English    Türkçe    فارسی   

6
986-1035

  • Mustafa dedi ki: Peki, ne çaresi var şimdi? Ebubekir ben ona müşteriyim dedi...
  • مصطفی گفتش که اکنون چاره چیست  ** گفت این بنده مر او را مشتریست 
  • Efendisi ne isterse zarara ziyana bakmadan alacağım.
  • هر بها که گوید او را می‌خرم  ** در زیان و حیف ظاهر ننگرم 
  • Çünkü o yeryüzünde Allah esiri olmuş, Allah düşmanlarının hışmına uğramış.
  • کو اسیر الله فی الارض آمدست  ** سخره‌ی خشم عدو الله شدست 
  • Mustafa aleyhisselâm’ın , Sıddıyk’a -Allah razı olsun -Bilâl’e müşteri olunca mutlaka inatlarından pahalıya satacaklardır,beni de bu fazilette kendine ortak et, vekilim ol, yarı parasını benden al demesi
  • وصیت کردن مصطفی علیه‌السلام صدیق را رضی الله عنه کی چون بلال را مشتری می‌شوی هر آینه ایشان از ستیز بر خواهند در بها فزود و بهای او را خواهند فزودن مرا درین فضیلت شریک خود کن وکیل من باش و نیم بها از من بستان 
  • Mustafa dedi ki: Ey devlet arayan, bu hususta ben de sana ortağım.
  • مصطفی گفتش کای اقبال‌جو  ** اندرین من می‌شوم انباز تو 
  • Vekilim ol, müşteri olup onu al, yarı parasını ben de sana ortağım. 990
  • تو وکیلم باش نیمی بهر من  ** مشتری شو قبض کن از من ثمن 
  • Ebubekir ,baş üstüne deyip derhal amansız kâfirin evine gitti.
  • گفت صد خدمت کنم رفت آن زمان  ** سوی خانه‌ی آن جهود بی‌امان 
  • Kendi kendine çocukların elindeki inciyi almak kolaydır diyordu.
  • گفت با خود کز کف طفلان گهر  ** پس توان آسان خریدن ای پدر 
  • Yol yanıltan Şeytan, dünya malına karşılık bu ahmak çocukların aklını, imanını satın alır ya.
  • عقل و ایمان را ازین طفلان گول  ** می‌خرد با ملک دنیا دیو غول 
  • Leşe o kadar ziynet verir ki karşılık olarak onlardan iki yüz tane gül bahçesi satın alır.
  • آنچنان زینت دهد مردار را  ** که خرد زیشان دو صد گلزار را 
  • Büyü yapar da o kadar ay ışığı gösterir ki aşağılık adamlardan yüzlerce keseyi kapar. 995
  • آن‌چنان مهتاب پیماید به سحر  ** کز خسان صد کیسه برباید به سحر 
  • Peygamberler, onlara alışveriş etmeyi öğrettiler, onların önünde din mumunu yaktılar.
  • انبیاشان تاجری آموختند  ** پیش ایشان شمع دین افروختند 
  • Fakat şeytan ve yol yanıltan büyücü, hileyle, büyüyle peygamberleri onlara çirkin gösterdi.
  • دیو و غول ساحر از سحر و نبرد  ** انبیا را در نظرشان زشت کرد 
  • Düşman büyü yaparak karı ile kocayı birbirine çirkin gösterir, nihayet aralarına ayrılık düşer.
  • زشت گرداند به جادویی عدو  ** تا طلاق افتد میان جفت و شو 
  • Onların gözlerini büyüyle kapattılar da böyle değerli bir inciyi aşağılık kişiye sattılar.
  • دیده‌هاشان را به سحر می‌دوختند  ** تا چنین جوهر به خس بفروختند 
  • 1000.Bu inci, iki âlemden de üstündür. Gel de hemen şu eşek gibi bir şeyden anlamayan çocuktan satın al. 1000
  • این گهر از هر دو عالم برترست  ** هین بخر زین طفل جاهل کو خرست 
  • Eşeğe göre katır boncuğu ile inci birdir. O eşek ,zaten inciyle denizin vücudunda şüphe eder.
