English    Türkçe    فارسی   

4
886-895

  • هست بر ما سهل و او را بس عزیز ** تا بود بر خوان حوران دیو نیز
  • O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
  • عبرت جانش شود آن تخت ناز ** هم‌چو دلق و چارقی پیش ایاز
  • Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
  • تا بداند در چه بود آن مبتلا ** از کجاها در رسید او تا کجا
  • Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
  • خاک را و نطفه را و مضغه را ** پیش چشم ما همی‌دارد خدا
  • Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
  • کز کجا آوردمت ای بدنیت ** که از آن آید همی خفریقیت 890
  • A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi?
  • تو بر آن عاشق بدی در دور آن ** منکر این فضل بودی آن زمان
  • Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına âşıktın... O zamanlar bu kerem ve ihsanı inkâr ediyordun!
  • این کرم چون دفع آن انکار تست ** که میان خاک می‌کردی نخست
  • Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkârda bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkârını gidermek içindir.
  • حجت انکار شد انشار تو ** از دوا بدتر شد این بیمار تو
  • Canlanman, evvelki inkârına karşı reddedilmez bir delildir... Şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!
  • خاک را تصویر این کار از کجا ** نطفه را خصمی و انکار از کجا
  • Toprağın bu işi yapmasına imkân mı var... Meni, düşmanlıkta bulunur, inkâra düşer mi hiç?
  • چون در آن دم بی‌دل و بی‌سر بدی ** فکرت و انکار را منکر بدی 895
  • O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... Bu yüzden düşünceyi de inkâr ediyordun, inkârı da!