English    Türkçe    فارسی   

6
4404-4453

  • Kulağını muarrife vermek, perde ardında olmaya, vehme, zanna düşmeye delildir.
  • گوش را رهن معرف داشتن  ** آیت محجوبیست و حزر و ظن 
  • Kim can gözüyle görürse gözü, her şeyi apaçık görür. 4405
  • آنک او را چشم دل شد دیدبان  ** دید خواهد چشم او عین العیان 
  • Canı, halkın tevatürüyle kanaat etmez, inancı, gönül gözünden meydana gelir.
  • با تواتر نیست قانع جان او  ** بل ز چشم دل رسد ایقان او 
  • Hâsılı muarrif, o seçilmiş padişahın huzurunda onun ahvalini anlatmak için ağzını açtı.
  • پس معرف پیش شاه منتجب  ** در بیان حال او بگشود لب 
  • Dedi ki: Padişahım, bu, senin ihsanına avlanmış; dışarıya atılmaya lâyık değil. Padişahlıkta bulun.
  • گفت شاها صید احسان توست  ** پادشاهی کن که بی بیرون شوست 
  • Elini, bu devletin terkisine atmış. Onun sarhoş başını elinle okşa.
  • دست در فتراک این دولت زدست  ** بر سر سرمست او بر مال دست 
  • Padişah dedi ki: 8u delikanlı, ne mevki isterse, hangi ülkeyi dilerse vereceğim. 4410
  • گفت شه هر منصبی و ملکتی  ** که التماسش هست یابد این فتی 
  • Terkettiği malın, mülkün yirmi katını, fazlasıyla ona bağışlayacağım.
  • بیست چندان ملک کو شد زان بری  ** بخشمش اینجا و ما خود بر سری 
  • Muarrif dedi ki: Senin padişahlığın, onun gönlüne aşk tohumunu ekeli senin sevginden başka bir havaya kapılmasına imkân mı var?
  • گفت تا شاهیت در وی عشق کاشت  ** جز هوای تو هوایی کی گذاشت 
  • Senin kulluğun, onu öyle bir hale getirmiştir ki padişahlık bile artık gönlüne soğuk gelmede.
  • بندگی تش چنان درخورد شد  ** که شهی اندر دل او سرد شد 
  • Padişahlığı da oynamış, yutulmuştur, şehzadeliği de. Senin ardına düşmüş, bir garip olmuştur.
  • شاهی و شه‌زادگی در باختست  ** از پی تو در غریبی ساختست 
  • O, âdeta bir sofidir, vecde gelmiş, hırkasını atmıştır. Artık bir daha hırkasını alır mı hiç? 4415
  • صوفیست انداخت خرقه وجد در  ** کی رود او بر سر خرقه دگر 
  • Verdiği hırkayı almak, pişman olmak, ben aldanmışım;
  • میل سوی خرقه‌ی داده و ندم  ** آنچنان باشد که من مغبون شدم 
  • Arkadaş, o hırkayı tekrar bana ver. Ulaştığım vecit, bu hırkaya değmez demektir.
  • باز ده آن خرقه این سو ای قرین  ** که نمی‌ارزید آن یعنی بدین 
  • Bu fikir, âşıktan pek uzaktır. Âşık, böyle bir düşünceye düşmez. Eğer ona böyle bir düşünce gelirse toprak başına!
  • دور از عاشق که این فکر آیدش  ** ور بیاید خاک بر سر بایدش 
  • Aşk, diri olan, duygusu ve aklı bulunan yüzlerce beden hırkasına değer.
  • عشق ارزد صد چو خرقه کالبد  ** که حیاتی دارد و حس و خرد 
  • Hele şu sonu olmayan dünya mülkünün hırkası nedir ki? Ancak beş kuruşçuk eden sarhoşluğu bile bir baş ağrısıdır. 4420
  • خاصه خرقه‌ی ملک دنیا کابترست  ** پنج دانگ مستیش درد سرست 
  • Dünya mülkü, bedene tapanlara helâldir. Bizse zevali olmayan aşk saltanatına kuluz.
