English    Türkçe    فارسی   

6
4157-4181

  • گر رود صد سال آنک آگاه نیست  ** بر عما آن از حساب راه نیست 
  • Birisi, körlükle ve bilmeden yüzyıl yürürse o aştığı yol, yoldan sayılmaz.
  • بی‌سلاحی در مرو در معرکه  ** هم‌چو بی‌باکان مرو در تهلکه 
  • Silahsız savaşa gitme. Korkusuzlar gibi tehlikeye atılma.
  • این همه گفتند و گفت آن ناصبور  ** که مرا زین گفته‌ها آید نفور 
  • Kardeşleri, bu sözler söylediler ama o sabırsız şehzade dedi ki: Bana bu sözlerden nefret geliyor.
  • سینه پر آتش مرا چون منقل است  ** کشت کامل گشت وقت منجل است  4160
  • Göğüs ateşle dolu bir mangala benziyor. Ekin kemale geldi artık orak zamanı.
  • صدر را صبری بد اکنون آن نماد  ** بر مقام صبر عشق آتش نشاند 
  • Gönülde bir sabır vardı, şimdi o da kalmadı. Sabrın yerine aşk gelip oturdu.
  • صبر من مرد آن شبی که عشق زاد  ** درگذشت او حاضران را عمر باد 
  • Aşkın doğduğu gece sabrım öldü. O ölüp gitti. Tanrı sizlere ömür versin.
  • ای محدث از خطاب و از خطوب  ** زان گذشتم آهن سردی مکوب 
  • Ey söz söyleyen! Ben söz söylemeden de geçtim, dinlemeden de. Artık soğuk demir döğmeye kalkışma.
  • سرنگونم هی رها کن پای من  ** فهم کو در جمله‌ی اجزای من 
  • Hey gidi hey… Ben, baş aşağı gelmişim, ayağımı bırak benim. Nerde benim bedenimin cüzlerinde bir akıllı fikir?
  • اشترم من تا توانم می‌کشم  ** چون فتادم زار با کشتن خوشم  4165
  • Ben deveyim, gücüm yettikçe yük çekerim. Düştüm mü kesilmem daha yeğ.
  • پر سر مقطوع اگر صد خندق است  ** پیش درد من مزاج مطلق است 
  • Kesik başlarla dolu yüzlerce hendek olsa benim derdime karşı ancak bir eğlencedir bu.
  • من نخواهم زد دگر از خوف و بیم  ** این چنین طبل هوا زیر گلیم 
  • Artık ben heva ve heves davulunu korkumdan kilim altında çalmayacağım.
  • من علم اکنون به صحرا می‌زنم  ** یا سراندازی و یا روی صنم 
  • Ben artık sahraya bayrak dikeceğim. Ya başımı vereceğim, ya sevgiliyi göreceğim.
  • حلق کو نبود سزای آن شراب  ** آن بریده به به شمشیر و ضراب 
  • O şarabı içmeye layık olmayan boğazın kılıçlarla, hançerlerle kesilmesi daha iyi.
  • دیده کو نبود ز وصلش در فره  ** آن چنان دیده سپید کور به  4170
  • Onun vuslatıyla aydınlanmayan gözün, ağarması kör olması daha yeğ.
  • گوش کان نبود سزای راز او  ** بر کنش که نبود آن بر سر نکو 
  • Onun sırrına mahrem olmayan kulağı kökünden kopar. O başta hoş görünmez.
  • اندر آن دستی که نبود آن نصاب  ** آن شکسته به به ساطور قصاب 
  • O cömertliğe sahip olmayan elin kasap satırıyla kırılması daha hoş.
  • آنچنان پایی که از رفتار او  ** جان نپیوندد به نرگس زار او 
  • Onun yürüyüşüne can vermeyen, onun nerkis bahçesine canla başla gitmeyen ayak yok mu?
  • آنچنان پا در حدید اولیترست  ** که آنچنان پا عاقبت درد سرست 
  • O çeşit ayağın bukağıya vurulması daha doğrudur. O çeşit ayak nihayet başa dert olur.
  • بیان مجاهد کی دست از مجاهده باز ندارد اگر چه داند بسطت عطاء حق را کی آن مقصود از طرف دیگر و به سبب نوع عمل دیگر بدو رساند کی در وهم او نبوده باشد او همه وهم و اومید درین طریق معین بسته باشد حلقه‌ی همین در می‌زند بوک حق تعالی آن روزی را از در دیگر بدو رساند کی او آن تدبیر نکرده باشد و یرزقه من حیث لا یحتسب العبد یدبر والله یقدر و بود کی بنده را وهم بندگی بود کی مرا از غیر این در برساند اگر چه من حلقه‌ی این در می‌زنم حق تعالی او را هم ازین در روزی رساند فی‌الجمله این همه درهای یکی سرایست مع تقریره 
  • Dileğinin Tanrı tarafından kendi vehminde bile olmayan başka bir taraftan ve başka bir iş yüzünden verileceğini bilse bile bir iş için çalışıp çabalayan kişinin yine bütün vehmi ve ümidi, o muayyen yola bağlıdır; o kapının halkasını çalar durur. Fakat ulu Tanrı, o rızkı hiç düşünmediği bir başka kapıdan da verebilir. “Kulu hesaplamadığı yerden rızıklandırır” “Kul tedbirde bulunur, Tanrı takdir eder.” Olabilir ki kul, bir kulluk vehmine düşer, der ki: Ben bu kapının halkasını vuruyorum ama Tanrı, dileğimi başka bir kapıdan da verebilir. Ulu Tanrı, onu bu kapıdan da rızıklandırır, başka kapıdan da. Hasılı bütün bu kapılar, bir konağın kapılarıdır.
  • یا درین ره آیدم آن کام من  ** یا چو باز آیم ز ره سوی وطن  4175
  • Ya bu yolda muradıma erişirim, yahut doğan gibi o yoldan döner yine yurduma gelirim.
  • بوک موقوفست کامم بر سفر  ** چون سفر کردم بیابم در حضر 
  • Belki muradıma erişmem sefere bağlıdır. Seferde bulamaz isem belki de oturduğum yerde bulurum.
  • یار را چندین بجویم جد و چست  ** که بدانم که نمی‌بایست جست 
  • Sevgiliyi öyle bir arayayım ki onu aramaya lüzum olmadığını bilinceye kadar bu aramadan vazgeçmeyeyim.
  • آن معیت کی رود در گوش من  ** تا نگردم گرد دوران زمن 
  • Zamanenin çevresinde dönüp dolaşmadıkça o beraberlik, kulağıma girer mi benim?
  • کی کنم من از معیت فهم راز  ** جز که از بعد سفرهای دراز 
  • Uzun ve uzak yerlere düşmeden bu beraberlik sırrını nasıl anlayabilirim?
  • حق معیت گفت و دل را مهر کرد  ** تا که عکس آید به گوش دل نه طرد  4180
  • Tanrı, kullarıyla beraber olduğunu anlattı, sonra da bu sırrı gönlün aksetsin, bununla kanaat etmesin, bu sırrı araştırsın diye gönülü mühürledi.
  • چون سفرها کرد و داد راه داد  ** بعد از آن مهر از دل او بر گشاد 
  • Gönül seferlere düştü yollar aştı… Ondan sonra gönüldeki mührü açtı.