English    Türkçe    فارسی   

1
3688-3737

  • خلق را دو دیده در خاک و ممات ** صد گمان دارند در آب حیات‌‌
  • Halkın iki gözü de toprağa ve ölüme saplanmıştır. Abıhayat var mı, yok mu, bunda yüz türlü şüpheler var.
  • جهد کن تا صد گمان گردد نود ** شب برو ور تو بخسبی شب رود
  • Sen cehdet de bu yüz şüphen de sana düşsün. Geceleyin yürü ,yol al... Uyudun mu gece gitti gider!
  • در شب تاریک جوی آن روز را ** پیش کن آن عقل ظلمت سوز را 3690
  • O gündüzü geceleyin ara; karanlıkları yakan o aklı, kendine kılavuz yap!
  • در شب بد رنگ بس نیکی بود ** آب حیوان جفت تاریکی بود
  • Kötü renkli gecede çok iyilikler vardır. Abıhayat, karanlıkların eşidir, karanlıktadır.
  • سر ز خفتن کی توان برداشتن ** با چنین صد تخم غفلت کاشتن‌‌
  • Böyle yüzlerce gaflet tohumunu ekip durdukça başını uykudan kaldırabilir misiniz?
  • خواب مرده لقمه‌‌ی مرده یار شد ** خواجه خفت و دزد شب بر کار شد
  • Ölü uyku, ölü lokmaya dost oldu; efendi uyudu, geceleyin iş gören hırsız da hazırlığa koyuldu.
  • تو نمی‌‌دانی که خصمانت کی‌‌اند ** ناریان خصم وجود خاکی‌‌اند
  • Senin düşmanın kimlerdir? Bilmiyorsun. Ateşten yaratılanlar, topraktan yaratılmışların varlığına düşmandır.
  • نار خصم آب و فرزندان اوست ** همچنان که آب خصم جان اوست‌‌ 3695
  • Ateş suyun ve oğullarının düşmanıdır. Nitekim su da ateşin canına düşmandır.
  • آب آتش را کشد زیرا که او ** خصم فرزندان آب است و عدو
  • Suyun ve çocuklarının düşmanı olduğundan su da ateşi öldürür, söndürür.
  • بعد از آن این نار نار شهوت است ** کاندر او اصل گناه و زلت است‌‌
  • Bütün bunlardan sonra ( şunu da bil ki) bu ateş, şehvet ateşidir, günahın suçun aslı ondadır.
  • نار بیرونی به آبی بفسرد ** نار شهوت تا به دوزخ می‌‌برد
  • Dış âlemdeki ateşi su söndürür. Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar sürüp gider.
  • نار شهوت می‌‌نیارامد به آب ** ز انکه دارد طبع دوزخ در عذاب‌‌
  • Şehvet ateşi, su ile sakin olmaz. Çünkü azap ve elem bakımından cehennem tabiatlıdır.
  • نار شهوت را چه چاره نور دین ** نورکم اطفاء نار الکافرین‌‌ 3700
  • Şehvet ateşine ne çare var? Din nuru. Müminler ;nurunuz kâfirlerin ateşini söndürdü.
  • چه کشد این نار را نور خدا ** نور ابراهیم را ساز اوستا
  • Bu ateşi ne söndürür? Tanrı nuru. Bu hususta İbrahim’in nurunu kendine usta yap.
  • تا ز نار نفس چون نمرود تو ** وارهد این جسم همچون عود تو
  • Ki öd ağacına benzeyen bu cismin, Nemrut gibi olan nefis ateşinden kurtulsun!
  • شهوت ناری به راندن کم نشد ** او به ماندن کم شود بی‌‌هیچ بد
  • Şehvet ateşi yanmakla eksilip bitmez. Yanmakla güzelce eksilir, nihayet yok olur.
  • تا که هیزم می‌‌نهی بر آتشی ** کی بمیرد آتش از هیزم کشی‌‌
  • Bir ateşe odun attıkça o ateş nereden sönecek?
  • چون که هیزم باز گیری نار مرد ** ز انکه تقوی آب سوی نار برد 3705
  • Fakat odun atmazsan söner. Çünkü bu çekinme ateşe su serper.
  • کی سیه گردد ز آتش روی خوب ** کاو نهد گلگونه از تقوی القلوب‌‌
  • Yüzüne, kalplerin haramdan çekinmesinden kızıllık süren kişinin güzel yüzü, hiç ateşten kararır mı?
  • آتش افتادن در شهر به ایام عمر
  • Tanrı ondan razı olsun, Ömer zamanında şehre ateş düşmesi
  • آتشی افتاد در عهد عمر ** همچو چوب خشک می‌‌خورد او حجر
  • Ömer’in zamanında bir yangın oldu. Ateş, taşları bile kuru ağaç gibi yakmaktaydı.
  • در فتاد اندر بنا و خانه‌‌ها ** تا زد اندر پر مرغ و لانه‌‌ها
  • Yapıları, evleri yakmağa, hatta kuşların kanatlarını ve yuvalarını bile tutuşturmağa başladı.
  • نیم شهر از شعله‌‌ها آتش گرفت ** آب می‌‌ترسید از آن و می‌‌شگفت‌‌
  • Alevler şehrin yarısını sardı. Su bile ondan korkmakta, şaşırmaktaydı!
  • مشکهای آب و سرکه می‌‌زدند ** بر سر آتش کسان هوشمند 3710
  • Akıllı kişiler, ateşe kovalarla su ve sirke döküyorlar.
  • آتش از استیزه افزون می‌‌شدی ** می‌‌رسید او را مدد از بی‌‌حدی‌‌
  • Yangın inada gelip alevini artırıyordu. Ona Tanrı yardım etmekteydi.
  • خلق آمد جانب عمر شتاب ** کاتش ما می‌‌نمیرد هیچ از آب‌‌
  • Halk Ömer’e yüz tuttular, koşa koşa gidip “Yangınımız suyla sönmüyor?” dediler.
  • گفت آن آتش ز آیات خداست ** شعله‌‌ای از آتش بخل شماست‌‌
  • Ömer “O yangın, Tanrı alâmetlerindendir. Sizin hasislik ateşinizden bir şûledir.
  • آب بگذارید و نان قسمت کنید ** بخل بگذارید اگر آل منید
  • Suyu bırakın yoksullara ekmek dağıtın. Eğer bana tâbi iseniz hasisliği terk edin” dedi.
  • خلق گفتندش که در بگشوده‌‌ایم ** ما سخی و اهل فتوت بوده‌‌ایم‌‌ 3715
  • Halk, Ömer’e “ Bizim kapılarımız açık. Cömert kişileriz, mürüvvet ehliyiz, dediler.
  • گفت نان در رسم و عادت داده‌‌اید ** دست از بهر خدا نگشاده‌‌اید
  • Ömer dedi ki: “ Siz, âdet olduğu için yoksullara ekmek verdiniz, Tanrı için eli açık olmadınız.
  • بهر فخر و بهر بوش و بهر ناز ** نه از برای ترس و تقوی و نیاز
  • Öğünmek, görünmek, nazlanmak için cömertlik etmektesiniz; korkudan. Tanrı’dan çekinmeden, ona niyaz etme yüzünden değil!”
  • مال تخم است و به هر شوره منه ** تیغ را در دست هر ره زن مده‌‌
  • Mal tohumdur, her çorak yere ekmek; kılıcı her yol vurucunun eline verme!
  • اهل دین را باز دان از اهل کین ** همنشین حق بجو با او نشین‌‌
  • Din ehlini kin ehlinden ayırt et; Hakla oturanı ara, onunla otur!
  • هر کسی بر قوم خود ایثار کرد ** کاغه پندارد که او خود کار کرد 3720
  • Herkes, kendi kavmine ( meşrebine uygun kimselere) cömertlik gösterip mal, mülk verir, Nâdan kişi de bu suretle bir iş yaptım sanır.
  • خدو انداختن خصم در روی امیر المؤمنین علی علیه السلام و انداختن علی شمشیر را از دست‌‌
  • Düşmanın, Ali –Keremallahu vechehunun yüzü- ne tükermesi üzerine Emîr-ül Müminîn Ali’nin elinden kılıcı atması
  • از علی آموز اخلاص عمل ** شیر حق را دان مطهر از دغل‌‌
  • İbadetteki ihlâsı Ali’den öğren, Tanrı aslanını hilelerden arınmış bil.
  • در غزا بر پهلوانی دست یافت ** زود شمشیری بر آورد و شتافت‌‌
  • Savaşta bir yiğiti atletti, hemen kılıcını çekip üstüne saldırdı.
  • او خدو انداخت در روی علی ** افتخار هر نبی و هر ولی‌‌
  • O, her peygamberin, her velînin öğündüğü Ali’nin yüzüne tükürdü.
  • آن خدو زد بر رخی که روی ماه ** سجده آرد پیش او در سجده‌‌گاه‌‌
  • Bir yüze tükürdü ki ay, secde yerinde o yüze secde eder.
  • در زمان انداخت شمشیر آن علی ** کرد او اندر غزایش کاهلی‌‌ 3725
  • Ali, derhal kılıcı elinden attı, onunla savaşmadan vazgeçti.
  • گشت حیران آن مبارز زین عمل ** وز نمودن عفو و رحمت بی‌‌محل‌‌
  • O savaşçı er, bu işe, bu yersiz af ve merhamete şaşıp kaldı.
  • گفت بر من تیغ تیز افراشتی ** از چه افکندی مرا بگذاشتی‌‌
  • Dedi ki: “Bana keskin kılıcını kaldırmıştın, neden kılıcı indirdin ve beni bıraktın?
  • آن چه دیدی بهتر از پیکار من ** تا شدی تو سست در اشکار من‌‌
  • Benimle savaşmadan daha âlâ ne gördün de beni avlamadan vazgeçtin?
  • آن چه دیدی که چنین خشمت نشست ** تا چنان برقی نمود و باز جست‌‌
  • Ne gördün ki bu derecede kızgınken kızgınlığın yatıştı; böyle bir şimşek çaktı, sonra sönüverdi?
  • آن چه دیدی که مرا ز آن عکس دید ** در دل و جان شعله ای آمد پدید 3730
  • Ne gördün? O gördüğün şeyin aksi bana da vurdu; gönlümde, canımda bir şûle parladı.
  • آن چه دیدی برتر از کون و مکان ** که به از جان بود و بخشیدیم جان‌‌
  • Kevinden, mekândan yüce, candan daha iyi neydi o gördüğün ki bize can bağışladı?
  • در شجاعت شیر ربانی ستی ** در مروت خود که داند کیستی‌‌
  • Yiğitlikte Tanrı aslanasın, mürüvvette kimsin, bunu kim bilir?
  • در مروت ابر موسایی به تیه ** کآمد از وی خوان و نان بی‌‌شبیه‌‌
  • Mürüvvette Tih sahrasında Musa’nın bulutusun. O bulutta eşi görülmemiş nimetler, ekmekler yağar.”
  • ابرها گندم دهد کان را به جهد ** پخته و شیرین کند مردم چو شهد
  • Bu bulutlar, çalışıp çabalar, buğday bitirirler. Halk onu pişirip bal gibi tatlı bir hale koyarl.
  • ابر موسی پر رحمت بر گشاد ** پخته و شیرین بی‌‌زحمت بداد 3735
  • Halbuki Musa’nın bulutu rahmet kanadını açar, halka zahmetsizce pişmiş ve tatlı nimetler verir.
  • از برای پخته خواران کرم ** رحمتش افراشت در عالم علم‌‌
  • O bulutun rahmeti, kerem sofrasında pişmiş yemek yiyenler için âlemde bayrak açmıştır.
  • تا چهل سال آن وظیفه و آن عطا ** کم نشد یک روز از آن اهل رجا
  • O vergi ve o ihsan, niyaz ehlinden tam kırk yıl, bir gün bile eksik olmadı.