English    Türkçe    فارسی   

4
197-221

  • کفو باید هر دو جفت اندر نکاح ** ورنه تنگ آید نماند ارتیاح
  • Nikâhta iki çiftin birbirine eşit ve denk olması lâzım... Yoksa iş bozulur, geçim olmaz!”
  • گفتن زن کی او در بند جهاز نیست مراد او ستر و صلاحست و جواب گفتن صوفی این را سرپوشیده
  • Kadının, o çeyiz kaydında değil, istediği şey kapalı ve namuslu olmasından ibaret demesi, sofinin de bunu gizli tut demesi
  • گفت گفتم من چنین عذری و او ** گفت نه من نیستم اسباب جو
  • Kadın dedi ki: “Ben de bu özrü söyledim, ama o, çeyiz filan arayanlardan değilim...
  • ما ز مال و زر ملول و تخمه‌ایم ** ما به حرص و جمع نه چون عامه‌ایم
  • Biz mala, altına doymuş, imtilâ olmuş, usanmışız... Halk gibi hırs sahibi değiliz, mal ve para toplama düşüncesi yok bizde.
  • قصد ما سترست و پاکی و صلاح ** در دو عالم خود بدان باشد فلاح 200
  • Bizim istediğimiz şey, yalnız kapalı, temiz ve namuslu oluşudur. Zaten iki âlemde de kurtuluş, bununla olur.” dedi.
  • باز صوفی عذر درویشی بگفت ** و آن مکرر کرد تا نبود نهفت
  • Sofi, yine yoksulluk özrünü ortaya koydu; bunu gizli kalmasın diye tekrar tekrar anlattı.
  • گفت زن من هم مکرر کرده‌ام ** بی‌جهازی را مقرر کرده‌ام
  • Kadın dedi ki: “Ben de bunu tekrarladım, çeyizimizin olmadığını iyice anlattım.
  • اعتقاد اوست راسختر ز کوه ** که ز صد فقرش نمی‌آید شکوه
  • Fakat onun inanışı dağdan da sağlam... Yüzlerce yoksulluktan bile şikâyet etmiyor.
  • او همی‌گوید مرادم عفتست ** از شما مقصود صدق و همتست
  • Benim istediğim şey namustur, sizden dilediğim doğruluktur, himmettir deyip duruyor.”
  • گفت صوفی خود جهاز و مال ما ** دید و می‌بیند هویدا و خفا 205
  • Sofi dedi ki: “Zaten çeyizimizi, malımızı gördü... Gizli aşikâr başka neyimiz varsa onları da hep görür.
  • خانه‌ی تنگی مقام یک تنی ** که درو پنهان نماند سوزنی
  • İşte daracık bir evimiz, bir kişi sığacak kadar bir yerimiz var... Öyle dar ki orada bir iğne bile gizlenemez.
  • باز ستر و پاکی و زهد و صلاح ** او ز ما به داند اندر انتصاح
  • Temizliğe, kapalılığa, namuslu oluşa gelince: o, bunu zaten bilir!
  • به ز ما می‌داند او احوال ستر ** وز پس و پیش و سر و دنبال ستر
  • Kapalılığını, örtülü ve namuslu oluşunu o, önünde de, sonunda da, başında da, nihayetinde de bizden daha iyi bilir, bizden daha iyi görür.
  • ظاهرا او بی‌جهاز و خادمست ** وز صلاح و ستر او خود عالمست
  • Zaten kızımızın çeyizi çimeni, aşçısı, işçisi olmadığı meydanda... İyi ve namuslu oluşuna gelince: o, bunu zaten bilir.
  • شرح مستوری ز بابا شرط نیست ** چون برو پیدا چو روز روشنیست 210
  • Kızın namuslu olduğunu babanın anlatması şart değil ya... Nasıl olduğu esasen onca aydın gün gibi meydandadır’’.
  • این حکایت را بدان گفتم که تا ** لاف کم بافی چو رسوا شد خطا
  • Senin de yanlışın meydana çıktı, rezil rüsvay oldun... Bari az söyle; bu hikâyeyi onun için anlattım.
  • مر ترا ای هم به دعوی مستزاد ** این بدستت اجتهاد و اعتقاد
  • A dâvada ayak direyip duran, senin anlayışın, hüküm çıkarışın da bundan ibaret işte!
  • چون زن صوفی تو خاین بوده‌ای ** دام مکر اندر دغا بگشوده‌ای
  • Sen de sofinin karısı gibi hainsin, kötülükte hile tuzağını kurmuşsun!
  • که ز هر ناشسته رویی کپ زنی ** شرم داری وز خدای خویش نی
  • Bu suretle her yüzü yunmadık pis kişiye temizliğini anlatır durursun... Kendinden utanır da Allah’tan utanmazsın!
  • غرض از سمیع و بصیر گفتن خدا را
  • Allah’a “duyar, görür” demekteki maksat
  • از پی آن گفت حق خود را بصیر ** که بود دید ویت هر دم نذیر 215
  • Allah, her şeyi görür, bu görüş de daima seni korkutsun diye kendisine “gören” dedi.
  • از پی آن گفت حق خود را سمیع ** تا ببندی لب ز گفتار شنیع
  • Kötü sözlerden dudağını yumasın diye de kendisini “duyan diye anlattı.
  • از پی آن گفت حق خود را علیم ** تا نیندیشی فسادی تو ز بیم
  • Korkasın da bir fesat düşünmeyesin diye “bilen” adını takındı.
  • نیست اینها بر خدا اسم علم ** که سیه کافور دارد نام هم
  • Fakat bunlar, meselâ zenciye kâfur adının verildiği gibi Allah’a konmuş adlar değildir.
  • اسم مشتقست و اوصاف قدیم ** نه مثال علت اولی سقیم
  • Allah ismi, sıfattan türeme, sıfattan meydana gelmedir, Allah sıfatlarıysa kadimdir, evveli yoktur. İlleti Ûlâ misali gibi batıl ve saçma değildir.
  • ورنه تسخر باشد و طنز و دها ** کر را سامع ضریران را ضیا 220
  • Öyle olmasaydı sağıra duyan, köre aydın adlarının verilmesi gibi alay olur, maskaralık olurdu.
  • یا علم باشد حیی نام وقیح ** یا سیاه زشت را نام صبیح
  • Tanınma için konan ad, meselâ terbiyesiz ve utanmaz birisine mahcup yahut kara ve çirkin birisine güzel diye konuvermiş bir addır.