English    Türkçe    فارسی   

6
4266-4315

  • O yoksul dövme doğruyu söyleyeceğim diye bar bar bağırmaya başlamıştı.
  • نعره و فریاد زان درویش خاست  ** که مزن تا من بگویم حال راست 
  • Bekçi dedi ki: Peki mühlet verdim, söyle. Neden geceleyin sokağa çıktın?
  • گفت اینک دادمت مهلت بگو  ** تا به شب چون آمدی بیرون به کو 
  • Sen buralı değilsin, yabancısın, belli. Doğru söyle, ne hileye çattın bakalım?
  • تو نه‌ای زینجا غریب و منکری  ** راستی گو تا بچه مکر اندری 
  • Divan ehli, bekçiyi kınamışlar, neden hırsızlar bu zaman çoğaldılar?
  • اهل دیوان بر عسس طعنه زدند  ** که چرا دزدان کنون انبه شدند 
  • Bu çokluk senin ve senin gibilerin yüzünden. Önce çirkin ve pis arkadaşlarını göster. 4270
  • انبهی از تست و از امثال تست  ** وا نما یاران زشتت را نخست 
  • Yoksa hepsinin öcünü senden alırız. Bu suretle her mal sahibinin altını da emin olsun demişlerdi.
  • ورنه کین جمله را از تو کشم  ** تا شود آمن زر هر محتشم 
  • Adam ağız dolusu yeminlerden sonra ben ne ev yakan birisiyim, ne yankesici.
  • گفت او از بعد سوگندان پر  ** که نیم من خانه‌سوز و کیسه‌بر 
  • Ben ne hırsızım, ne zalim. Ben Mısır’da garip bir Bağdatlıyım dedi.
  • من نه مرد دزدی و بیدادیم  ** من غریب مصرم و بغدادیم 
  • ”Yalan insana şüphe verir, doğruysa inanç” hadisi
  • بیان این خبر کی الکذب ریبة والصدق طمانینة 
  • Rüyasını, rüyada hatifin kendisine bir define haber verdiğini söyledi. Bekçinin gönlü rahatlaştı, adamın doğru söylediğini anladı.
  • قصه‌ی آن خواب و گنج زر بگفت  ** پس ز صدق او دل آن کس شکفت 
  • Yemininden doğruluk kokusu gelmekteydi. Sözünden, içinin çörekotu gibi yandığı anlaşılıyordu. 4275
  • بوی صدقش آمد از سوگند او  ** سوز او پیدا شد و اسپند او 
  • Gönül doğru sözden huzur ve sükun bulur, susuzun suyla hararetini teskin etmesi gibi.
  • دل بیارامد به گفتار صواب  ** آنچنان که تشنه آرامد به آب 
  • Ancak bir illete tutulmuş olan mahcup gönül, doğruyu anlamaz. O, peygamberlerle ahmak bir adamı bile ayırdedemez.
  • جز دل محجوب کو را علتیست  ** از نبیش تا غبی تمییز نیست 
  • Yoksa mahallinden kopup gelen o haber, aya bile gelse onu ikiye böler.
  • ورنه آن پیغام کز موضع بود  ** بر زند بر مه شکافیده شود 
  • Ay ikiye bölünür de o hicap altında kalmış gönül bölünmez. Çünkü o, sevgili değildir, onu Tanrı reddetmiştir.
  • مه شکافد وان دل محجوب نی  ** زانک مردودست او محبوب نی 
  • Bekçinin gözleri yaşardı, bir kaynak oldu adeta. Fakat kuru sözden değil, gönül korkusundan. 4280
  • چشمه شد چشم عسس ز اشک مبل  ** نی ز گفت خشک بل از بوی دل 
  • Bir söz cehennemden kopar, adamın dudağına kadar gelir. Bir söz de can şehrinden kopar, dudağa gelir.
