English    Türkçe    فارسی   

3
262-271

  • بس وصیت کرد ما را او نهان ** که کشیدش سوی ده لابه‌کنان
  • Bize, onu kandırın, köye getirin diye gizlice birçok ricalarda bulundu” dediler.
  • گفت حقست این ولی ای سیبویه ** اتق من شر من احسنت الیه
  • Şehirli dedi ki: “Yavrucuğum, doğru ama iyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın demişler.
  • دوستی تخم دم آخر بود ** ترسم از وحشت که آن فاسد شود
  • Dostluk, son demdedir. Korkarım ki bir şey olur da tohum bozulur”
  • صحبتی باشد چو شمشیر قطوع ** همچو دی در بوستان و در زروع 265
  • Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi kesip biçer.
  • صحبتی باشد چو فصل نوبهار ** زو عمارتها و دخل بی‌شمار
  • Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir.
  • حزم آن باشد که ظن بد بری ** تا گریزی و شوی از بد بری
  • İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin, kaçıp kötülüklerden kurtulasın.
  • حزم س الظن گفتست آن رسول ** هر قدم را دام می‌دان ای فضول
  • Peygamber, “Tedbir sui zandır” dedi. A boşboğaz, her adımı bir tuzak bil.
  • روی صحرا هست هموار و فراخ ** هر قدم دامیست کم ران اوستاخ
  • Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var, küstahça koşmayı bırak.
  • آن بز کوهی دود که دام کو ** چون بتازد دامش افتد در گلو 270
  • Dağ keçisi “Nerde tuzak?” diye koşar, fakat yürüdü mü tuzağa düşer, boğazından yakalanır.
  • آنک می‌گفتی که کو اینک ببین ** دشت می‌دیدی نمی‌دیدی کمین
  • Nerde tuzak diyordun ya, işte buracıkta, bak da gör. Ovayı gördün ama tuzağı görmedin.