English    Türkçe    فارسی   

6
517-566

  • Yolu gözeterek tenhaca ve güzel güzel giden, şüphe yok ki dostlarla daha güzel gider.
  • آنک تنها خوش رود اندر رصد  ** با رفیقان بی‌گمان خوشتر رود 
  • Her peygamber, bu düz yolda mucize gösterdi, yoldaşları aradı.
  • هر نبیی اندرین راه درست  ** معجزه بنمود و همراهان بجست 
  • Duvarların yardımı olmasa evler, ambarlar nereden meydana gelirdi?
  • گر نباشد یاری دیوارها  ** کی برآید خانه و انبارها 
  • Her duvar, birbirinden ayrı olsa tavan, havada nasıl olur da direksiz, dayanaksız durur. 520
  • هر یکی دیوار اگر باشد جدا  ** سقف چون باشد معلق در هوا 
  • Kâtibin, kalemin yardımı olmasa kâğıt üstüne yazı mı yazılır, sayı mı dökülür?
  • گر نباشد یاری حبر و قلم  ** کی فتد بر روی کاغذها رقم 
  • Bir kişi kamışları yere döşese, fakat örüp hasır yapmasa nasıl durur? Bir yel geldi mi alır, uçuruverir.
  • این حصیری که کسی می‌گسترد  ** گر نپیوندد به هم بادش برد 
  • Allah, her cinsi eş yarattı, sonuçlar da topluluktan meydana geldi.
  • حق ز هر جنسی چو زوجین آفرید  ** پس نتایج شد ز جمعیت پدید 
  • Hâsılı adam söyledi, kuş söyledi... bahisleri uzadı gitti.
  • او بگفت و او بگفت از اهتزاز  ** بحثشان شد اندرین معنی دراز 
  • Mesnevi’yi kısa ve gönlün istediği bir şekilde düz. Macerayı özlü ve kısa anlat. 525
  • مثنوی را چابک و دلخواه کن  ** ماجرا را موجز و کوتاه کن 
  • Ondan sonra kuş dedi ki: Bu buğdaylar kimin? Adam, vasisi olmayan bir yetimin emaneti.
  • بعد از آن گفتش که گندم آن کیست  ** گفت امانت از یتیم بی وصیست 
  • Beni emin bildikleri için emanet ettiler, yetim malı dedi.
  • مال ایتام است امانت پیش من  ** زانک پندارند ما را متمن 
  • Kuş dedi ki: Ben pek açım. Şu anda bana leş bile helâl.
  • گفت من مضطرم و مجروح‌حال  ** هست مردار این زمان بر من حلال 
  • Müsaade et de ey emniyetli, zâhit ve muhterem zat, şu buğdaydan yiyeyim.
  • هین به دستوری ازین گندم خورم  ** ای امین و پارسا و محترم 
  • Adam, zaruret hakkında fetva veren de sensin. Fakat zaruretin, ihtiyacın yok da yersen suçlu olursun. 530
  • گفت مفتی ضرورت هم توی  ** بی‌ضرورت گر خوری مجرم شوی 
  • Hattâ zaruretin varsa bile çekinmek daha iyi. Fakat mademki yiyeceksin, parasını ver bari dedi.
  • ور ضرورت هست هم پرهیز به  ** ور خوری باری ضمان آن بده 
  • Kuş, o anda tamamiyle kendisinden geçmişti. Atı, yularını elinden almıştı.
  • مرغ پس در خود فرو رفت آن زمان  ** توسنش سر بستد از جذب عنان 
  • Buğdayları yedi ama tuzakta kala kaldı. Nice Yâsin okudu,nice En’am okudu.
  • چون بخورد آن گندم اندر فخ بماند  ** چند او یاسین و الانعام خواند 
  • Âciz kaldıktan sonra ister acıklan, ister ah et. Bu kara duman, o hale düşmeden gerekti.
  • بعد در ماندن چه افسوس و چه آه  ** پیش از آن بایست این دود سیاه 
  • Hırs ve heves, insanı harekete getirdi mi o zaman ey feryadıma yetişen, medet de. 535
  • آن زمان که حرص جنبید و هوس  ** آن زمان می‌گو کای فریادرس 
  • Çünkü bu feryat, Basra harap olmadan edilen feryattır. Belki bu sınıklık yüzünden Basra kurtulur.
  • کان زمان پیش از خرابی بصره است  ** بوک بصره وا رهد هم زان شکست 
  • Ey ağlayan dövünen, bana Basra’yla Musul yıkılmadan ağla, dövün!
  • ابک لی یا باکیی یا ثاکلی  ** قبل هدم البصرة و الموصل 
  • Ölümden evvel feryat et, başına topraklar saç. Ölümden sonraysa ağlama, dayan.
  • نح علی قبل موتی واغتفر  ** لا تنح لی بعد موتی واصطبر 
  • Ben felâkete düşmeden, helâk olmadan ağla bana, felâket tufanından sonraysa ağlamayı bırak.
  • ابک لی قبل ثبوری فی‌النوی  ** بعد طوفان النوی خل البکا 
  • Şeytan, yolunu vurmadan Yâsin okumak gerek. 540
  • آن زمان که دیو می‌شد راه‌زن  ** آن زمان بایست یاسین خواندن 
  • Kervan vurulup kırılmadan hayvan döv de yol alsın ey kervancı.
  • پیش از آنک اشکسته گردد کاروان  ** آن زمان چوبک بزن ای پاسبان 
  • Bir kervancı,hırsızlar,tacirlerin mallarını tamamiyle alıp götürünceye kadar susması, ondan sonra gürültüye kalkışması
  • حکایت پاسبان کی خاموش کرد تا دزدان رخت تاجران بردند به کلی بعد از آن هیهای و پاسبانی می‌کرد 
  • Bir kervan muhafızı uyunmuştu. Hırsız gelip kervanı soydu, aldığı malları toprağa gömdü.
  • پاسبانی خفت و دزد اسباب برد  ** رختها را زیر هر خاکی فشرد 
  • Sabahleyin kervan halkı uyandı, malların, gümüşlerin, develerin yerinde yeller esiyordu.
  • روز شد بیدار شد آن کاروان  ** دید رفته رخت و سیم و اشتران 
  • Mallarımız ne oldu yahu? Söyle bakalım dediler.
  • پس بدو گفتند ای حارس بگو  ** که چه شد این رخت و این اسباب کو 
  • Dedi ki: Gece hırsızlar geldiler. Gözümüzün önünde ne var ne yoksa alıp götürdüler. 545
  • گفت دزدان آمدند اندر نقاب  ** رختها بردند از پیشم شتاب 
  • Halk, a kum tepesine benzeyen herif, a arda kalasıca, sen ne yaptın? dediler.
  • قوم گفتندش که ای چو تل ریگ  ** پس چه می‌کردی کیی ای مردریگ 
  • Dedi ki: Ben bir kişiydim, onlar yiğit, gürbüz, silâhlı bir alay adamdı.
  • گفت من یک کس بدم ایشان گروه  ** با سلاح و با شجاعت با شکوه 
  • Halk pekâlâ dedi, savaşmayacaktın bari uyanın kalkın diye bağırsaydın.
  • گفت اگر در جنگ کم بودت امید  ** نعره‌ای زن کای کریمان برجهید 
  • Dedi ki: Bağırmak istedim ama tam o sırada bana bıçak, kılıç gösterip sus, yoksa acımadan seni keseriz demek istediler.
  • گفت آن دم کارد بنمودند و تیغ  ** که خمش ورنه کشیمت بی‌دریغ 
  • Ben de korkudan ağzımı kapadım. Fakat şimdi istediğiniz kadar bağırıp çağırayım. 550
  • آن زمان از ترس بستم من دهان  ** این زمان هیهای و فریاد و فغان 
  • O zaman soluk bile alamıyordum, fakat şimdi dilediğiniz kadar feryat edeyim!
  • آن زمان بست آن دمم که دم زنم  ** این زمان چندانک خواهی هی کنم 
  • Kötü ve rüsva, şeytan, ömrünü zâyettikten sonra “Euzü” çekmek, “Fâtiha” okumak beyhudedir.
  • چونک عمرت برد دیو فاضحه  ** بی‌نمک باشد اعوذ و فاتحه 
  • Beyhudedir ama yine de gaflete düşmek, feryat etmekten daha kötüdür ya.
  • گرچه باشد بی‌نمک اکنون حنین  ** هست غفلت بی‌نمک‌تر زان یقین 
  • Sen de beyhude olsa, tatsız tuzsuz bulunsa bile yine feryat et, sızlan; ey yüce ve üstün Allah, de... Lûtfet bu hor kişilere bir bak.
  • هم‌چنین هم بی‌نمک می‌نال نیز  ** که ذلیلان را نظر کن ای عزیز 
  • Feryada erişme zamanı da kaadirsin, o zaman geçince de. Allah’ım senden bir şey eksilmez ki! 555
  • قادری بی‌گاه باشد یا به گاه  ** از تو چیزی فوت کی شد ای اله 
  • Sen “Kaybettiğiniz şeylere hayıflanmayın” diyen padişahsın. Dilediğin şey nasıl olmaz?
  • شاه لا تاسوا علی ما فاتکم  ** کی شود از قدرتش مطلوب گم 
  • Kuşun,bu tutuluşunu zâhidin hareketine,riya ve hilesine vermesi,zâhidin de cevabı
  • حواله کردن مرغ گرفتاری خود را در دام به فعل و مکر و زرق زاهد و جواب زاهد مرغ را 
  • Kuş dedi ki: Zâhitlerin afsununu dinleyenin lâyığı budur.
  • گفت آن مرغ این سزای او بود  ** که فسون زاهدان را بشنود 
  • Zâhit, hayır dedi, nahak yere yetimlerin malını yiyen kişinin lâyığıdır bu.
  • گفت زاهد نه سزای آن نشاف  ** کو خورد مال یتیمان از گزاف 
  • Kuş, bundan sonra öyle bir ağlayıp sızlanmaya koyuldu ki derdinden tuzak da titredi, avcı da.
  • بعد از آن نوحه‌گری آغاز کرد  ** که فخ و صیاد لرزان شد ز درد 
  • Kuş, gönlümdeki birbirine zıt şeyler yüzünden belim kırıldı diyordu; sevgili, gel de ellerinle başımı okşa. 560
  • کز تناقضهای دل پشتم شکست  ** بر سرم جانا بیا می‌مال دست 
  • Elinin altında oldukça başım rahatlaşır. Elin lûtuf ve ihsan hususunda bir delildir senin.
  • زیر دست تو سرم را راحتیست  ** دست تو در شکربخشی آیتیست 
  • Gölgeni başımdan çekme. Kararım kalmadı, kararım kalmadı, kararım kalmadı!
  • سایه‌ی خود از سر من برمدار  ** بی‌قرارم بی‌قرارم بی‌قرار 
  • Senin derdinle ey selvilerin, yaseminlerin haset ettikleri güzel, uyku gözlerimden usandı.
  • خوابها بیزار شد از چشم من  ** در غمت ای رشک سرو و یاسمن 
  • Lâyık değilsem bile ne olur, bir an olsun bu dertlere düşmüş, dermana lâyık olmayan kulun halini sorsan ne olur ki?
  • گر نیم لایق چه باشد گر دمی  ** ناسزایی را بپرسی در غمی 
  • Yoklukta ne liyakat vardı ki sen ona bunca lûtuf kapılarını açtın. 565
  • مر عدم را خود چه استحقاق بود  ** که برو لطفت چنین درها گشود 
  • Uyuz bir toprağı, kerem ettin de insan haline getirdin; yenine, yakasına duygu nurlarından on inci doldurdun.
  • خاک گرگین را کرم آسیب کرد  ** ده گهر از نور حس در جیب کرد