da, nefislerle akıllardan ama ruh, kendi asıllarını unutmuş. 450
  • روح او خود از نفوس و از عقول  ** روح اصول خویش را کرده نکول 
  • O tertemiz nefislerle akıllardan, cana her an ey vefasız diye mektup gelmede.
  • از عقول و از نفوس پر صفا  ** نامه می‌آید به جان کای بی‌وفا 
  • Beş günlük dostları buldun da eski dostlardan yüz çevirdin.
  • یارکان پنج روزه یافتی  ** رو ز یاران کهن بر تافتی 
  • Çocuklar oyundan hoşlanırlar ama, geceleyin onları çeke çeke evlerine götürürler.
  • کودکان گرچه که در بازی خوشند  ** شب کشانشان سوی خانه می‌کشند 
  • Küçük çocuk oyuna başlarken soyunur, hırkasını külâhını, ayakkabısını çıkarır atar. Hırsız da gelip ansızın onları kapıverir.
  • شد برهنه وقت بازی طفل خرد  ** دزد از ناگه قبا و کفش برد 
  • Çocuk, oyuna öyle bir dalar ki külâhı, gömleği aklına bile gelmez. 455
  • آن چنان گرم او به بازی در فتاد  ** کان کلاه و پیرهن رفتش ز یاد 
  • Gece gelir çatar bir türlü oyunu bırakamaz. Eve bir türlü yüz çeviremez.
  • شد شب و بازی او شد بی‌مدد  ** رو ندارد کو سوی خانه رود 
  • Duymadın mı, “Dünya ancak bir oyundan ibarettir” denmiştir. Sense oyuna daldın, elbiseni yele verdin, şimdi korkuya düştün.
  • نی شنیدی انما الدنیا لعب  ** باد دادی رخت و گشتی مرتعب 
  • Gece gelmeden elbiseni ara, gündüzü dedikoduyla zayi etme.
  • پیش از آنک شب شود جامه بجو  ** روز را ضایع مکن در گفت و گو 
  • Hâsılı ben de ovada kendime halvet bir yer seçtim, halkı elbise hırsızı gördüm.
  • من به صحرا خلوتی بگزیده‌ام  ** خلق را من دزد جامه دیده‌ام