English    Türkçe    فارسی   

3
590-599

  • هر که گیرد پیشه‌ای بی‌اوستا ** ریش‌خندی شد بشهر و روستا 590
  • Ustaya müracaat etmeksizin bir sanat tutan kişi şehre de alay mevzuu olur, köye de!
  • جز که نادر باشد اندر خافقین ** آدمی سر بر زند بی والدین
  • Doğuda da, batıda da anasız, babasız bir insan doğması pek nadirdir.
  • مال او یابد که کسبی می‌کند ** نادری باشد که بر گنجی زند
  • Bir işe girişen, çalışan kişi mal kazanır. Ama nadir olarak bir adam, bir hazine de bulabilir.
  • مصطفایی کو که جسمش جان بود ** تا که رحمن علم‌القرآن بود
  • Fakat nerede bir Mustafa ki cismi can olsun da “Er rahman, Allemel Kur’an- Rahman, ona Kur’an’ı öğretti” sırrına ersin.
  • اهل تن را جمله علم بالقلم ** واسطه افراشت در بذل کرم
  • Ten ehlinin hepsi kalemle, okuyup yazmakla öğrenir, öğretir. Allah kereminin bolluğuyla kalemi, öğretiş ve öğrenişe vasıta halk etmiştir.
  • هر حریصی هست محروم ای پسر ** چون حریصان تگ مرو آهسته‌تر 595
  • Oğul, her hırs sahibi mahrumdur. Harisler gibi öyle koşma, aheste aheste yürü.
  • اندر آن ره رنجها دیدند و تاب ** چون عذاب مرغ خاکی در عذاب
  • Şehirli ve çoluk çocuğu da o yolda karada yaşayan kuşun suda çektiği eziyet ve zahmet gibi eziyetler, zahmetler çektiler.
  • سیر گشته از ده و از روستا ** وز شکرریز چنان نا اوستا
  • Köye de karınları toktu artık, köylüye de. Öyle usta olmadan şeker yapmaya da doymuşlardı, hatta.
  • رسیدن خواجه و قومش به ده و نادیده و ناشناخته آوردن روستایی ایشان را
  • Şehirliyle akrabasının köye varmaları, köylünün onları tanımazlıktan gelmesi
  • بعد ماهی چون رسیدند آن طرف ** بی‌نوا ایشان ستوران بی علف
  • Bir ay sonra kendileri perişan, hayvanları yemsiz bir hâlde o köye vardılar.
  • روستایی بین که از بدنیتی ** می‌کند بعد اللتیا والتی
  • Köylüye bak ki kötü niyeti yüzünden falan feşman diye zırvalamaya,