  • یک سخن از دوزخ آید سوی لب  ** یک سخن از شهر جان در کوی لب 
  • Bu dudak, cana canlar katan denizle, eziyetler, zahmetler denizi arasında bir berzahtır.
  • بحر جان‌افزا و بحر پر حرج  ** در میان هر دو بحر این لب مرج 
  • Şehirlerdeki köylü pazarına benzer adeta. Etraftan alışveriş için hep oraya gelirler.
  • چون یپنلو در میان شهرها  ** از نواحی آید آن‌جا بهرها 
  • Kusurlu kumaşla, adamın kesesini berbadeden kalp akça ve inci gibi değerli ve pahalı kumaş, hep oradadır.
  • کاله‌ی معیوب قلب کیسه‌بر  ** کاله‌ی پر سود مستشرف چو در 
  • Bu köylü pazarından kim, daha ziyade ticaretten anlar, geçer akçayla kalp akçayı görür, tanırsa kar eder. 4285
  • زین یپنلو هر که بازرگان‌ترست  ** بر سره و بر قلب‌ها دیده‌ورست 
  • Köylü pazarı, bu çeşit adama kar yeri olur. Başkasına da körlüğü yüzünden suç ve zarar yeridir.
  • شد یپنلو مر ورا دار الرباح  ** وآن گر را از عمی دار الجناح 
  • Alem cüzülerinden her biri, teker teker aptala düğümdür, ustaya düğüm açmak.
  • هر یکی ز اجزای عالم یک به یک  ** بر غبی بندست و بر استاد فک 
  • Birine şekerdir, öbürüne zehir. Birine lütuftur, öbürüne kahır.
  • بر یکی قندست و بر دیگر چو زهر  ** بر یکی لطفست و بر دیگر چو قهر 
  • Her cansız şey, peygambere hikayeler söyler. Kabe, hacıya tanıklık eder, söz söyler.
  • هر جمادی با نبی افسانه‌گو  ** کعبه با حاجی گواه و نطق‌خو 
  • Mescit de namaz kılana tanıklık verir, ta uzak yollardan bana gelirdi der. 4290
  • بر مصلی مسجد آمد هم گواه  ** کو همی‌آمد به من از دور راه 
  • Ateş, Halil’e gül ve reyhan kesilir, Nemrud ’a uyanlaraysa ölümdür derttir.
  • با خلیل آتش گل و ریحان و ورد  ** باز بر نمرودیان مرگست و درد 
  • A güzelim, bunu defalarca söyledim, fakat söylemeye doyamıyorum ki.
  • بارها گفتیم این را ای حسن  ** می‌نگردم از بیانش سیر من 
  • Solup sararmamak için defalarca ekmek yedin; işte bu hep ekmek… Nasıl olur da usanmazsın?
  • بارها خوردی تو نان دفع ذبول  ** این همان نانست چون نبوی ملول 
  • Mizacındaki itidal yüzünden yine acıkırsın. Bu açlıkla da senin hazımsızlığın yanar gider.
  • در تو جوعی می‌رسد تو ز اعتلال  ** که همی‌سوزد ازو تخمه و ملال 
  • Kimde açlık derdi varsa bedeninin her cüzü, diğer cüzüyle bağdaşır yenileşir. 4295
  • هرکه را درد مجاعت نقد شد  ** نو شدن با جزو جزوش عقد شد 
  • Lezzet açlıktan gelir, yeni bir yemekten değil. Açlıkla yenen arpa ekmeği, şekerden lezzetlidir.
  • لذت از جوعست نه از نقل نو  ** با مجاعت از شکر به نان جو 
  • O usangaçlık da sözün tekrarından değildir, aç olmadan ve hazımsızlıktandır.
  • پس ز بی‌جوعیست وز تخمه‌ی تمام  ** آن ملالت نه ز تکرار کلام 
  • Dükkandan, baç, ve haraç almadan, dedikodudan halkı aldatmadan usanmazsın.