  • ملک دنیا تن‌پرستان را حلال  ** ما غلام ملک عشق بی‌زوال 
  • Padişahım, bu delikanlı aşk valisidir. Onu azletme. Kendi aşkından başka bir şeyle oyalama onu.
  • عامل عشقست معزولش مکن  ** جز به عشق خویش مشغولش مکن 
  • Senin yüzünü göstermeyen mevki, âdi bir mevkidir. Makamdır ama hakikatte azledilmenin ta kendisidir o.
  • منصبی کانم ز ریت محجبست  ** عین معزولیست و نامش منصبست 
  • Şimdiye kadar buraya gelmemesindeki, geç kalmasındaki sebep, istidadının olmaması ve bedeninin arık bulunmasıydı.
  • موجب تاخیر اینجا آمدن  ** فقد استعداد بود و ضعف فن 
  • Hazırlığın olmadan bir madene bile gitsen bir habbe alamazsın. 4425
  • بی ز استعداد در کانی روی  ** بر یکی حبه نگردی محتوی 
  • Hani erkekliği olmayan adamın kız alması gibi. Tutalım kız pek güzel, gümüş gibi bedeni var, ona ne fayda?
  • هم‌چو عنینی که بکری را خرد  ** گرچه سیمین‌بر بود کی بر خورد 
  • Zeytinyağı ve fitili konmamış kandil, ne çok bir aydınlık verir, ne az!
  • چون چراغی بی ز زیت و بی فتیل  ** نه کثیرستش ز شمع و نه قلیل 
  • Burnu koku almıyan biri, gül bahçesine girse o güzel kokulardan bir neşe almaz ki.
  • در گلستان اندر آید اخشمی  ** کی شود مغزش ز ریحان خرمی 
  • Bu iş, bir namussuzun önündeki güzele, bir sağırın yanında çalınan cenk ve barbet sesine benzer.
  • هم‌چو خوبی دلبری مهمان غر  ** بانگ چنگ و بربطی در پیش کر 
  • Karada yaşayan kuş, denize dalsa helak olmadan başka eline ne geçer? 4430
  • هم‌چو مرغ خاک که آید در بحار  ** زان چه یابد جز هلاک و جز خسار 
  • Buğdayı olmaksızın değirmene gidenin ancak saçı, sakalı ağarır, başka bir şey elde edemez.
  • هم‌چو بی‌گندم شده در آسیا  ** جز سپیدی ریش و مو نبود عطا 
  • Felek değirmeni, buğdayı olmayanların saçını, sakalını ağartır, kendilerini zayıflatır.
  • آسیای چرخ بر بی‌گندمان  ** موسپیدی بخشد و ضعف میان 
  • Fakat biz, bu değirmene buğdayımızla geldik. Bu değirmen, bize mal mülk bağışlar, iş güç verir.
  • لیک با باگندمان این آسیا  ** ملک‌بخش آمد دهد کار و کیا 
  • Önce cennete girmeye istidat gerek ki cennetten bir dirlik elde edesin.
  • اول استعداد جنت بایدت  ** تا ز جنت زندگانی زایدت 
  • Yeni doğmuş çocuk, şaraptan, kebaptan, köşklerden, kubbelerden ne anlar? 4435
  • طفل نو را از شراب و از کباب  ** چه حلاوت وز قصور و از قباب 
  • Bu örneğin sonu gelmez, sözü kısa kes. Yürü, istidat elde etmeye çalış.
  • حد ندارد این مثل کم جو سخن  ** تو برو تحصیل استعداد کن 
  • İşte bu delikanlı da istidat sahibi olmak için şimdiye kadar oturdu. İştiyakı hadden aştı, fakat istidat sahibi olamadı.
  • بهر استعداد تا اکنون نشست  ** شوق از حد رفت و آن نامد به دست 
  • İstidat da padişahtan elde edilir. Can olmadıkça bedende istidat mı olur dedi.
