English    Türkçe    فارسی   

6
4293-4342

  • Solup sararmamak için defalarca ekmek yedin; işte bu hep ekmek… Nasıl olur da usanmazsın?
  • بارها خوردی تو نان دفع ذبول  ** این همان نانست چون نبوی ملول 
  • Mizacındaki itidal yüzünden yine acıkırsın. Bu açlıkla da senin hazımsızlığın yanar gider.
  • در تو جوعی می‌رسد تو ز اعتلال  ** که همی‌سوزد ازو تخمه و ملال 
  • Kimde açlık derdi varsa bedeninin her cüzü, diğer cüzüyle bağdaşır yenileşir. 4295
  • هرکه را درد مجاعت نقد شد  ** نو شدن با جزو جزوش عقد شد 
  • Lezzet açlıktan gelir, yeni bir yemekten değil. Açlıkla yenen arpa ekmeği, şekerden lezzetlidir.
  • لذت از جوعست نه از نقل نو  ** با مجاعت از شکر به نان جو 
  • O usangaçlık da sözün tekrarından değildir, aç olmadan ve hazımsızlıktandır.
  • پس ز بی‌جوعیست وز تخمه‌ی تمام  ** آن ملالت نه ز تکرار کلام 
  • Dükkandan, baç, ve haraç almadan, dedikodudan halkı aldatmadan usanmazsın.
  • چون ز دکان و مکاس و قیل و قال  ** در فریب مردمت ناید ملال 
  • Altmış yıl gıybette bulunsan, insanların etini yesen yine doymazsın.
  • چون ز غیبت و اکل لحم مردمان  ** شصت سالت سیریی نامد از آن 
  • Kadınları avlamak için işvelerde bulunursun, defalarca güzel sözler söylersin de yine bir türlü usanç gelmez. 4300
  • عشوه‌ها در صید شله‌ی کفته تو  ** بی ملولی بارها خوش گفته تو 
  • Son söylediğin sözü, ondan öncekinden daha yanarak, daha çevik bir halde ve ilk söylediğinden yüzlerce daha hararetli olarak söylersin.
  • بار آخر گوییش سوزان و چست  ** گرم‌تر صد بار از بار نخست 
  • Dert, eski ilacı yeniler. Dert, her usanmış, bezmiş dalı kırar.
  • درد داروی کهن را نو کند  ** درد هر شاخ ملولی خو کند 
  • Eskileri yenileyen kimya, derttir. Nerede dert varsa orada usanç ne gezer?
  • کیمیای نو کننده دردهاست  ** کو ملولی آن طرف که درد خاست 
  • Kendine gel de usançtan soğuk soğuk ah etme. Dert ara, dert ara, dert ara dert!
  • هین مزن تو از ملولی آه سرد  ** درد جو و درد جو و درد درد 
  • Abes ilaçlar, derde derman aramak için hile düzerler. Yol kesicidirler, baç diye para almaya kalkışırlar. 4305
  • خادع دردند درمان‌های ژاژ  ** ره‌زنند و زرستانان رسم باژ 
  • Acı su, içildiği zaman soğuktur, hoş gelir ama susuzluğu kesmez.
  • آب شوری نیست در مان عطش  ** وقت خوردن گر نماید سرد و خوش 
  • Yalnız bir hiledir düzer, yüzlerce yeşillik bitiren tatlı suyu araştırmaya mani olur.
  • لیک خادع گشته و مانع شد ز جست  ** ز آب شیرینی کزو صد سبزه رست 
  • Her kalp altın da tıpkı bunun gibi nerede iyi ve güzel altın varsa onu araştırmaya mani kesilir.
  • هم‌چنین هر زر قلبی مانعست  ** از شناس زر خوش هرجا که هست 
  • Ey mürit, senin muradın benim, beni al diye hileyle kolunu kanadını keser.
  • پا و پرت را به تزویری برید  ** که مراد تو منم گیر ای مرید 
  • Senin derdini ben çekerim der ama o dert değildir, tortudur. Görünüşte sana tabidir ama hakikatte seni alt eder. 4310
  • گفت دردت چینم او خود درد بود  ** مات بود ار چه به ظاهر برد بود 
  • Yürü yalancı dermandan kaç da derdin, sana derman olsun, iyileşsin, miskler saçsın.
