English    Türkçe    فارسی   

2
2926-2950

  • هر یک از ره این نشانها ز آن دهند ** تا گمان آید که ایشان ز آن ده‏اند
  • Halk, bunları da o köyün adamı sansın diye her biri, bu yola ait deliller söyler.
  • این حقیقت دان نه حق‏اند این همه ** نی بکلی گمرهانند این رمه‏
  • Hakikatten şunu bil ki bunların hepsi hak değildir. Fakat bu sürünün hepsi de sapık değil.
  • ز انکه بی‏حق باطلی ناید پدید ** قلب را ابله به بوی زر خرید
  • Çünkü hak olmadıkça, bâtıl meydana çıkmaz. Ahmak, kalp altını, altın kokusunu duyar da alır.
  • گر نبودی در جهان نقدی روان ** قلبها را خرج کردن کی توان‏
  • Âlem de sağlam ve geçer akçe olmasaydı kalpı nasıl harcayabilirdin?
  • تا نباشد راست کی باشد دروغ ** آن دروغ از راست می‏گیرد فروغ‏ 2930
  • Doğru olmasaydı yalan olur muydu hiç? O yalan, doğrudan nurlanır.
  • بر امید راست کژ را می‏خرند ** زهر در قندی رود آن گه خورند
  • Doğru ümidiyle eğriyi de alırlar. Zehri şekere dökerler de öyle içerler.
  • گر نباشد گندم محبوب نوش ** چه برد گندم‏نمای جو فروش‏
  • Güzel ve tatlı buğday olmasaydı, buğday gösterip arpa satan ne yapardı?
  • پس مگو کاین جمله دمها باطلند ** باطلان بر بوی حق دام دلند
  • Şu halde bütün bu sözler bâtıldır. Bâtıllar hak ümidiyle gönle tuzaktır.
  • پس مگو جمله خیال است و ضلال ** بی‏حقیقت نیست در عالم خیال‏
  • Ama hepsi hayalden, sapıklıktan ibarettir de deme. Çünkü âlemde hakikatsiz hayal olmaz.
  • حق شب قدر است در شبها نهان ** تا کند جان هر شبی را امتحان‏ 2935
  • Allah Kadir gecesidir. Kadir gecesi, insan her geceyi ibadetle geçirsin diye geceler içinde gizlidir ya Allah da öyle gizli.
  • نه همه شبها بود قدر ای جوان ** نه همه شبها بود خالی از آن‏
  • Ey genç, her gece Kadir gecesi değildir ama bütün geceler de ondan hâli değil.
  • در میان دلق پوشان یک فقیر ** امتحان کن و آن که حق است آن بگیر
  • Hırka giyenler arasında bir Allah fakiri vardır. Sana da haksa ona yapış!
  • مومن کیس ممیز کو که تا ** باز داند هیزکان را از فتی‏
  • Nerede anlayışlı bir mümin ki padişahtan yoksulu ayırt etsin.
  • گر نه معیوبات باشد در جهان ** تاجران باشند جمله ابلهان‏
  • Âlemde her şey ayıpsız olsaydı, ticaret edenlerin hepsi aptal olurdu.
  • پس بود کالا شناسی سخت سهل ** چون که عیبی نیست چه نااهل و اهل‏ 2940
  • Bu takdirde kumaş tanımak pek kolaylaşırdı. Mademki ortada ayıp yok, ehil ne oluyor, nâehil ne oluyor?
  • ور همه عیب است دانش سود نیست ** چون همه چوب است اینجا عود نیست‏
  • Fakat eğer her şey de ayıplı olsaydı bilginin ne faydası olurdu? Mademki hepsi odun, burada ödağacı yok demektir.
  • آن که گوید جمله حقند احمقی است ** و انکه گوید جمله باطل او شقی است‏
  • Her şey hak demek ahmaklıktır, fakat her şey bâtıl diyen de şakîdir.
  • تاجران انبیا کردند سود ** تاجران رنگ و بو کور و کبود
  • Peygamberlerin tacirleri kâr ettiler; renk ve koku tacirleriyse ziyan!
  • می‏نماید مار اندر چشم مال ** هر دو چشم خویش را نیکو بمال‏
  • Yılan, güzel mal gibi görünür. İki gözünü de ovuştur da iyice bak!
  • منگر اندر غبطه‏ی این بیع و سود ** بنگر اندر خسر فرعون و ثمود 2945
  • Bu alışverişe gıpta ile bakma, Firavunla Semud kavminin ziyanını gör!
  • امتحان هر چیزی تا ظاهر شود خیر و شری که در وی است‏
  • Hayır ve şerri anlaşılsın diye her şeyi sınama
  • اندر این گردون مکرر کن نظر ** ز انکه حق فرمود ثم ارجع بصر
  • Şu göğe defalarca bak. Çünkü Allah “ Ona bir kere daha dön de bak” buyurdu.
  • یک نظر قانع مشو زین سقف نور ** بارها بنگر ببین هل من فطور
  • Bu nurani tavana bir kere bakmakla kani olma, defalarca bak, “ Bir çatlak görebilir misin?”
  • چون که گفتت کاندر این سقف نکو ** بارها بنگر چو مرد عیب جو
  • Allah, sana “ Bu güzel göğe ayıp arayan kişi gibi defalarca bak” dedi.
  • پس زمین تیره را دانی که چند ** دیدن و تمییز باید در پسند
  • Gök hususunda böyle olunca ya, bu kara yeri görmek, fark edip anlayarak beğenmek için bilir misin. Ne kadar bakmak gerek!
  • تا بپالاییم صافان را ز درد ** چند باید عقل ما را رنج برد 2950
  • Tortuyu süzmek, sâfı meydana getirmek için aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lâzım.