  • گفت استعداد هم از شه رسد  ** بی ز جان کی مستعد گردد جسد 
  • Padişahın lûtufları, onun gamını dürdü. Kendisi avlandı hâsılı, belki padişahı da avlar.
  • لطف‌های شه غمش را در نوشت  ** شد که صید شه کند او صید گشت 
  • Aşikâr olarak senin gibi avlanan avı tutamadan av olur, bağlanır, bağlara giriftar olur gider. 4440
  • هر که در اشکار چون تو صید شد  ** صید را ناکرده قید او قید شد 
  • Kim beylik ararsa o beyliği elde edemeden mutlaka tutsak olur.
  • هرکه جویای امیری شد یقین  ** پیش از آن او در اسیری شد رهین 
  • Cihan dibacesini aksine bil. Her kulun adını âlem padişahı tak.
  • عکس می‌دان نقش دیباجه‌ی جهان  ** نام هر بنده‌ی جهان خواجه‌ی جهان 
  • Ey aksine gidişli ve ters düşünceli beden! Yüz binlerce hürü esir etmişsin.
  • ای تن کژ فکرت معکوس‌رو  ** صد هزار آزاد را کرده گرو 
  • Bir zamancağız şu hileyi, düzeni bırak da ölümden önce birkaç solukluk zaman da hür yaşa.
  • مدتی بگذار این حیلت پزی  ** چند دم پیش از اجل آزاد زی 
  • Sana eşek gibi, hürlükte yol yoksa kova gibi ancak kuyunun içine dalar çıkarsın. 4445
  • ور در آزادیت چون خر راه نیست  ** هم‌چو دلوت سیر جز در چاه نیست 
  • Bir zamancağız kendi canını terket, yürü, kendine benden başka bir yardak ara.
  • مدتی رو ترک جان من بگو  ** رو حریف دیگری جز من بجو 
  • Benim nöbetim geldi, artık beni azadet; benden başkasını kendine damat edin!
  • نوبت من شد مرا آزاد کن  ** دیگری را غیر من داماد کن 
  • Ey yüz türlü işe girişen beden, beni bırak. Ömrümü zâyettin, artık benden başka birini ara.
  • ای تن صدکاره ترک من بگو  ** عمر من بردی کسی دیگر بجو 
  • Kadının, Cuha' nın karısına kapılması, sandıkta kalması, kadı naibinin, sandığı satın alması. Ertesi yılı yine Cuha' nın karısının bıldır elde ettiği parayı umarak kadıya başvurması, kadının, "Beni azadet, başkasını ara" demesi
  • مفتون شدن قاضی بر زن جوحی و در صندوق ماندن و نایب قاضی صندوق را خریدن باز سال دوم آمدن زن جوحی بر امید بازی پارینه و گفتن قاضی کی مرا آزاد کن و کسی دیگر را بجوی الی آخر القصه 
  • Cuha, her yıl yoksulluktan hileye baş vurur, karısına yüz tutar, ey güzelim derdi,
  • جوحی هر سالی ز درویشی به فن  ** رو بزن کردی کای دلخواه زن 
  • Mademki silâhın var, yürü avlan da avından süt sağalım. 4450
  • چون سلاحت هست رو صیدی بگیر  ** تا بدوشانیم از صید تو شیر 
  • Tanrı, sana yay gibi kaşlar, ok gibi bakış vermiş. Bunları, adam avlamaktan başka ne için verdi?
  • قوس ابرو تیر غمزه دام کید  ** بهر چه دادت خدا از بهر صید 
  • Yürü, bir yüce kuş için tuzak kur. Taneyi göster, fakat sakın sen yenme ha!
  • رو پی مرغی شگرفی دام نه  ** دانه بنما لیک در خوردش مده 
  • Onu, muradına eriştirecekmişin gibi görün ağzının tadını boz. Tuzağa tutulan kuş, hiç tane yer mi?
  • کام بنما و کن او را تلخ‌کام  ** کی خورد دانه چو شد در حبس دام