English    Türkçe    فارسی   

6
494-543

  • Bizim dinimiz de iş, savaştadır. İsa dininde mağaraya, dağa çekilip ibadette.
  • مصلحت در دین ما جنگ و شکوه  ** مصلحت در دین عیسی غار و کوه 
  • Adam dedi ki: Evet ama insanda güç kuvvet varsa, kötülüklere karşı durabilirse. 495
  • گفت آری گر بود یاری و زور  ** تا به قوت بر زند بر شر و شور 
  • Kuvvet olmayınca çekinmek daha doğru. Takatin yetmeyeceği şeyden kaçmak daha yerinde bir iş.
  • چون نباشد قوتی پرهیز به  ** در فرار لا یطاق آسان بجه 
  • Kuş, işe sarılmak için dedi, yüreğin doğru olması gerek. Yoksa insanın dostu eksik olmaz.
  • گفت صدق دل بباید کار را  ** ورنه یاران کم نیاید یار را 
  • Sen dost ol da sayısız dost gör. Fakat dost olmazsan dostsuz, yardımsız kala kalırsın.
  • یار شو تا یار بینی بی‌عدد  ** زانک بی‌یاران بمانی بی‌مدد 
  • Şeytan kurttur, sen de Yusuf’a benzersin. Ey temiz er, sakın Yakup’un eteğini bırakma.
  • دیو گرگست و تو هم‌چون یوسفی  ** دامن یعقوب مگذار ای صفی 
  • Kurt, çok defa, sürüden bir kuzu, yalnız başına bir yol tutup ayrıldı mı onu kapar,yer. 500
  • گرگ اغلب آنگهی گیرا بود  ** کز رمه شیشک به خود تنها رود 
  • Sünneti ve topluluğu bırakan kişi, yırtıcı hayvanlarla dopdolu olan böyle bir yerde kendi kanını dökmez de ne yapar?
  • آنک سنت یا جماعت ترک کرد  ** در چنین مسبع نه خون خویش خورد 
  • Sünnet yoldur, topluluk da yoldaşa benzer. Yolsuz yoldaşsız oldun mu bu daracık yerde helâk oldun gitti.
  • هست سنت ره جماعت چون رفیق  ** بی‌ره و بی‌یار افتی در مضیق 
  • Akla düşman olan yoldaş, yoldaş değildir. O, bir fırsat arar ki elbiseni alıp götürsün.
  • همرهی نه کو بود خصم خرد  ** فرصتی جوید که جامه‌ی تو برد 
  • Seninle beraber gider, gider ama bir aşılmaz bele, boğaza gelsin de varını yoğunu yağma etsin diye.
  • می‌رود با تو که یابد عقبه‌ای  ** که تواند کردت آنجا نهبه‌ای 
  • Yahut da o yoldaş dediğin kimse görünüşte cesurdur fakat hakikatte korkak. Bu sarp iş başa düştü mü dönmek için sana ders vermeye kalkışır. 505
  • یا بود اشتردلی چون دید ترس  ** گوید او بهر رجوع از راه درس 
  • Korkaklığından dostunu da korkutur. Böyle yoldaşı düşman bil, dost değil.
  • یار را ترسان کند ز اشتردلی  ** این چنین همره عدو دان نه ولی 
  • Bu yol, insanın canıyla başıyla oynayacağı yoldur. Her meşelikte, her sazlıkta yufka yüreklileri geriye çevirecek bir âfet vardır.
  • راه جان‌بازیست و در هر غیشه‌ای  ** آفتی در دفع هر جان‌شیشه‌ای 
  • Din yolu, her puşt tabiatlının gideceği yol değildir. bu yüzden de tehlikelerle doludur.
  • راه دین زان رو پر از شور و شرست  ** که نه راه هر مخنث گوهرست 
  • Yoldaki bu korku, unu kepekten ayıran elek gibi insanların da yüreklilerini yüreksizlerinden ayırt eder.
