English    Türkçe    فارسی   

6
49-98

  • Her direk, öbürünü kırar. Su direği, ateş direğini yıkar.
  • هر ستونی اشکننده‌ی آن دگر  ** استن آب اشکننده‌ی آن شرر 
  • Halkın yapısı, zıtlar üstüne kurulmuş. Hâsılı biz, zarar bakımından da savaştayız, fayda bakımından da. 50
  • پس بنای خلق بر اضداد بود  ** لاجرم ما جنگییم از ضر و سود 
  • Ahvalin, birbirine aykırı. Tesir dolayısıyla her biri öbürüne zıt.
  • هست احوالم خلاف همدگر  ** هر یکی با هم مخالف در اثر 
  • Her an kendi yolumu vurup durmadayım, artık başkasına nasıl bir çare bulabilirim?
  • چونک هر دم راه خود را می‌زنم  ** با دگر کس سازگاری چون کنم 
  • Bana gelen hal askerlerinin dalgalarına bak; her biri, öbürüyle savaşmada, her biri, öbürüne kin gütmede.
  • موج لشکرهای احوالم ببین  ** هر یکی با دیگری در جنگ و کین 
  • Kendindeki şu müthiş savaşa bak. Başkalarının savaşı ile ne meşgul olup durursun?
  • می‌نگر در خود چنین جنگ گران  ** پس چه مشغولی به جنگ دیگران 
  • Meğer ki Allah, seni bu savaştan çeke de sulh âleminde bir tek renge boyanasın. 55
  • یا مگر زین جنگ حقت وا خرد  ** در جهان صلح یک رنگت برد 
  • O âlem, ancak bâkidir, mamurdur, başka türlü olmasına imkân yok. Çünkü terkibi, zıt olan şeylerden değil.
  • آن جهان جز باقی و آباد نیست  ** زانک آن ترکیب از اضداد نیست 
  • Bu yok olma, bitme, zıddın zıddını yok etmesinden ileri gelir. Zıt olmadı mı ebedilikten başka bir şey olamaz.
  • این تفانی از ضد آید ضد را  ** چون نباشد ضد نبود جز بقا 
  • O eşsiz, örneksiz Allah, cennetten zıddı giderdi. Orada güneş de yoktur, zıddı olan zemheri de.
  • نفی ضد کرد از بهشت آن بی‌نظیر  ** که نباشد شمس و ضدش زمهریر 
  • Renklerin asılları, renksizliktir... Savaşların aslı, barışlardır.
  • هست بی‌رنگی اصول رنگها  ** صلحها باشد اصول جنگها 
  • Bu gamlarla dolu olan bucağın aslı, o âlemdir. Her ayrılığın aslı, buluşmadır. 60
  • آن جهانست اصل این پرغم وثاق  ** وصل باشد اصل هر هجر و فراق 
  • Hocam, neden biz bu aykırılıklar içindeyiz? Neden birlik bu sayıları doğuruyor?
  • این مخالف از چه‌ایم ای خواجه ما  ** واز چه زاید وحدت این اعداد را 
  • Çünkü biz fer’iz, bu birbirine zıt olan dört asıl, feride kendi huyunu işliyor.
  • زانک ما فرعیم و چار اضداد اصل  ** خوی خود در فرع کرد ایجاد اصل 
  • Halbuki can cevheri, ayrılıkların ötesinden. Onun huyu bu değil, onun huyu, ulu Allah’nın huyu.
  • گوهر جان چون ورای فصلهاست  ** خوی او این نیست خوی کبریاست 
  • Savaşlara da bak. O savaşlar, barışların asılları. Allah uğrunda savaşan Peygamber gibi hani.
  • جنگها بین کان اصول صلحهاست  ** چون نبی که جنگ او بهر خداست 
  • O, iki cihanda da üstündür. Bu üstünü dil anlatmaz ki. 65
  • غالبست و چیر در هر دو جهان  ** شرح این غالب نگنجد در دهان 
  • Irmak suyunu tamamıyla içmenin imkânı yok. Yok ama susuzluğu giderecek kadar içmenin de imkânı yok.
  • آب جیحون را اگر نتوان کشید  ** هم ز قدر تشنگی نتوان برید 
  • Mâna denizine susamışsan Mesnevi adasından o denize bir ark aç.
  • گر شدی عطشان بحر معنوی  ** فرجه‌ای کن در جزیره‌ی مثنوی 
  • O arkı o derece aç ki her an Mesneviyi, ancak ve ancak mâna denizi göresin.
  • فرجه کن چندانک اندر هر نفس  ** مثنوی را معنوی بینی و بس 
  • Yel, derenin üzerindeki saman çöplerini temizledi mi su, tek renkliliğini meydana çıkarır.
  • باد که را ز آب جو چون وا کند  ** آب یک‌رنگی خود پیدا کند 
  • Sen Mesnevide ter-ü taze mercan dallarını gör, can suyundan bitmiş meyveleri seyret. 70
  • شاخهای تازه‌ی مرجان ببین  ** میوه‌های رسته ز آب جان ببین 
  • Söz, harften, sesten ve soluktan ayrıldı mı hepsini bırakır, deniz kesilir.
  • چون ز حرف و صوت و دم یکتا شود  ** آن همه بگذارد و دریا شود 
  • Harfi söyleyen de, duyan da, hattâ harfler de, bu üçü de sonunda can olur.
  • حرف‌گو و حرف‌نوش و حرفها  ** هر سه جان گردند اندر انتها 
  • Ekmek veren, ekmek alan ve pak ekmek, suretlerden kurtulur, toprak olur.
