English    Türkçe    فارسی   

2
1664-1673

  • از کجا آورده‏اند آن حله‏ها ** من کریم من رحیم کلها
  • Bu güzel ve ağır elbiseleri nereden getirdiler? Hepsini de kerem sahibi Allahtan. Hepsini de merhamet sahibi Allahtan!
  • آن لطافتها نشان شاهدی است ** آن نشان پای مرد عابدی است‏ 1665
  • O letafetler, bir güzellik nişanesidir, o nişane de ibadet edici bir erin ayak izi.
  • آن شود شاد از نشان کاو دید شاه ** چون ندید او را نباشد انتباه‏
  • Padişahtan nişane gören sevinir. Görmeyene gelince, uyanıp kendine gelemez.
  • روح آن کس کاو به هنگام أ لست ** دید رب خویش و شد بی‏خویش و مست‏
  • Elest deminde Rabbini görüp sarhoş olarak kendinden geçen kişinin ruhu bu gün de Rabbini görür, kendinden geçer.
  • او شناسد بوی می کاو می بخورد ** چون نخورد او می چه داند بوی کرد
  • Şarap kokusunu şarap içen tanır. Şarap içmeyen şarap kokusunu ne bilsin?
  • ز انکه حکمت همچو ناقه‏ی ضاله است ** همچو دلاله شهان را داله است‏
  • Hikmet, müminin kaybolmuş devesine benzer, Hikmet, teşrifatçı gibi adamı padişahla görüştürür.
  • تو ببینی خواب در یک خوش لقا ** کاو دهد وعده و نشانی مر ترا 1670
  • Rüyada güzel yüzlü birisini görürsün, o sana vade verir, alâmetler söyler.
  • که مراد تو شود اینک نشان ** که بپیش آید ترا فردا فلان‏
  • Muradın olacak, nişanesi de bu: Yarın sana filân kişi gelecek.
  • یک نشانی آن که او باشد سوار ** یک نشانی که ترا گیرد کنار
  • Onun bir alâmeti atlı oluşudur. Bir alâmeti de şu: Seni görünce kucaklayacak.
  • یک نشانی که بخندد پیش تو ** یک نشان که دست بندد پیش تو
  • Bir alâmeti de seni görünce gülmesi; diğer bir nişanesi de sana karşı el kavuşturmasıdır.