  • رو ز درمان دروغین می‌گریز  ** تا شود دردت مصیب و مشک‌بیز 
  • Bekçi, evet; sen ne hırsızsın ne kötü bir adam. İyi adamsın ama aptalsın, ahmaksın.
  • گفت نه دزدی تو و نه فاسقی  ** مرد نیکی لیک گول و احمقی 
  • Bir rüyaya inanmış, bir hayale kapılmış, bu kadar yol aşıp buralara gelmişsin. Aklın yok galiba.
  • بر خیال و خواب چندین ره کنی  ** نیست عقلت را تسوی روشنی 
  • Ben yıllardır biteviye Bağdat’ta bir define var,
  • بارها من خواب دیدم مستمر  ** که به بغدادست گنجی مستتر 
  • Filan yerde, filan mahallede gömülüdür diye görürüm, der demez adam kendine geldi. Çünkü bekçi, kendisinin mahallesini söylüyordu. 4315
  • در فلان سوی و فلان کویی دفین  ** بود آن خود نام کوی این حزین 
  • Bekçi sözüne devam etti: Yürü derler, filanın evinde o define. Adam büsbütün ayıldı. Çünkü o düşman, kendisinin evini ve adını söylemekteydi.
  • هست در خانه‌ی فلانی رو بجو  ** نام خانه و نام او گفت آن عدو 
  • Bekçi söylüyordu: Ben defalarca bu rüyayı gördüm. Bağdat’ta böyle bir define var dediler de,
  • دیده‌ام خود بارها این خواب من  ** که به بغدادست گنجی در وطن 
  • Bu hayale kapılıp yerimden bile kıpırdamadım. Sense hiç usanmadan bir rüyaya kapılıp buralara kadar geliyorsun.
  • هیچ من از جا نرفتم زین خیال  ** تو به یک خوابی بیایی بی‌ملال 
  • Ahmak adamın rüyası da aklınca olur; aklı gibi değersizdir, bir şeye yaramaz.
  • خواب احمق لایق عقل ویست  ** هم‌چو او بی‌قیمتست و لاشیست 
  • Bil ki aklı ve ruhu da zayıf olduğu için kadının rüyası, erkeğin rüyasından daha aşağıdır, daha değersizdir. 4320
  • خواب زن کمتر ز خواب مرد دان  ** از پی نقصان عقل و ضعف جان 
  • Aklı kıt ve ahmak adamın rüyasında bir kıymet olmaz. Akılsızlıktan ne çıkar? Yel gibi bir rüya!
  • خواب ناقص‌عقل و گول آید کساد  ** پس ز بی‌عقلی چه باشد خواب باد 
  • Adam kendi kendine, define evimdeymiş de neden yoksulluktan feryad ederim?
  • گفت با خود گنج در خانه‌ی منست  ** پس مرا آن‌جا چه فقر و شیونست 
  • Definenin başında yoksulluktan ölüyormuşum. Ne kadar da gaflet içindeymişim, ne kadar da perde ardındaymışım, gözüm örtülüymüş, dedi.
  • بر سر گنج از گدایی مرده‌ام  ** زانک اندر غفلت و در پرده‌ام 
  • Bu muştuluktan sarhoş oldu, derdi kalmadı. Dilsiz, dudaksız yüz binlerce hamd okudu.
  • زین بشارت مست شد دردش نماند  ** صد هزار الحمد بی لب او بخواند 
  • İçinden nasibine ermek için bu sıkıntıya uğramam lazımmış. Halbuki abıhayat, benim meyhanemdeymiş. 4325
  • گفت بد موقوف این لت لوت من  ** آب حیوان بود در حانوت من 
  • Yürü, ben yüce bir nimete nail oldum. Kendimi müflis sanıyordum, o körlüğe rağmen bu nimeti buldum.
  • رو که بر لوت شگرفی بر زدم  ** کوری آن وهم که مفلس بدم 
  • İster bana ahmak de, ister aşağılık bir adam. O define benim oldu ya, sen dilediğini söyle.