  • در ره این ترس امتحانهای نفوس  ** هم‌چو پرویزن به تمییز سبوس 
  • Yol, nasıl yoldur? Gidenlerin ayak izleri ile dopdolu bir yol. Dost nasıl dosttur? Rey ve tedbir bakımından merdivene benzeyen, seni aklı ile her an irşat edip yücelten dost. 510
  • راه چه بود پر نشان پایها  ** یار چه بود نردبان رایها 
  • Tutalım ki ihtiyatlısın da seni kurt kapmadı. İyi ama topluluk olmadıkça o neşeyi bulamazsın ki.
  • گیرم آن گرگت نیابد ز احتیاط  ** بی ز جمعیت نیابی آن نشاط 
  • Yalnız olarak bir yolda neşeli neşeli giden kişinin neşesi, dostlarla, yoldaşlarla giderse birken yüz olur.
  • آنک تنها در رهی او خوش رود  ** با رفیقان سیر او صدتو شود 
  • Eşek, ağır canlı olduğu halde eşeğiyle dostu ile giderse neşelenir kuvvet bulur.
  • با غلیظی خر ز یاران ای فقیر  ** در نشاط آید شود قوت‌پذیر 
  • Kervandan ayrılıp,yalnız yol almaya kalkışan eşeğe o yol, yüz kere daha uzar, o derece yorulur.
  • هر خری کز کاروان تنها رود  ** بر وی آن راه از تعب صدتو شود 
  • O çölü yalnız olarak aşıncaya kadar kaç sopa fazla yer, kaç kere fazla nodullanır. 515
  • چند سیخ و چند چوب افزون خورد  ** تا که تنها آن بیابان را برد 
  • O eşek sana der ki: Eşek değilsen yola böyle yalnız düşme. Sen de bu öğüdü iyi dinle.
  • مر ترا می‌گوید آن خر خوش شنو  ** گر نه‌ای خر هم‌چنین تنها مرو 
  • Yolu gözeterek tenhaca ve güzel güzel giden, şüphe yok ki dostlarla daha güzel gider.
  • آنک تنها خوش رود اندر رصد  ** با رفیقان بی‌گمان خوشتر رود 
  • Her peygamber, bu düz yolda mucize gösterdi, yoldaşları aradı.
  • هر نبیی اندرین راه درست  ** معجزه بنمود و همراهان بجست 
  • Duvarların yardımı olmasa evler, ambarlar nereden meydana gelirdi?
  • گر نباشد یاری دیوارها  ** کی برآید خانه و انبارها 
  • Her duvar, birbirinden ayrı olsa tavan, havada nasıl olur da direksiz, dayanaksız durur. 520
  • هر یکی دیوار اگر باشد جدا  ** سقف چون باشد معلق در هوا 
  • Kâtibin, kalemin yardımı olmasa kâğıt üstüne yazı mı yazılır, sayı mı dökülür?
  • گر نباشد یاری حبر و قلم  ** کی فتد بر روی کاغذها رقم 
  • Bir kişi kamışları yere döşese, fakat örüp hasır yapmasa nasıl durur? Bir yel geldi mi alır, uçuruverir.
  • این حصیری که کسی می‌گسترد  ** گر نپیوندد به هم بادش برد 
  • Allah, her cinsi eş yarattı, sonuçlar da topluluktan meydana geldi.
  • حق ز هر جنسی چو زوجین آفرید  ** پس نتایج شد ز جمعیت پدید 
  • Hâsılı adam söyledi, kuş söyledi... bahisleri uzadı gitti.
  • او بگفت و او بگفت از اهتزاز  ** بحثشان شد اندرین معنی دراز 
  • Mesnevi’yi kısa ve gönlün istediği bir şekilde düz. Macerayı özlü ve kısa anlat. 525
  • مثنوی را چابک و دلخواه کن  ** ماجرا را موجز و کوتاه کن 
  • Ondan sonra kuş dedi ki: Bu buğdaylar kimin? Adam, vasisi olmayan bir yetimin emaneti.
  • بعد از آن گفتش که گندم آن کیست  ** گفت امانت از یتیم بی وصیست 
  • Beni emin bildikleri için emanet ettiler, yetim malı dedi.