  • چون ز دکان و مکاس و قیل و قال  ** در فریب مردمت ناید ملال 
  • Altmış yıl gıybette bulunsan, insanların etini yesen yine doymazsın.
  • چون ز غیبت و اکل لحم مردمان  ** شصت سالت سیریی نامد از آن 
  • Kadınları avlamak için işvelerde bulunursun, defalarca güzel sözler söylersin de yine bir türlü usanç gelmez. 4300
  • عشوه‌ها در صید شله‌ی کفته تو  ** بی ملولی بارها خوش گفته تو 
  • Son söylediğin sözü, ondan öncekinden daha yanarak, daha çevik bir halde ve ilk söylediğinden yüzlerce daha hararetli olarak söylersin.
  • بار آخر گوییش سوزان و چست  ** گرم‌تر صد بار از بار نخست 
  • Dert, eski ilacı yeniler. Dert, her usanmış, bezmiş dalı kırar.
  • درد داروی کهن را نو کند  ** درد هر شاخ ملولی خو کند 
  • Eskileri yenileyen kimya, derttir. Nerede dert varsa orada usanç ne gezer?
  • کیمیای نو کننده دردهاست  ** کو ملولی آن طرف که درد خاست 
  • Kendine gel de usançtan soğuk soğuk ah etme. Dert ara, dert ara, dert ara dert!
  • هین مزن تو از ملولی آه سرد  ** درد جو و درد جو و درد درد 
  • Abes ilaçlar, derde derman aramak için hile düzerler. Yol kesicidirler, baç diye para almaya kalkışırlar. 4305
  • خادع دردند درمان‌های ژاژ  ** ره‌زنند و زرستانان رسم باژ 
  • Acı su, içildiği zaman soğuktur, hoş gelir ama susuzluğu kesmez.
  • آب شوری نیست در مان عطش  ** وقت خوردن گر نماید سرد و خوش 
  • Yalnız bir hiledir düzer, yüzlerce yeşillik bitiren tatlı suyu araştırmaya mani olur.
  • لیک خادع گشته و مانع شد ز جست  ** ز آب شیرینی کزو صد سبزه رست 
  • Her kalp altın da tıpkı bunun gibi nerede iyi ve güzel altın varsa onu araştırmaya mani kesilir.
  • هم‌چنین هر زر قلبی مانعست  ** از شناس زر خوش هرجا که هست 
  • Ey mürit, senin muradın benim, beni al diye hileyle kolunu kanadını keser.
  • پا و پرت را به تزویری برید  ** که مراد تو منم گیر ای مرید 
  • Senin derdini ben çekerim der ama o dert değildir, tortudur. Görünüşte sana tabidir ama hakikatte seni alt eder. 4310
  • گفت دردت چینم او خود درد بود  ** مات بود ار چه به ظاهر برد بود 
  • Yürü yalancı dermandan kaç da derdin, sana derman olsun, iyileşsin, miskler saçsın.
  • رو ز درمان دروغین می‌گریز  ** تا شود دردت مصیب و مشک‌بیز 
  • Bekçi, evet; sen ne hırsızsın ne kötü bir adam. İyi adamsın ama aptalsın, ahmaksın.
  • گفت نه دزدی تو و نه فاسقی  ** مرد نیکی لیک گول و احمقی 
  • Bir rüyaya inanmış, bir hayale kapılmış, bu kadar yol aşıp buralara gelmişsin. Aklın yok galiba.
  • بر خیال و خواب چندین ره کنی  ** نیست عقلت را تسوی روشنی 
  • Ben yıllardır biteviye Bağdat’ta bir define var,
  • بارها من خواب دیدم مستمر  ** که به بغدادست گنجی مستتر 
  • Filan yerde, filan mahallede gömülüdür diye görürüm, der demez adam kendine geldi. Çünkü bekçi, kendisinin mahallesini söylüyordu. 4315
  • در فلان سوی و فلان کویی دفین  ** بود آن خود نام کوی این حزین