English    Türkçe    فارسی   

3
3734-3783

  • چونک قبضی آیدت ای راه‌رو ** آن صلاح تست آتش دل مشو
  • Yolcu, sana da bir sıkıntı, bir gönül darlığı geldi mi alevlenme, meyus olma… Senin için muvafıktır o.
  • زآنک در خرجی در آن بسط و گشاد ** خرج را دخلی بباید زاعتداد 3735
  • Çünkü ferahlık ve genişlik zamanında varını, yoğunu harcedip duruyorsun demektir. Harcetmeye karşılık bir de gelir lâzım elbet!
  • گر هماره فصل تابستان بدی ** سوزش خورشید در بستان شدی
  • Ya mevsimi sürüp gitseydi güneş, bağları, bahçeleri yakar kavururdu.
  • منبتش را سوختی از بیخ و بن ** که دگر تازه نگشتی آن کهن
  • Nebatları kökünden yakardı, bir daha o yanıp kavrulan şeyler yenilemezdi, yeşerip tazelenmezdi.
  • گر ترش‌رویست آن دی مشفق است ** صیف خندانست اما محرقست
  • Kışın yüzü ekşidir ama şefkatlidir... yaz gülümser ama yakar, yandırır!
  • چونک قبض آید تو در وی بسط بین ** تازه باش و چین میفکن در جبین
  • Darlık geldi mi onda genişlik gör de canlan, alnını kırıştırma!
  • کودکان خندان و دانایان ترش ** غم جگر را باشد و شادی ز شش 3740
  • Çocuklar gülüp dururlar, bilenlerinse yüzü ekşidir. Gam karaciğerden meydana gelir, neşe akciğerden!
  • چشم کودک همچو خر در آخرست ** چشم عاقل در حساب آخرست
  • Çocuğun gözü, eşek gibi ahırdadır… Akıllı adamsa gözünü işin sonuna diker.
  • او در آخر چرب می‌بیند علف ** وین ز قصاب آخرش بیند تلف
  • Akılsız, ahırdaki otu tatlı görür… Akıllı, ahırdaki hayvanın nihayet kasap elinde telef olacağını görür, bilir.
  • آن علف تلخست کین قصاب داد ** بهر لحم ما ترازویی نهاد
  • Şu kasabın verdiği ot yok mu? Acıdır, acı! Kasap o otu bizi semirtmek, tartıda ağır gelmemizi temin etmek için veriyor.
  • رو ز حکمت خور علف کان را خدا ** بی غرض دادست از محض عطا
  • Yürü, Allah’ın verdiği hikmet otunu ye! Çünkü Allah, onu ancak cömertliğinden, ihsanından dolayı karşılık istemeksizin vermiştir.
  • فهم نان کردی نه حکمت ای رهی ** زانچ حق گفتت کلوا من رزقه 3745
  • Allah “Allah’ın verdiği rızıktan yiyin” dedi. Sen, buradaki rızkı ekmek sandın, hikmet olduğunu anlamadın ha!
  • رزق حق حکمت بود در مرتبت ** کان گلوگیرت نباشد عاقبت
  • Allah’ın verdiği rızık, insan mertebesine göre hikmettir. O rızık sonunda senin boğazında durmaz, seni öldürüp mahvetmez!
  • این دهان بستی دهانی باز شد ** کو خورنده‌ی لقمه‌های راز شد
  • Bu ağzını kapadın mı başka bir ağız açılır… O ağız sır lokmalarını yer, yutar.
  • گر ز شیر دیو تن را وابری ** در فطام اوبسی نعمت خوردی
  • Bedenini Şeytan aslanından kurtarabilirsen Allah sofrasında nice nimetler yersin!
  • ترک‌جوشش شرح کردم نیم‌خام ** از حکیم غزنوی بشنو تمام
  • Ben bu sözü, Türklerin et yemeği gibi yarı pişmiş, yarı ham bir halde anlattım. Sen tamamını Hâkim-i Gaznevî’den duy!
  • در الهی‌نامه گوید شرح این ** آن حکیم غیب و فخرالعارفین 3750
  • O gayb hakîmi, o ariflerin övündükleri zat, bunu İlahînâme’de anlatır:
  • غم خور و نان غم‌افزایان مخور ** زانک عاقل غم خورد کودک شکر
  • Gam ye de, gam artıranların, seni derde sokanların ekmeğini yeme... çünkü akıllı adam gam yer, çocuksa şeker!
  • قند شادی میوه‌ی باغ غمست ** این فرح زخمست وآن غم مرهمست
  • Neşe şekeri, gam bahçesinin meyvasıdır. Bu ferah yaradır, o gam merhem.
  • غم چو بینی در کنارش کش به عشق ** از سر ربوه نظر کن در دمشق
  • Gamı gördün mü aşkla kucakla… Şam’a Rübve tepesinden bak!
  • عاقل از انگور می بیند همی ** عاشق از معدوم شی بیند همی
  • Akıllı adam, şarabı üzümde görür… Âşık varı yokta bulur.
  • جنگ می‌کردند حمالان پریر ** تو مکش تا من کشم حملش چو شیر 3755
  • Geçen gün hamallar, sen alma, o yükü ben aslan gibi taşırım diye birbirleriyle savaşıp duruyorlardı.
  • زانک زان رنجش همی‌دیدند سود ** حمل را هر یک ز دیگر می‌ربود
  • Neden? Çünkü o zahmette rahmet, o eziyette kâr görüyorlardı da yükü her biri, öbüründen kapıyordu.
  • مزد حق کو مزد آن بی‌مایه کو ** این دهد گنجیت مزد و آن تسو
  • Nerede Allah’ın verdiği ücret, nerede o sermayesiz herifin verdiği ücret? Bu, sana ücret olarak bir hazine bağışlar, o birkaç mangır verir!
  • گنج زری که چو خسپی زیر ریگ ** با تو باشد ان نباشد مردریگ
  • Allah’ın bağışladığı altın, sen ölüp kumlar, topraklar altında yatsan bile seninledir… Öldükten sonra kalıp başkalarına nasip olan mal değildir o!
  • پیش پیش آن جنازه‌ت می‌دود ** مونس گور و غریبی می‌شود
  • Allah malı, adım, adım cenazenin önünden gider, kabirde sana gurbet arkadaşı olur.
  • بهر روز مرگ این دم مرده باش ** تا شوی با عشق سرمد خواجه‌تاش 3760
  • Ebedi aşkla kapı yoldaşı olmak için ölüm gününe hazırlan da şimdiden öl!
  • صبر می‌بیند ز پرده‌ی اجتهاد ** روی چون گلنار و زلفین مراد
  • Sabır, gayret perdesi ardındaki sevgilinin nar gibi yüzünü, o isteğin, o dileğin ikiye ayrılmış saçlarını görmektedir.
  • غم چو آیینه‌ست پیش مجتهد ** کاندرین ضد می‌نماید روی ضد
  • Gam, çalışıp çabalayan kimsenin önünde bir aynaya benzer… Bu zıt olan şeyde buna zıt olan şeyi görür, sabırda muradına ulaşmayı, gamda neşeyi seyreder.
  • بعد ضد رنج آن ضد دگر ** رو دهد یعنی گشاد و کر و فر
  • Zahmetten, eziyetten sonra da onun zıddı, yani genişlik, zevk ve neşe yüz gösterir.
  • این دو وصف از پنجه‌ی دستت ببین ** بعد قبض مشت بسط آید یقین
  • Bu iki hali, eline bak da gör, anla. Yumruğunu sıktıktan sonra mutlaka açarsın.
  • پنجه را گر قبض باشد دایما ** یا همه بسط او بود چون مبتلا 3765
  • Elin daima yumulu yahut daima açık olsa bu bir hastalık eseridir.
  • زین دو وصفش کار و مکسب منتظم ** چون پر مرغ این دو حال او را مهم
  • Elini açıp yummakla iş güç görür, çalışır, kazanır, işini düzene korsun. Bu el açıp yumma, kuşun iki kanadı gibi ele lâzım bir şeydir.
