English    Türkçe    فارسی   

2
3430-3439

  • کاو اگر زهری خورد شهدی شود ** تو اگر شهدی خوری زهری بود 3430
  • Veli, zehir yese bal olur, sen bal yesen zehir kesilir.
  • کاو بدل گشت و بدل شد کار او ** لطف گشت و نور شد هر نار او
  • O, varlığını Allah varlığına tebdil etmiştir. İşi de eşyayı tebdil etmedir. O, lütuftan ibaret bir hale gelmiştir, her türlü ateşi de nur olmuştur.
  • قوت حق بود مر بابیل را ** ور نه مرغی چون کشد مر پیل را
  • Ebabil kuşlarında Allah kuvveti vardı. Yoksa bir kuşcağız nasıl olurda bir fili helâk edebilirdi?
  • لشکری را مرغکی چندی شکست ** تا بدانی کان صلابت از حق است‏
  • Koca bir orduyu birkaç kuş kırıp geçirdi. Bak da bu kudretin Allah’tan olduğunu bil.
  • گر تو را وسواس آید زین قبیل ** رو بخوان تو سوره‏ی اصحاب فیل‏
  • Eğer bundan şüpheye düşersen yürü var, Eshabı fil suresini oku.
  • ور کنی با او مری و همسری ** کافرم دان گر تو ز ایشان سر بری‏ 3435
  • Onunla inada kalkışır, beraberlik dâvasına girişirsen, yok mu? Eğer onlardan başını kurtarabilirsen beni de kâfir bil sen!
  • کشیدن موش مهار شتر را و متعجب شدن موش در خود
  • Farenin deve yularını çekmesi ve kendi kendisine gururlanması
  • موشکی در کف مهار اشتری ** در ربود و شد روان او از مری‏
  • Bir fareceğiz, bir devenin yularını eline aldı, kurula, kurula yola düştü.
  • اشتر از چستی که با او شد روان ** موش غره شد که هستم پهلوان‏
  • Deve, tabiatındaki mülayimlik yüzünden onunla beraber yürümeye koyuldu. Fare “Ben, ne de pehlivan, ne de yiğit ermişim” diye gurura düştü.
  • بر شتر زد پرتو اندیشه‏اش ** گفت بنمایم ترا تو باش خوش‏
  • Düşüncesinin ışığı deveye aksetti. “Hele hoşindi. Ben sana gösteririm!” dedi.
  • تا بیامد بر لب جوی بزرگ ** کاندر او گشتی زبون پیل سترگ‏
  • Gide, gide bir büyük ırmak kenarına geldiler. Öyle büyük, öyle derindi ki ulu bir fil bile o ırmakta zebun olurdu.