  • پیش خر خرمهره و گوهر یکیست  ** آن اشک را در در و دریا شکیست 
  • O denizi de inkâr eder, incilerini de. Hiç hayvan, inciyi süsü püsü arar mı?
  • منکر بحرست و گوهرهای او  ** کی بود حیوان در و پیرایه‌جو 
  • Allah, lâl ve inci aramaz. Allah, onun kafasına böyle bir şey koymamıştır.
  • در سر حیوان خدا ننهاده است  ** کو بود در بند لعل و درپرست 
  • Hiç eşeklerde küpe gördün mü? Eşeğin kulağı da yeşilliktedir aklı da.
  • مر خران را هیچ دیدی گوش‌وار  ** گوش و هوش خر بود در سبزه‌زار 
  • Vettini suresindeki “İnsanı en güzel şekilde yarattık” âyetini oku. Ey dost ,en değerli inci candır. 1005
  • احسن التقویم در والتین بخوان  ** که گرامی گوهرست ای دوست جان 
  • En güzel şekli olan insan şekli, arştan da üstündür, düşünceye de sığmaz.
  • احسن التقویم از عرش او فزون  ** احسن التقویم از فکرت برون 
  • Bu paha biçilmez şeyin değerini söylesem ben de yanarım, duyan da yanar.
  • گر بگویم قیمت این ممتنع  ** من بسوزم هم بسوزد مستمع 
  • Burada artık sus dudağını yum, eşeğini bu tarafa sürme. Sıddıyk da o eşeklerin yanına gitti.
  • لب ببند اینجا و خر این سو مران  ** رفت این صدیق سوی آن خران 
  • Kapının halkasını dövdü. Kapı açılınca o kâfirin evine âdeta kendinden geçmiş bir halde girdi.
  • حلقه در زد چو در را بر گشود  ** رفت بی‌خود در سرای آن جهود 
  • Kendinden geçmiş sarhoş ve ateşli bir halde oturdu. Ağzından bir hayli acı sözler çıktı. 1010
  • بی‌خود و سرمست و پر آتش نشست  ** از دهانش بس کلام تلخ جست 
  • Dedi ki: Bu Allah dostunu nasıl dövüyorsun? Ey apaçık düşman bu ne haset?
  • کین ولی الله را چون می‌زنی  ** این چه حقدست ای عدو روشنی 
  • Kendi dininde doğru isen doğru sözlü bir adama zulmetmeye gönlün nasıl razı oluyor?
  • گر ترا صدقیست اندر دین خود  ** ظلم بر صادق دلت چون می‌دهد 
  • Ey kâfirlik dininde karı olan, nasıl oluyor da bir şehzadeye karşı böyle bir zanda bulunuyorsun?
  • ای تو در دین جهودی ماده‌ای  ** کین گمان داری تو بر شه‌زاده‌ای 
  • Ey ebedî lânete uğramış, ey merdut adam, daima adamı eğri büğrü gösteren aynaya bakma.
  • در همه ز آیینه‌ی کژساز خود  ** منگر ای مردود نفرین ابد 
  • O anda Sıddıyk’ın ağzından çıkan sözleri söylesem elini ayağını kaybedersin. 1015
  • آنچ آن دم از لب صدیق جست  ** گر بگویم گم کنی تو پای و دست 
  • O hikmet kaynakları cihetsizlik makamından coşmada, dudağından Fırat gibi kaynayıp akmada idi.
  • آن ینابیع الحکم هم‌چون فرات  ** از دهان او دوان از بی‌جهات 
  • Herhangi bir taştan su kaynar, akar. Bu su, taşın ne yanından gelir, ne ortasından.
  • هم‌چو از سنگی که آبی شد روان  ** نه ز پهلو مایه دارد نه از میان 
  • Allah o taşı kendisine bir siper yapmıştır. O gök renkli suyu, o taştan akıtıp durmadadır.
  • اسپر خود کرده حق آن سنگ را  ** بر گشاده آب مینارنگ را 
  • Nitekim senin göz kaynağından da nur, hiç eksilmeden akıp durmadadır.
