English    Türkçe    فارسی   

4
2602-2611

  • هم در آن مجلس که بشنیدی تو این ** چون نگفتی آری و صد آفرین
  • Daha o mecliste bunu duyunca neden evet, yüzlerce hamdolsun demedin?
  • این سخن در گوش خورشید ار شدی ** سرنگون بر بوی این زیر آمدی
  • Bu söz, güneşin kulağına değseydi buna nail olmak ümidiyle baş aşağı yere inerdi!
  • هیچ می‌دانی چه وعده‌ست و چه داد ** می‌کند ابلیس را حق افتقاد
  • Hiç bildin mi, ne vaattir bu, ne lütuf tur? Hak, İblis' i arayıp soruyor âdeta!
  • چون بدین لطف آن کریمت باز خواند ** ای عجب چون زهره‌ات بر جای ماند 2605
  • O kerem sahibi, seni böyle bir lütfa, böyle bir ihsana çağırdı da nasıl tahammül ettin? Şaşılacak şey
  • زهره‌ات ندرید تا زان زهره‌ات ** بودی اندر هر دو عالم بهره‌ات
  • Nasıl yüreğini eritmedi bu? Eritseydi iki cihandan da nasip alırdın!
  • زهره‌ای کز بهره‌ی حق بر درد ** چون شهیدان از دو عالم بر خورد
  • Adamın yüreği Allah için erirse şehitler gibi iki âlemde de lütfa, ihsana mazhar olur.
  • غافلی هم حکمتست و این عمی ** تا بماند لیک تا این حد چرا
  • Gafillik de hikmettir, bu kör oluşun da bir hikmeti var, var ama neden bu dereceye kadar olsun?
  • غافلی هم حکمتست و نعمتست ** تا نپرد زود سرمایه ز دست
  • Sermayenin çabucak elden uçamaması için gafillik, hem hikmettir, hem nimet!
  • لیک نی چندانک ناسوری شود ** زهر جان و عقل رنجوری شود 2610
  • Fakat unulmaz bir yara haline gelmemeli... Aklın ve canın zehri olmamalı, adama eziyet vermemeli!
  • خود کی یابد این چنین بازار را ** که به یک گل می‌خری گلزار را
  • Kim böyle bir alışverişi edebilir? Bir gülle gül bahçesini satın alıyorsun!