  • مال ایتام است امانت پیش من  ** زانک پندارند ما را متمن 
  • Kuş dedi ki: Ben pek açım. Şu anda bana leş bile helâl.
  • گفت من مضطرم و مجروح‌حال  ** هست مردار این زمان بر من حلال 
  • Müsaade et de ey emniyetli, zâhit ve muhterem zat, şu buğdaydan yiyeyim.
  • هین به دستوری ازین گندم خورم  ** ای امین و پارسا و محترم 
  • Adam, zaruret hakkında fetva veren de sensin. Fakat zaruretin, ihtiyacın yok da yersen suçlu olursun. 530
  • گفت مفتی ضرورت هم توی  ** بی‌ضرورت گر خوری مجرم شوی 
  • Hattâ zaruretin varsa bile çekinmek daha iyi. Fakat mademki yiyeceksin, parasını ver bari dedi.
  • ور ضرورت هست هم پرهیز به  ** ور خوری باری ضمان آن بده 
  • Kuş, o anda tamamiyle kendisinden geçmişti. Atı, yularını elinden almıştı.
  • مرغ پس در خود فرو رفت آن زمان  ** توسنش سر بستد از جذب عنان 
  • Buğdayları yedi ama tuzakta kala kaldı. Nice Yâsin okudu,nice En’am okudu.
  • چون بخورد آن گندم اندر فخ بماند  ** چند او یاسین و الانعام خواند 
  • Âciz kaldıktan sonra ister acıklan, ister ah et. Bu kara duman, o hale düşmeden gerekti.
  • بعد در ماندن چه افسوس و چه آه  ** پیش از آن بایست این دود سیاه 
  • Hırs ve heves, insanı harekete getirdi mi o zaman ey feryadıma yetişen, medet de. 535
  • آن زمان که حرص جنبید و هوس  ** آن زمان می‌گو کای فریادرس 
  • Çünkü bu feryat, Basra harap olmadan edilen feryattır. Belki bu sınıklık yüzünden Basra kurtulur.
  • کان زمان پیش از خرابی بصره است  ** بوک بصره وا رهد هم زان شکست 
  • Ey ağlayan dövünen, bana Basra’yla Musul yıkılmadan ağla, dövün!
  • ابک لی یا باکیی یا ثاکلی  ** قبل هدم البصرة و الموصل 
  • Ölümden evvel feryat et, başına topraklar saç. Ölümden sonraysa ağlama, dayan.
  • نح علی قبل موتی واغتفر  ** لا تنح لی بعد موتی واصطبر 
  • Ben felâkete düşmeden, helâk olmadan ağla bana, felâket tufanından sonraysa ağlamayı bırak.
  • ابک لی قبل ثبوری فی‌النوی  ** بعد طوفان النوی خل البکا 
  • Şeytan, yolunu vurmadan Yâsin okumak gerek. 540
  • آن زمان که دیو می‌شد راه‌زن  ** آن زمان بایست یاسین خواندن 
  • Kervan vurulup kırılmadan hayvan döv de yol alsın ey kervancı.
  • پیش از آنک اشکسته گردد کاروان  ** آن زمان چوبک بزن ای پاسبان 
  • Bir kervancı,hırsızlar,tacirlerin mallarını tamamiyle alıp götürünceye kadar susması, ondan sonra gürültüye kalkışması
  • حکایت پاسبان کی خاموش کرد تا دزدان رخت تاجران بردند به کلی بعد از آن هیهای و پاسبانی می‌کرد 
  • Bir kervan muhafızı uyunmuştu. Hırsız gelip kervanı soydu, aldığı malları toprağa gömdü.
  • پاسبانی خفت و دزد اسباب برد  ** رختها را زیر هر خاکی فشرد 
  • Sabahleyin kervan halkı uyandı, malların, gümüşlerin, develerin yerinde yeller esiyordu.
  • روز شد بیدار شد آن کاروان  ** دید رفته رخت و سیم و اشتران