  • هم‌چنانک از چشمه‌ی چشم تو نور  ** او روان کردست بی‌بخل و فتور 
  • O nur, ne yağdan meydana gelir, ne deriden. Dost, yaratılışta, o gözü, nura bir vesile yapmıştır. 1020
  • نه ز پیه آن مایه دارد نه ز پوست  ** روی‌پوشی کرد در ایجاد دوست 
  • Kulak boşluğunda da çekici bir yel vardır. Söyleyenin yalan olsun doğru olsun sözlerini duyar anlar.
  • در خلای گوش باد جاذبش  ** مدرک صدق کلام و کاذبش 
  • O küçücük kemikteki yel nasıl bir yeldir ki söz söyleyenin harfini, sesini alıyor?
  • آن چه بادست اندر آن خرد استخوان  ** کو پذیرد حرف و صوت قصه‌خوان 
  • Kemikle yel ancak bir vesileden ibarettir. İki âlemde de Allah’dan başka kimse yoktur.
  • استخوان و باد روپوشست و بس  ** در دو عالم غیر یزدان نیست کس 
  • Perdesiz olarak duyan da odur söyleyen de. Çünkü “Kulaklar baştan sayılır.”
  • مستمع او قایل او بی‌احتجاب  ** زانک الاذنان من الراس ای مثاب 
  • Kâfir dedi ki: Ey ikramcı adam, eğer acıyorsan para ver, al onu. G 1025
  • گفت رحمت گر همی‌آید برو  ** زر بده بستانش ای اکرام‌خو 
  • önlün yanıyorsa onu benden satın al. Müşkülün parasız hallolmaz.
  • از منش وا خر چو می‌سوزد دلت  ** بی‌منت حل نگردد مشکلت 
  • Ebubekir, yüzlerce hizmette bulunur, Allah’ya karşı da beş yüz kere şükür secdesine kapanırım. Güzel bir kulum var, fakat kâfir.
  • گفت صد خدمت کنم پانصد سجود  ** بنده‌ای دارم تن اسپید و جهود 
  • Vücudu beyaz ama gönlü kara, gönlü nurlu kulu ver bana.
  • تن سپید و دل سیاهستش بگیر  ** در عوض ده تن سیاه و دل منیر 
  • Birisini gönderip kölesini getirtti, hakikatten o köle pek güzeldi.
  • پس فرستاد و بیاورد آن همام  ** بود الحق سخت زیبا آن غلام 
  • Bir derece ki o kâfir, hayran oldu, taşa benzeyen yüreği âdeta yerinden oynadı. 1030
  • آنچنان که ماند حیران آن جهود  ** آن دل چون سنگش از جا رفت زود 
  • Surete tapanların hali budur. Taş gibi yürekleri, bir suret gördüler mi mum gibi erir.
  • حالت صورت‌پرستان این بود  ** سنگشان از صورتی مومین بود 
  • Fakat yine dayandı, inat etti, bu hiçbir şey değil, bundan başka daha para vermelisin dedi.
  • باز کرد استیزه و راضی نشد  ** که برین افزون بده بی‌هیچ بد 
  • Ebubekir, o kâfirin, hırsı yatışıncaya, gönlü razı oluncaya kadar da para verip Bilâl’i satın aldı.
  • یک نصاب نقره هم بر وی فزود  ** تا که راضی گشت حرص آن جهود 
  • Bu alışverişte Sıddıyk aldandı sanarak kâfir gülmeye koyuldu
  • خندیدن جهود و پنداشتن کی صدیق مغبونست درین عقد 
  • O taş yürekli kâfir acıklanarak, eğlenerek, alay ederek bir kahkaha attı.
  • قهقهه زد آن جهود سنگ‌دل  ** از سر افسوس و طنز و غش و غل 
  • Sıddıyk dedi ki: Bu kahkaha neden? Herif cevap vereceği yerde büsbütün gülmeye kahkahasını arttırmaya başladı. 1035
  • گفت صدیقش که این خنده چه بود  ** در جواب پرسش او خنده فزود