English    Türkçe    فارسی   

6
3057-3066

  • بنهد اندر روی دیگر نور خود  ** که ببیند نیم‌شب هر نیک و بد 
  • Bir başkasının yüzüne kendi nurunu verir, o adam, gece yarısı her iyiyi her kötüyü görür.
  • یوسف و موسی ز حق بردند نور  ** در رخ و رخسار و در ذات الصدور 
  • Yusuf’la Musa, Tanrı nuruna sahip oldular, yüzlerinde, gönüllerinde o nur parladı.
  • روی موسی بارقی انگیخته  ** پیش رو او توبره آویخته 
  • Musa’nın yüzü, öyle bir nur saçtı ki nihayet yüzüne bir nikap tutunmaya mecbur oldu.
  • نور رویش آن‌چنان بردی بصر  ** که زمرد از دو دیده‌ی مار کر  3060
  • Yüzünün nuru âdeta hücum eden yılanın gözünü zümrüt nasıl alırsa gözleri öyle almaktaydı.
  • او ز حق در خواسته تا توبره  ** گردد آن نور قوی را ساتره 
  • Musa, o kuvvetli nuru örtmek üzere Tanrı’dan nikap istedi.
  • توبره گفت از گلیمت ساز هین  ** کان لباس عارفی آمد امین 
  • Tanrı da o nikabı, yürü, var, kiliminden yap. Çünkü o, emniyet sahibi bir ârifin elbisesidir.
  • کان کسا از نور صبری یافتست  ** نور جان در تار و پودش تافتست 
  • O elbise Tanrı nurundan bir sabra nail olmuştur, dokumasında can nuru vardır.
  • جز چنین خرقه نخواهد شد صوان  ** نور ما را بر نتابد غیر آن 
  • Böyle bir hırkadan başka bir şeyle korunamazsın. Nurumuza, ondan başka hiçbir şey tahammül edemez.
  • کوه قاف ار پیش آید بهرسد  ** هم‌چو کوه طور نورش بر درد  3065
  • Kafdağı bile o nura mâni olmaya kalkışsa o nur, Kafdağı’nı da Tur gibi parçalar dedi.
  • از کمال قدرت ابدان رجال  ** یافت اندر نور بی‌چون احتمال 
  • Erlerin bedenlerine Tanrı kudretinin yüceliği öyle bir tahammül vermiştir ki neliksiz niteliksiz Tanrı nuruna dayanırlar.