English    Türkçe    فارسی   

6
4350-4359

  • معجزه هم‌چون گواه آمد زکی  ** بهر صدق مدعی در بی‌شکی  4350
  • Mucize, dâva sahibinin doğruluğunu şüphesiz olarak ispat eden bir tanıktır.
  • طعن چون می‌آمد از هر ناشناخت  ** معجزه می‌داد حق و می‌نواخت 
  • Hakikati tanıyamayanlar, peygamberleri kınadılar da Tanrı, o yüzden onlara lûtufta bulundu, mucizeler verdi.
  • مکر آن فرعون سیصد تو بده  ** جمله ذل او و قمع او شده 
  • Firavun'un hilesi, üç yüz kattı. Fakat hepsi de kendisinin aşağılanmasına, kökünün kazınmasına sebeboldu.
  • ساحران آورده حاضر نیک و بد  ** تا که جرح معجزه‌ی موسی کند 
  • Musa'nın mucizesini bozmak, hiçlemek için iyi, kötü, bütün büyücüleri getirdi.
  • تا عصا را باطل و رسوا کند  ** اعتبارش را ز دلها بر کند 
  • Bu suretle asa mucizesini bâtıl ve rüsvay etmek, gönüllerdeki itibarını, kökünden söküp çıkarmak diledi.
  • عین آن مکر آیت موسی شود  ** اعتبار آن عصا بالا رود  4355
  • Halbuki o hile, Musa'nın mucizesinin zuhuruna sebeboldu, asanın itibarını bir kat daha artırdı.
  • لشکر آرد او پگه تا حول نیل  ** تا زند بر موسی و قومش سبیل 
  • Musa ile kavmini mahvetmek için Nil kıyısına kadar asker çekti.
  • آمنی امت موسی شود  ** او به تحت‌الارض و هامون در رود 
  • Halbuki bu, Musa ümmetinin emin olmasına, kendisinin yerin dibine, helak çölüne gitmesine sebeboldu.
  • گر به مصر اندر بدی او نامدی  ** وهم از سبطی کجا زایل شدی 
  • Firavun, Mısır'da kalsaydı, oraya gelmeseydi Musa kavminin vehmi, nasıl geçerdi?
  • آمد و در سبط افکند او گداز  ** که بدانک امن در خوفست راز 
  • Ardlarına düştü, Musa kavmini âdeta eritti, yaktı yandırdı. Tanrı, bu suretle emniyet, bil ki korkudandır dedi.