English    Türkçe    فارسی   

3
2407-2416

  • نور این دانی که حیوان دید هم ** پس چه کرمنا بود بر آدمم
  • Bilirsin ki bu zahiri görüşün nurunu hayvan da görür. Şu halde benim Âdem’e “Kerremna” demem nedir?
  • من چو خورشیدم درون نور غرق ** می‌ندانم کرد خویش از نور فرق
  • Ben, nurlara dalmış, gark olmuş bir güneşim. Kendimi nurdan ayırt edemiyorum.
  • رفتنم سوی نماز و آن خلا ** بهر تعلیمست ره مر خلق را
  • O halvete gitmem, namaz kılmam, halka öğretmek için.
  • کژ نهم تا راست گردد این جهان ** حرب خدعه این بود ای پهلوان 2410
  • Bu âlem doğrulsun diye ayağımı eğri atmaktayım. Ey yiğit, savaş hileden ibarettir.”
  • نیست دستوری و گر نه ریختی ** گرد از دریای راز انگیختی
  • İzin yoktu, yoksa Davut, bu sırları döküp saçar, sır denizinden toz koparırdı!
  • همچنین داود می‌گفت این نسق ** خواست گشتن عقل خلقان محترق
  • Davut, bu çeşit söyleyip durmakta, halkın aklını, fikrini yakmaya kalkışmaktayken,
  • پس گریبانش کشید از پس یکی ** که ندارم در یکیی‌اش شکی
  • Arkasından birisi, “Birliğinde hiç şüphem yok” diye Davud’un eteğini çekti.
  • با خود آمد گفت را کوتاه کرد ** لب ببست و عزم خلوتگاه کرد
  • Davut, kendine geldi, sözünü kısa kesti, dudağını yumdu, halvet edeceği yere hareket etti.
  • در خلوت رفتن داود تا آنچ حقست پیدا شود
  • Davud’un, hakkın meydana çıkması için halvete girmesi
  • در فرو بست و برفت آنگه شتاب ** سوی محراب و دعای مستجاب 2415
  • Davut, kapısını kapayıp acele halvet edeceği yere gitti, mihrabına, duanın kabul edildiği yere yöneldi.
  • حق نمودش آنچ بنمودش تمام ** گشت واقف بر سزای انتقام
  • Allah, ona bu işin hakikatini bildirdi, ne gösterdiyse tamamıyla gösterdi. O da işi anladı, öç alınacak kimdir, kısasa layık adam hangisidir, bildi.