English    Türkçe    فارسی   

4
133-157

  • بر گروه عاد صرصر می‌کند ** باز بر هودش معطر می‌کند
  • Ad kavmine kasırga halinde getirir, Hud Peygambere ise aynı rüzgârı güzel kokulu bir halde estirir.
  • می‌کند یک باد را زهر سموم ** مر صبا را می‌کند خرم‌قدوم
  • Bir rüzgârı zehirli sam yeli haline sokar; sabah rüzgârını da gelişi kutlu bir hale kor.
  • باد دم را بر تو بنهاد او اساس ** تا کنی هر باد را بر وی قیاس 135
  • Her türlü yeli onunla mukayese edesin diye sana da bir nefes yeli verdi.
  • دم نمی‌گردد سخن بی‌لطف و قهر ** بر گروهی شهد و بر قومیست زهر
  • Lütuf ve kahır yeli olmadıkça söz olmaz... Söz, bir bölük halka baldır, bir bölüğüne zehir!
  • مروحه جنبان پی انعام کس ** وز برای قهر هر پشه و مگس
  • Yelpaze, birisini serinlendirmek için sallanır... Fakat sivrisineklerle karasinekleri de kahretmek içindir!
  • مروحه‌ی تقدیر ربانی چرا ** پر نباشد ز امتحان و ابتلا
  • Artık Allah takdirinin yelpazesi, neden mihnetlerle, belâlarla dolu olmasın?
  • چونک جزو باد دم یا مروحه ** نیست الا مفسده یا مصلحه
  • Mademki cüz’i olan nefes rüzgârı yahut yelpazenin çıkardığı yel bile ya bir şeyi bozmak, ya bir şeyi düzene koymak için esmekte...
  • این شمال و این صبا و این دبور ** کی بود از لطف و از انعام دور 140
  • Bu şimal rüzgârı, bu seher ve bu batı yeli nasıl olurda lütuftan, ihsandan uzak olur?
  • یک کف گندم ز انباری ببین ** فهم کن کان جمله باشد همچنین
  • Bir avuç buğdayı gördün mü ambarı düşün, ambarı gör... Anla ki ambardakiler de hep böyle.
  • کل باد از برج باد آسمان ** کی جهد بی مروحه‌ی آن بادران
  • Gökyüzünün rüzgâr burcundan kopup gelen bütün rüzgârlar da o rüzgârı koparanın yelpazesi olmasa nasıl eser?
  • بر سر خرمن به وقت انتقاد ** نه که فلاحان ز حق جویند باد
  • Ekinciler, ekin devşirme zamanı harman başında Allah’tan rüzgâr istemezler mi?
  • تا جدا گردد ز گندم کاهها ** تا به انباری رود یا چاهها
  • İsterler... Buğdaydan samanı ayırmak, buğdayı ambara koymak yahut kuyulara gömmek için rüzgâr isterler.
  • چون بماند دیر آن باد وزان ** جمله را بینی به حق لابه‌کنان 145
  • Rüzgâr gecikti mi hepsinin de Allah’a yalvarmaya başladığını görürsün.
  • همچنین در طلق آن باد ولاد ** گر نیاید بانگ درد آید که داد
  • Doğum zamanı da böyledir... O doğum yeli, o doğum sancısı gelmezse eyvahlar olsun, aman yarabbi seslerini duymaya başlarsın.
  • گر نمی‌دانند کش راننده اوست ** باد را پس کردن زاری چه خوست
  • Rüzgârı onun gönderdiğini bilmeseler yalvarmanın manası mı kalır?
  • اهل کشتی همچنین جویای باد ** جمله خواهانش از آن رب العباد
  • Yelkenli gemiye binenler de rüzgâr dilerler, Allah’tan bir uygun yel isterler.
  • همچنین در درد دندانها ز باد ** دفع می‌خواهی بسوز و اعتقاد
  • Diş ağrısı da yelden olursa yana yakıla tamam bir itikatla Allah’tan o yelin yatışmasını dilersin.
  • از خدا لابه‌کنان آن جندیان ** که بده باد ظفر ای کامران 150
  • Askerler de yalvarıp yakarırlar, Allah’tan, “Ey muradımızı veren Rabbim, sen bize bir zafer rüzgârı ver” diye dua ederler.
  • رقعه‌ی تعویذ می‌خواهند نیز ** در شکنجه‌ی طلق زن از هر عزیز
  • Doğum gecikince, gebenin yakınları, her azizden muska isterler.
  • پس همه دانسته‌اند آن را یقین ** که فرستد باد رب‌العالمین
  • Hepsi de adamakıllı bilir ki rüzgârı, Âlemlerin Rabbi Allah göndermekte.
  • پس یقین در عقل هر داننده هست ** اینک با جنبنده جنباننده هست
  • Zaten her bilen kişi, aklen bilir ki hareket edenin bir hareket ettiricisi vardır.
  • گر تو او را می‌نبینی در نظر ** فهم کن آن را به اظهار اثر
  • Sen onu gözünle görmüyorsan eserleri görünüyor ya... Onlara bak da anla!
  • تن به جان جنبد نمی‌بینی تو جان ** لیک از جنبیدن تن جان بدان 155
  • Beden de canla hareket eder: fakat canı görmezsin. Görmezsin ama tenin hareketine bak da canı anla!
  • گفت او گر ابلهم من در ادب ** زیرکم اندر وفا و در طلب
  • Âşık, “Edebe riayet bakımından aptal bile olsam vefada, istekte akıllıyım, anlayışlıyım” dedi.
  • گفت ادب این بود خود که دیده شد ** آن دگر را خود همی‌دانی تو لد
  • Sevgili dedi ki: “Eğer şu görünen hareket, edebe riayetse artık ötesini sen daha iyi bilirsin!
  • قصه‌ی آن صوفی کی زن خود را بیگانه‌ای بگرفت
  • Karısını bir yabancıyla yakalayan sofi