English    Türkçe    فارسی   

2
2881-2890

  • مهر در گوش شما بنهاد حق ** تا به آواز خدا نارد سبق‏
  • Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
  • نک صریح آواز حق می‏آیدم ** همچو صاف از درد می‏پالایدم‏
  • İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
  • همچنان که موسی از سوی درخت ** بانگ حق بشنید کای مسعود بخت‏
  • Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti.
  • از درخت إنی أنا الله می‏شنید ** با کلام انوار می‏آمد پدید
  • “Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.
  • چون ز نور وحی در می‏ماندند ** باز نو سوگندها می‏خواندند 2885
  • Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular.
  • چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
  • Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
  • باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح‏
  • Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
  • اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمی‏کند
  • Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
  • تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول‏
  • Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
  • که چنین پیران با شیب و وقار ** می‏کندشان این پیمبر شرمسار
  • Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
  • کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا 2890
  • Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi?