English    Türkçe    فارسی   

2
2903-2912

  • همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبه‏ای کردند حق آتش زدش‏
  • Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
  • قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام‏
  • Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
  • مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز 2905
  • Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur.
  • هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن‏
  • Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
  • واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک‏
  • Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
  • لیک می‏ترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان‏
  • Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
  • شرع بی‏تقلید می‏پذرفته‏اند ** بی‏محک آن نقد را بگرفته‏اند
  • Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
  • حکمت قرآن چو ضاله‏ی مومن است ** هر کسی در ضاله‏ی خود موقن است‏ 2910
  • Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır.
  • قصه‏ی آن شخص که اشتر ضاله‏ی خود می‏جست و می‏پرسید
  • Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
  • اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست‏
  • Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
  • ضاله چه بود ناقه‏ای گم کرده‏ای ** از کفت بگریخته در پرده‏ای‏
  • Arapça da “Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler.