English    Türkçe    فارسی   

2
860-869

  • ز آتش ار علمت یقین شد از سخن ** پختگی جو در یقین منزل مکن‏ 860
  • Ateşin varlığını sözle bildin, bu varlığa sözle yakîn hâsıl ettinse pişmeyi iste, sözde kalma.
  • تا نسوزی نیست آن عین الیقین ** این یقین خواهی در آتش در نشین‏
  • Yanmadıkça o bilgi, Aynel Yakîn değildir. Bu yakîn’i istiyorsan ateşe dal.
  • گوش چون نافذ بود دیده شود ** ور نه قل در گوش پیچیده شود
  • Kulak, hakikate nüfuz ederse göz kesilir. Yoksa söz kulakta kalır, gönle tesir etmez.
  • این سخن پایان ندارد باز گرد ** تا که شه با آن غلامانش چه کرد
  • Bu sözün sonu gelmez. Geri dön de padişah o kölelere ne yaptı, onu anlat!
  • به راه کردن شاه یکی را از آن دو غلام و از این دیگر پرسیدن
  • Padişahın o kölelerden birini bir yere yollayıp öbüründen bazı şeyler sorması
  • آن غلامک را چو دید اهل ذکا ** آن دگر را کرد اشارت که بیا
  • Padişah o köleciği zeki görünce öbürüne “Beri gel” diye emretti.
  • کاف رحمت گفتمش تصغیر نیست ** جد چو گوید طفلکم تحقیر نیست‏ 865
  • Buradaki sevgiye ve acımaya delâlet eden “ceğiz” eki küçültme, horlama için değildir. Nitekim ana oğul’a “yavrucuğum” derse bu horlama sayılmaz.
  • چون بیامد آن دوم در پیش شاه ** بود او گنده دهان دندان سیاه‏
  • İkinci köle padişahın huzuruna geldi. Ağzı kokuyordu, dişleri de kapkaraydı.
  • گر چه شه ناخوش شد از گفتار او ** جستجویی کرد هم ز اسرار او
  • Padişah, onun sözünden pek hoşlanmadı ama nesi var, nesi yok diye sırlarını aramaya koyuldu.
  • گفت با این شکل و این گند دهان ** دور بنشین لیک آن سو تر مران‏
  • “Bu şekilde, bu pis kokulu ağızla biraz ötede otur; fakat o kadar da ileri gitme.
  • که تو اهل نامه و رقعه بدی ** نه جلیس و یار و هم بقعه بدی‏
  • Çünkü seninle uzaktan konuşmak gerek. Benimle düşüp kalkamazsın, benimle bir yerde oturamazsın.