English    Türkçe    فارسی   

6
794-818

  • چشم کوران آن خسارت را بدید  ** گوش کران آن حکایت را شنید 
  • Körler bile o kötülükleri gördüler, sağırların kulakları bile o hikâyeleri duydu.
  • خفته بودستید تا اکنون شما  ** که کنون جامه دریدیت از عزا  795
  • Siz şimdiye kadar uyuyor muydunuz ki şimdi yas tutuyor, elbisenizi yırtıyorsunuz?
  • پس عزا بر خود کنید ای خفتگان  ** زانک بد مرگیست این خواب گران 
  • Ey uykuya dalanlar, kendinize ağlayın! Çünkü bu ağır uyku, çok kötü bir ölüm.
  • روح سلطانی ز زندانی بجست  ** جامه چه درانیم و چون خاییم دست 
  • Allah’ya mensup ruh, zindandan kurtuldu. Neden elbisenizi yırtalım, niçin elimizi ısırıp duralım?
  • چونک ایشان خسرو دین بوده‌اند  ** وقت شادی شد چو بشکستند بند 
  • Onlar ,din sultanlarıydı. Bağı kırdıkları zaman onlara sevinç çağıdır.
  • سوی شادروان دولت تاختند  ** کنده و زنجیر را انداختند 
  • Devlet saymanına uçup gittiler; tomruğu,zinciri çözüp attılar.
  • روز ملکست و گش و شاهنشهی  ** گر تو یک ذره ازیشان آگهی  800
  • O gün devlet günüdür, güzellik ve saltanat günüdür. Bir zerrecik anlasan, bilsen bunun böyle olduğunu tasdik edersin?
  • ور نه‌ای آگه برو بر خود گری  ** زانک در انکار نقل و حشری 
  • Bilmiyor, anlamıyorsan yürü, kendine ağla. Çünkü göçmeyi mahşeri inkâr ediyorsun.
  • بر دل و دین خرابت نوحه کن  ** که نمی‌بیند جز این خاک کهن 
  • Kendi harap dinine, harap gönlüne ağla ki bu eski topraktan başka bir şey görmüyor.
  • ور همی‌بیند چرا نبود دلیر  ** پشتدار و جانسپار و چشم‌سیر 
  • Görüyorsa neden yiğitleşmiyor, Allah’ya dayanmıyor; neden gözü tok değil?
  • در رخت کو از می دین فرخی  ** گر بدیدی بحر کو کف سخی 
  • Nerede yüzünde din şarabının verdiği nur? Denizi gördüysen hani cömert elin, avucun?
  • آنک جو دید آب را نکند دریغ  ** خاصه آن کو دید آن دریا و میغ  805
  • Irmağı gören suyu esirgemez; hele o denizi, o bulutu görmüşse.
  • تمثیل مرد حریص نابیننده رزاقی حق را و خزاین و رحمت او را به موری کی در خرمنگاه بزرگ با دانه‌ی گندم می‌کوشد و می‌جوشد و می‌لرزد و به تعجیل می‌کشد و سعت آن خرمن را نمی‌بیند 
  • Allah rızk vericiliğini ve rahmet hazinelerini, görmeyen haris ,büyük bir harman yerinde, o geniş harmanı görmeyip de bir tek buğdaya yapışan ,uğraşa çabalaya,titreye,yorula aceleyle onu götürmeye çalışan bir karıncaya benzer.
  • مور بر دانه بدان لرزان شود  ** که ز خرمنهای خوش اعمی بود 
  • Karınca, güzelim harmanları görmez de bir tanecik buğdayın üstüne titrer.
  • می‌کشد آن دانه را با حرص و بیم  ** که نمی‌بیند چنان چاش کریم 
  • O taneyi hırsla, korkuyla çeker durur da onca yığını görmez.
  • صاحب خرمن همی‌گوید که هی  ** ای ز کوری پیش تو معدوم شی 
  • Harman sahibi de ey körlüğünden hiçbir şey görmeyen der;
  • تو ز خرمنهای ما آن دیده‌ای  ** که در آن دانه به جان پیچیده‌ای 
  • Harmanlarımızdan ancak o bir tek taneyi gördün de ona canla başla sarıldın.
  • ای به صورت ذره کیوان را ببین  ** مور لنگی رو سلیمان را ببین  810
  • Ey surette zerre olan, Zuhal yıldızını gör. Sen bir topal karıncasın, yürü, Süleyman’a bak.
  • تو نه‌ای این جسم تو آن دیده‌ای  ** وا رهی از جسم گر جان دیده‌ای 
  • Sen bu cisimden ibaret değilsin, gözden ibaretsin. Canı görsen cisimden vazgeçersin.
  • آدمی دیده‌ست باقی گوشت و پوست  ** هرچه چشمش دیده است آن چیز اوست 
  • İnsan gözdür, öte yanı deriden, etten başka bir şey değil. Gözü, neyi görürse değeri o kadardır insanın.
  • کوه را غرقه کند یک خم ز نم  ** منفذش چون باز باشد سوی یم 
  • Bir küp, boyuna deniz suyu ile doldurulsa koca bir dağı sele verir.
  • چون به دریا راه شد از جان خم  ** خم با جیحون برآرد اشتلم 
  • Küpün canından denize bir yol açılırsa küp, ırmaktan üstün olur.
  • زان سبب قل گفته‌ی دریا بود  ** هرچه نطق احمدی گویا بود  815
  • Onun için “Söyle” sözü, denizin sözüdür. Ahmed, neyi söylerse hakikatte o söz hakikat denizinindir.
  • گفته‌ی او جمله در بحر بود  ** که دلش را بود در دریا نفوذ 
  • Onun sözleri denizin incileridir. Çünkü gönlü denizle birdir onun.
  • داد دریا چون ز خم ما بود  ** چه عجب در ماهیی دریا بود 
  • Deniz daima küpümüze yardım edip durursa artık bir balıkta denizin bulunmasına şaşılır mı?
  • چشم حس افسرد بر نقش ممر  ** تش ممر می‌بینی و او مستقر 
  • Duygu gözü şu geçip gidici suretlere düşmüş, donup kalmıştır. Sen, o sureti geçip gidici görürsün ama hakikatte geçip gitmez o.