English    Türkçe    فارسی   

4
501-510

  • لیک این گرمی گشاید دیده را ** تا ببیند عین هر بشنیده را
  • Fakat bu hararet, her duyulanın hakikati görülsün diye gözü açar...
  • گرمیش را ضجرتی و حالتی ** زان تبش دل را گشادی فسحتی
  • Ve hararetinde bir sıkıntı bir hal vardır... Hakiki güneşin hararetiyle gönlü açar, gönle bir ferahlık, bir genişlik verir!
  • کور چون شد گرم از نور قدم ** از فرح گوید که من بینا شدم
  • Kör, evveline evvel olmayan Allah nuruyla hararetlendi mi ferahından, ben görüyorum, gözlerim açıldı benim der.
  • سخت خوش مستی ولی ای بوالحسن ** پاره‌ای راهست تا بینا شدن
  • Güzelim, adamakıllı ve hoş bir sarhoşluktur bu... Yalnız can gözünün açılması için aşılacak az bir yol vardır.
  • این نصیب کور باشد ز آفتاب ** صد چنین والله اعلم بالصواب 505
  • Bu körün güneşten nasibidir... Allah doğrusunu daha iyi bilir ya... Bunun gibi belki yüzlerce nasibi de var!
  • وآنک او آن نور را بینا بود ** شرح او کی کار بوسینا بود
  • O nuru gören kişinin ahvalini anlatmak, hiç Ebu Ali Sina’nın harcı mıdır?
  • ور شود صد تو که باشد این زبان ** که بجنباند به کف پرده‌ی عیان
  • Yüz kat kuvvetli bile olsa bu dil, kim oluyor ki eliyle görüş perdesini oynatmaya kalkışıyor?
  • وای بر وی گر بساید پرده را ** تیغ اللهی کند دستش جدا
  • Perdeye elini sürerse vay ona... Allah kılıcı elini kesiverir!
  • دست چه بود خود سرش را بر کند ** آن سری کز جهل سرها می‌کند
  • Hatta el de nedir ki? Bilgisizliğinden serkeşlik eden başı bile keser, koparır!
  • این به تقدیر سخن گفتم ترا ** ورنه خود دستش کجا و آن کجا 510
  • Bunu söz olsun diye söyledim... Yoksa onun eli nerede, o nerede?