  • خواه احمق‌دان مرا خواهی فرو  ** آن من شد هرچه می‌خواهی بگو 
  • Ben şüphesiz olarak muradımı gördüm. A kötü ağızlı, sen ne istersen söyle.
  • من مراد خویش دیدم بی‌گمان  ** هرچه خواهی گو مرا ای بددهان 
  • Ey ulu er, sen bana dertli de. Sence dertliyim ama kendimce hoşum ben.
  • تو مرا پر درد گو ای محتشم  ** پیش تو پر درد و پیش خود خوشم 
  • Eğer bu iş aksine olsaydı da sana gül bahçesi, bana hor hakir bir yet kesilseydi ne yapardım, vay bana dedi. 4330
  • وای اگر بر عکس بودی این مطار  ** پیش تو گلزار و پیش خویش راز 
  • Örnek
  • مثل 
  • Aşağılık bir adam, bir gün yoksulun birine dedi ki: Burada seni kimse bilmiyor.
  • گفت با درویش روزی یک خسی  ** که ترا این‌جا نمی‌داند کسی 
  • Yoksul, "Yabancıyım, bilmiyebilir. Fakat ben kim olduğunu biliyorum ya.
  • گفت او گر می‌نداند عامیم  ** خویش را من نیک می‌دانم کیم 
  • İş aksi olsaydı, dertlere, yaralara uğr asaydı m, o görseydi de ben kör olsaydım, kendimi görmeseydim ne yapardım?
  • وای اگر بر عکس بودی درد و ریش  ** او بدی بینای من من کور خویش 
  • İstersen beni ahmak say. Ahmağım, fakat talihini iyi. Talihli olmak, inattan, ısrardan daha iyidir.
  • احمقم گیر احمقم من نیک‌بخت  ** بخت بهتر از لجاج و روی سخت 
  • Bu söylediğin söz, senin zannına göre. Yoksa talihim, aklıma da yardım eder benim" dedi. 4335
  • این سخن بر وفق ظنت می‌جهد  ** ورنه بختم داد عقلم هم دهد 
  • Adamın, muradını bulduğundan ve işin hiçbir aklın ve fikrin eremeyeceği bir tarzda düzeldiğine şaşarak sevine sevine, Tanrı' ya şükrede ede memleketine dönmesi
  • بازگشتن آن شخص شادمان و مراد یافته و خدای را شکر گویان و سجده کنان و حیران در غرایب اشارات حق و ظهور تاویلات آن در وجهی کی هیچ عقلی و فهمی بدانجا نرسد 
  • Adam, Tanrı'ya secdeler, rükûlar ederek, hamiklerde, şükürlerde bulunarak Mısır' dan ta Bağdat' a döndü.
  • باز گشت از مصر تا بغداد او  ** ساجد و راکع ثناگر شکرگو 
  • Bütün yolda muradına böyle ters taraftan eriştiğine, maksadının böyle tuhaf bir tarzda elde edildiğine şaşıyor, sarhoş bir halde yol yürüyordu.
  • جمله ره حیران و مست او زین عجب  ** ز انعکاس روزی و راه طلب 
  • Diyordu ki: Beni nereden ümitlendirdi, nereden mal mülk verdi?
  • کر کجا اومیدوارم کرده بود  ** وز کجا افشاند بر من سیم و سود 
  • Bu ne hikmetti ki murat kıblemi başka yerde sandım, yolumu yitirim, neşeli bir halde evimden çıktım.
  • این چه حکمت بود که قبله‌ی مراد  ** کردم از خانه برون گمراه و شاد 
  • Koşa koşa sapıklık yoluna düştüm. Her an dileğimden biraz daha uzaklaşıyormuşum meğerse. 4340
  • تا شتابان در ضلالت می‌شدم  ** هر دم از مطلب جداتر می‌بدم 
  • Sonradan yine Tanrı, o sapıklığı, keremiyle lütuf haline getirdi, beni doğru yola götürmeye vesile etti.
  • باز آن عین ضلالت را به جود  ** حق وسیلت کرد اندر رشد و سود 
  • Sapıklığı iman yolu yapar, eğri gidişi ihsan mahsulünün devşirme çağı kılar.
  • گمرهی را منهج ایمان کند  ** کژروی را محصد احسان کند