English    Türkçe    فارسی   

1
3550-3559

  • چون خدا ما را برای آن فراخت ** که به ما بتوان حقیقت را شناخت‌‌ 3550
  • Tanrı, hakikatlerin bizim vasıtamızla anlaşılması için kadrimizi yüceltti.
  • این نباشد ما چه ارزیم ای جوان ** کی شویم آیین روی نیکوان‌‌
  • Eğer bu doğruluğumuz olmasaydı ne değerimiz olurdu; iyilerin yüzünü nasıl ağartırdık?” derler.
  • لیک در کش در نمد آیینه را ** گر تجلی کرد سینا سینه را
  • Fakat sen, gönlüne Sinâ dağındaki Tanrı tecellisi vurduysa bile yine aynayı koynuna koy!”
  • گفت آخر هیچ گنجد در بغل ** آفتاب حق و خورشید ازل‌‌
  • Zeyd, “ Tanrı güneşi, ezeli güneş, hiç koltuğa sığar mı?
  • هم دغل را هم بغل را بر درد ** نه جنون ماند به پیشش نه خرد
  • Aslı olmayan şeyleri de yırtar, yakar; koltuğu da. Önünde ne delilik kalır, ne akıllılık!” dedi.
  • گفت یک اصبع چو بر چشمی نهی ** بیند از خورشید عالم را تهی‌‌ 3555
  • Peygamber dedi ki: “ Bir parmağını gözünün üstüne koydun mu... dünyayı güneşsiz görürsün.
  • یک سر انگشت پرده‌‌ی ماه شد ** وین نشان ساتری الله شد
  • Bir parmak bile, aya perde oluyor. İşte bu padişahın ayıp örtücülüğüne alâmettir.
  • تا بپوشاند جهان را نقطه‌‌ای ** مهر گردد منکسف از سقطه‌‌ای‌‌
  • Bu suretle bir nokta ( gibi olan parmak), cihanı örter; bir sürçme de güneşi küsufa uğratır.
  • لب ببند و غور دریایی نگر ** بحر را حق کرد محکوم بشر
  • Dudağını yum, denizin dibine bak. Tanrı, denizi, insana mahkûm etmiştir.
  • همچو چشمه‌‌ی سلسبیل و زنجبیل ** هست در حکم بهشتی جلیل‌‌
  • Nitekim Selsebîl ve Zencebîl ırmakları da Tanrı’nın cennete koyduğu kulların hükmü altındadır.