English    Türkçe    فارسی   

5
159-168

  • هم‌چو لبهای فرس و در وقت نعل  ** تا نماید سنگ کمتر را چو لعل 
  • Aşağılık taş lal göstermek için at nallanırken dudaklarını kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp,
  • گوشهاات گیرد او چون گوش اسب  ** می‌کشاند سوی حرص و سوی کسب  160
  • Atın kulağından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca çeker.
  • بر زند بر پات نعلی ز اشتباه  ** که بمانی تو ز درد آن ز راه 
  • Şüphe etme ki ayağına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala kalırsın.
  • نعل او هست آن تردد در دو کار  ** این کنم یا آن کنم هین هوش دار 
  • Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel.
  • آن بکن که هست مختار نبی  ** آن مکن که کرد مجنون و صبی 
  • Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
  • حفت الجنه بچه محفوف گشت  ** بالمکاره که ازو افزود کشت 
  • “Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.
  • صد فسون دارد ز حیلت وز دغا  ** که کند در سله گر هست اژدها  165
  • Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor.
  • گر بود آب روان بر بنددش  ** ور بود حبر زمان برخنددش 
  • İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
  • عقل را با عقل یاری یار کن  ** امرهم شوری بخوان و کار کن 
  • Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!
  • نواختن مصطفی علیه‌السلام آن عرب مهمان را و تسکین دادن او را از اضطراب و گریه و نوحه کی بر خود می‌کرد در خجالت و ندامت و آتش نومیدی 
  • Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen, ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıştırıp ona iltifatta bulunması
  • این سخن پایان ندارد آن عرب  ** ماند از الطاف آن شه در عجب 
  • Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.