  • نان‌دهنده و نان‌ستان و نان‌پاک  ** ساده گردند از صور گردند خاک 
  • Fakat mânaları, yine birbirinden ayrı olarak ve daimî bir surette üç makamdadır.
  • لیک معنیشان بود در سه مقام  ** در مراتب هم ممیز هم مدام 
  • Suret toprak olur ama mâna olmaz. Kim, olur derse de ki: Hayır buna imkân yok. 75
  • خاک شد صورت ولی معنی نشد  ** هر که گوید شد تو گویش نه نشد 
  • Ruh âleminde gâh suretten kaçarak, gâh surete bürünerek üçü de beklerler.
  • در جهان روح هر سه منتظر  ** گه ز صورت هارب و گه مستقر 
  • Suretlere gidin diye emir gelir, giderler. Yine onun emri ile suretlerden ayrılırlar.
  • امر آید در صور رو در رود  ** باز هم از امرش مجرد می‌شود 
  • Hâsılı “Halk da onundur, emir de” sırrını bil. Halk, surettir, emir de o surete binen can.
  • پس له الخلق و له الامرش بدان  ** خلق صورت امر جان راکب بر آن 
  • Binek de padişahın buyruğundadır, binen de. Cisim kapıdadır, can huzurda.
  • راکب و مرکوب در فرمان شاه  ** جسم بر درگاه وجان در بارگاه 
  • Su, testiye dolmak istedi mi padişah, can askerine binin diye emreder. 80
  • چونک خواهد که آب آید در سبو  ** شاه گوید جیش جان را که ارکبوا 
  • Sonra yine canları yücelere çekmek diledi mi padişah nakiplerinden ses gelir: İnin!
  • باز جانها را چو خواند در علو  ** بانگ آید از نقیبان که انزلوا 
  • Bundan öte söz inceldi. Ateşi azalt, odunu çok atma.
  • بعد ازین باریک خواهد شد سخن  ** کم کن آتش هیزمش افزون مکن 
  • Atma da küçücük çömlek kaynamasın. Anlayış çömlekleri pek küçük ve pek yufka.
  • تا نجوشد دیگهای خرد زود  ** دیگ ادراکات خردست و فرود 
  • Noksandan münezzeh Allah, bir elmalık meydana getirmede, onları ağaçlara, yapraklara benzeyen harfler içinde gizlemede.
  • پاک سبحانی که سیبستان کند  ** در غمام حرفشان پنهان کنند 
  • Bu ses, harf ve dedikodu ağaçlığı arasında elmadan ancak bir koku alınabilir. 85
  • زین غمام بانگ و حرف و گفت و گوی  ** پرده‌ای کز سیب ناید غیر بوی 
  • Bari sen de bu kokuyu aklına iyice çek, bu kokuyu iyice al da seni kulağından tutup asla kadar götürsün.
  • باری افزون کش تو این بو را به هوش  ** تا سوی اصلت برد بگرفته گوش 
  • Nezle olmamaya, koku almaya bak. Halkın yelinden, nefesinden bedenini ört.
  • بو نگه‌دار و بپرهیز از زکام  ** تن بپوش از باد و بود سرد عام 
  • Onların havaları, kış rüzgârlarından da soğuktur. Örtün, bürün de burnuna girmesin.
  • تا نینداید مشامت را ز اثر  ** ای هواشان از زمستان سردتر 
  • Onlar, cansız, donmuş kişilerdir. Nefesleri, karlı dağlardan gelir.
  • چون جمادند و فسرده و تن‌شگرف  ** می‌جهد انفاسشان از تل برف 
  • Fakat yeryüzü bu karlı kefene büründü mü durma, hemen Hüsameddin’in güneş kılıcını vur. 90
  • چون زمین زین برف در پوشد کفن  ** تیغ خورشید حسام‌الدین بزن 
  • Derhal doğudan Allah kılıcını çek, o doğuyla bu tapıyı ısıt.
  • هین بر آر از شرق سیف‌الله را  ** گرم کن زان شرق این درگاه را 
  • Güneş, karı hançerledi mi dağlardan ovalardan seller yürür.
  • برف را خنجر زند آن آفتاب  ** سیلها ریزد ز کهها بر تراب 
  • Çünkü o, ne doğudadır, ne batıda. Gece gündüz müneccimle savaşır durur.
  • زانک لا شرقیست و لا غربیست او  ** با منجم روز و شب حربیست او 
  • Neden der, benden başka ve yol göstermeyen yıldızları bayağılık ve körlük yüzünden kıble edindin?
  • که چرا جز من نجوم بی‌هدی  ** قبله کردی از لیمی و عمی 
  • Kuran’da o emin erin “Ben batanları sevmem” sözü hoşuna gitmedi. 95
  • تا خوشت ناید مقال آن امین  ** در نبی که لا احب الا فلین 
  • Ayın önüne geçtin, beline eleğim sağmadan kulluk kemerini bağladın da o yüzden ayın ikiye bölünüşünden incindin.
  • از قزح در پیش مه بستی کمر  ** زان همی رنجی ز وانشق القمر 
  • “Güneş dürülür” âyetini inkâr edersin. Çünkü sence güneş, en yüce bir mertebedir.
  • منکری این را که شمس کورت  ** شمس پیش تست اعلی‌مرتبت 
  • Havanın değişmesini yıldızların tesirinden bilirsin de “And olsun yıldıza, indiği zaman” âyetinden hoşlanmazsın.
  • از ستاره دیده تصریف هوا  ** ناخوشت آید اذا النجم هوی