English    Türkçe    فارسی   

5
983-992

  • واستانیم آن که تا داند یقین  ** خرمن آن ماست خوبان دانه‌چین 
  • Onu alalım da yakinen bilsin, harman bizimdir, güzellerse tanesini toplarlar.
  • تا بداند کان حلل عاریه بود  ** پرتوی بود آن ز خورشید وجود 
  • Bilsin ki o süs, püs iğretidir. O varlık güneşinin bir ışığıdır.
  • آن جمال و قدرت و فضل و هنر  ** ز آفتاب حسن کرد این سو سفر  985
  • O güzellik, kudret, fazilet ve hüner, güzellik güneşindendir, bu tarafa gelmiş vurmuştur.
  • باز می‌گردند چون استارها  ** نور آن خورشید ازین دیوارها 
  • O güneşin ışığı, yıldızlar gibi yine şu vurduğu duvarlardan çekilir gider.
  • پرتو خورشید شد وا جایگاه  ** ماند هر دیوار تاریک و سیاه 
  • Güneşin ışığı gitti mi her duvar, kapkara, karanlık bir halde kala kalır.
  • آنک کرد او در رخ خوبانت دنگ  ** نور خورشیدست از شیشه‌ی سه رنگ 
  • Güzellerin yüzünde insanı hayran eden nur, üç renkli camdan vuran güneşin ışığıdır.
  • شیشه‌های رنگ رنگ آن نور را  ** می‌نمایند این چنین رنگین بما 
  • Renk,renk camlar o nuru bize çeşit renkli göstermededir.
  • چون نماند شیشه‌های رنگ‌رنگ  ** نور بی‌رنگت کند آنگاه دنگ  990
  • Renk,renk camlar kalmadı mı, o vakitler seni renksiz nur hayran eder.
  • خوی کن بی‌شیشه دیدن نور را  ** تا چو شیشه بشکند نبود عمی 
  • Nuru, camsız görmeyi adet edin de cam kırılınca kör kalmayasın.
  • قانعی با دانش آموخته  ** در چراغ غیر چشم افروخته 
  • Öğrenilmiş, bellenmiş bilgiye kani olmuş, gözünü başkasının nuru ile aydınlatmışsın.