English    Türkçe    فارسی   

1
475-499

  • در یکی گفته مکش این شمع را ** کین نظر چون شمع آمد جمع را 475
  • Öbüründe; “Bu mumu söndürme ki bu görüş, meclise mum mesabesindedir.
  • از نظر چون بگذری و از خیال ** کشته باشی نیم شب شمع وصال‌‌
  • Eğer nazardan ve hayalden geçersen gece yarısı visâl mumunu söndürmüş olursun” demişti.
  • در یکی گفته بکش باکی مدار ** تا عوض بینی نظر را صد هزار
  • Birinde demişti ki: “Söndür, hiç korkma ki yüz binlerce karşılığını göresin.
  • که ز کشتن شمع جان افزون شود ** لیلی‌‌ات از صبر تو مجنون شود
  • Çünkü nazar mumunu söndürmekle can mumu artar, kuvvet bulur. Sabrının yüzünden Leylâ’n Mecnun olur!
  • ترک دنیا هر که کرد از زهد خویش ** بیش آید پیش او دنیا و پیش‌‌
  • Kim, zahitliği yüzünden dünyayı terk ederse dünya onun önüne çok, daha çok gelir!”
  • در یکی گفته که آن چه‌‌ت داد حق ** بر تو شیرین کرد در ایجاد حق‌‌ 480
  • Başka birinde; “Hak sana ne verdiyse onu icat ederken tatlılaşmış.
  • بر تو آسان کرد و خوش آن را بگیر ** خویشتن را در میفگن در زحیر
  • Kolaylaştırmıştır. Onu güzelce al; kendini zahmete sokma” demişti.
  • در یکی گفته که بگذار آن خود ** کان قبول طبع تو ردست و بد
  • Birinde demişti ki: “Kendine ait olanı terk et, çünkü tabiatının kabul ettiği, merduttur, kötüdür.
  • راههای مختلف آسان شده ست ** هر یکی را ملتی چون جان شده ست‌‌
  • Birbirine aykırı yollar, nefse kolaydır, herkese bir din, can olmuştur.
  • گر میسر کردن حق ره بدی ** هر جهود و گبر از او آگه بدی‌‌
  • Eğer Hakk’ın din işlerini kolaylaştırması, doğru bir yol olsaydı her Yahudi ve Mecusi, Tanrı’yı duyar, anlardı” demişti.
  • در یکی گفته میسر آن بود ** که حیات دل غذای جان بود 485
  • Öbüründe demişti ki: “Kolay, odur ki gönlü hayatı ve canın gıdası ola.
  • هر چه ذوق طبع باشد چون گذشت ** بر نیارد همچو شوره ریع و کشت‌‌
  • Tabiatın hoşlandığı her şey, vakti geçince, çorak yere ekilmiş tohum gibi mahsul vermez.
  • جز پشیمانی نباشد ریع او ** جز خسارت پیش نارد بیع او
  • Onun mahsulü, pişmanlıktan başka bir şey olmaz; onun kazancı, sahibine ziyandan başka bir şey getirmez.
  • آن میسر نبود اندر عاقبت ** نام او باشد معسر عاقبت‌‌
  • O zevk, sonunda da önünde olduğu gibi kolay ve hoş görünmez; nihayette adı güç olur, güçlenmiş bir hale gelir.
  • تو معسر از میسر باز دان ** عاقبت بنگر جمال این و آن‌‌
  • Sen güçleştirilmişle, kolaylaştırılmışı, birbirinden ayırt et; bunun yüzünü de sonuna nazaran gör, onun yüzünü de sonuna nazaran.”
  • در یکی گفته که استادی طلب ** عاقبت بینی نیابی در حسب‌‌ 490
  • Bir tomarda da; “Bir üstat ara. Akıbeti görme hassasını nesepte (şunun bunun soyundan gelmiş olmakta ve bununla öğünende) bulamazsın.
  • عاقبت دیدند هر گون ملتی ** لاجرم گشتند اسیر زلتی‌‌
  • Her çeşit din sâlikleri üstat aramaksızın, peygamberlere tâbi olmaksızın işlerin akıbetlerini gördüler, kendi akıllarınca netice hakkında istidlâllerde bulundular da bu yüzden hata ve dalâlete düştüler.
  • عاقبت دیدن نباشد دست‌‌باف ** ور نه کی بودی ز دینها اختلاف‌‌
  • Akıbet görme; elle dokunmuş, örülmüş değildir. Böyle olsaydı dinlerde nasıl ayrılık olurdu?” demişti.
  • در یکی گفته که استا هم تویی ** ز انکه استا را شناسا هم تویی‌‌
  • Bir tanesinde demişti ki: “Usta da sensin; çünkü ustayı da sen tanırsın.
  • مرد باش و سخره‌‌ی مردان مشو ** رو سر خود گیر و سر گردان مشو
  • Er ol, erlerin maskarası olma; kendi başının çaresine bak sersemleşme.”
  • در یکی گفته که این جمله یکی است ** هر که او دو بیند احول مردکی است‌‌ 495
  • Bir diğerinde; “Bunların hepsi birdir. İki gören kimse şaşı adamcağızdır” demiş.
  • در یکی گفته که صد یک چون بود ** این کی اندیشد مگر مجنون بود
  • Bir tomarda da; “Yüz, nasıl bir olur, bunu kim düşünür, meğerki deli olsun!
  • هر یکی قولی است ضد همدگر ** چون یکی باشد یکی زهر و شکر
  • Bunların her biri, öbürünün zıddıdır. Gayrı zehirle şeker nice bir olur?
  • تا ز زهر و از شکر در نگذری ** کی تو از گلزار وحدت بر بری‌‌
  • Zehirden de, şekerden de geçmedikçe vahdet bahçesinden nice koku alabilirsin? demişti.
  • این نمط وین نوع ده طومار و دو ** بر نوشت آن دین عیسی را عدو
  • O İsa dinine düşman olan vezir bu tarz da, bu çeşitte on iki tomar yazdı.
  • بیان آن که این اختلافات در صورت روش است نه در حقیقت راه
  • İhtilaf; gidiş tarzındadır, yolun hakikatinde değil