  • چونک مریم مضطرب شد یک زمان ** همچنانک بر زمین آن ماهیان
  • Meryem bir müddet, karaya vurmuş balıklar gibi çırpındı.
  • گفتن روح القدس مریم راکی من رسول حقم به تو آشفته مشو و پنهان مشو از من کی فرمان اینست
  • Ruhulkudüs’ün Meryem’e “Ben Allah elçisiyim, benden korkma, gizlenme… Allah’ın emri bu” demesi
  • بانگ بر وی زد نمودار کرم ** که امین حضرتم از من مرم
  • O Allah rahmetini gösteren melek, Meryem’e bağırdı: “Ben, Allah tapısının eminiyim, benden ürkme.
  • از سرافرازان عزت سرمکش ** از چنین خوش محرمان خود درمکش
  • Allah’ın yücelttiği kimselerden baş çekme. Bu çeşit güzel mahremlerden çekinme!”
  • این همی گفت و ذباله‌ی نور پاک ** از لبش می‌شد پیاپی بر سماک 3770
  • Hem bu sözleri söylüyordu, hem de dudaklarından pak nurlar çıkıyor, birbirine ulanıp göğe ağrıyordu.
  • از وجودم می‌گریزی در عدم ** در عدم من شاهم و صاحب علم
  • Melek diyordu ki: “Sen, benim varlığımdan yokluğa kaçıyorsun ama ben yokluktan bir padişahım, bir bayrak sahibiyim.
  • خود بنه و بنگاه من در نیستیست ** یکسواره نقش من پیش ستیست
  • Zaten yurdum orası, ağırlığım da orada… Sana görünen bir suretimden ibaret.
  • مریما بنگر که نقش مشکلم ** هم هلالم هم خیال اندر دلم
  • Ey Meryem, bir bak hele… Ben, anlaşılması müşkül bir nakşım, hem hilâlim, hem gönüllerde ki hayal!
  • چون خیالی در دلت آمد نشست ** هر کجا که می‌گریزی با توست
  • Gönlüne bir hayal geldi de yerleşti mi nereye kaçsan o seninledir.
  • جز خیالی عارضی باطلی ** کو بود چون صبح کاذب آفلی 3775
  • Ancak gelip geçici bir aslı olmayan hayal müstesna… O çeşit hayal yalancı sabah gibi gözden kayboluverir.
  • من چو صبح صادقم از نور رب ** که نگردد گرد روزم هیچ شب
  • Bensen Allah nurundan doğmuş düpedüz sabahım… Gündüzümün etrafında gece, hiç dönüp dolaşamaz.
  • هین مکن لاحول عمران زاده‌ام ** که ز لاحول این طرف افتاده‌ام
  • Kendine gel… Lâhavle deyip durma ey İmran’ın kızı… Ben zaten buraya Lâhavle makamından gelip düştüm.
  • مر مرا اصل و غذا لاحول بود ** نور لاحولی که پیش از قول بود
  • Daha Lâhavle denmeden önce Lâhavlenin nuru benim aslımdı, benim gıdamdı.
  • تو همی‌گیری پناه ازمن به حق ** من نگاریده‌ی پناهم در سبق
  • Sen, benden Allah’a sığınmadasın ama ben o sığındığın Allah’ın ezelde düzüp koştuğu bir suretim zaten.
  • آن پناهم من که مخلصهات بوذ ** تو اعوذ آری و من خود آن اعوذ 3780
  • Seni defalarca kurtaran o sığındığın makam, benim makamım… Allah’a sığınırım diyorsun ya; o sığınmak yok mu? Ben ta kendisiyim zaten.
  • آفتی نبود بتر از ناشناخت ** تو بر یار و ندانی عشق باخت
  • Tanımazlıktan beter bir afet yoktur. Sen, sevgilinin yanındasın da aşkbazlığı bilmiyorsun.
  • یار را اغیار پنداری همی ** شادیی را نام بنهادی غمی
  • Yâri, ağyar sanmada, neşeye gam adını takmaktasın.
  • اینچنین نخلی که لطف یار ماست ** چونک ما دزدیم نخلش دار ماست
  • eksik