English    Türkçe    فارسی   

3
3801-3850

  • غن لی یا منیتی لحن النشور ** ابرکی یا ناقتی تم السرور
  • Ey emelim, maksadım sevgili, sur üfürür gibi nağmelerle terennüm et de beni dirilt… Ey devem, çök artık… Neşe tamamlandı!
  • ابلعی یا ارض دمعی قد کفی ** اشربی یا نفس وردا قد صفا
  • Ey yeryüzü, gözyaşlarımı em, yeter gayri… Ey nefis, iç o tatlı suyu, bulanıklığı geçti, duruldu artık!
  • عدت یا عیدی الینا مرحبا ** نعم ما روحت یا ریح الصبا
  • Ey yeryüzü, gözyaşlarımı em, yeter gayri… Merhaba ey seher yeli! Bize dostun kokusunu getirdin, ne güzel de estin ya!
  • گفت ای یاران روان گشتم وداع ** سوی آن صدری که امیرست و مطاع
  • Dostlar, dedi, ben gidiyorum, elveda. Ben o emîre, o emrine itaat edilen Sadr-ı Cihan’a gidiyorum.
  • دم‌بدم در سوز بریان می‌شوم ** هرچه بادا باد آنجا می‌روم 3805
  • Anbean onun aşkıyla, onun ayrılığıyla yanmaktayım… Artık ne olursa olsun, gidiyorum ben!
  • گرچه دل چون سنگ خارا می‌کند ** جان من عزم بخارا می‌کند
  • Sevgilinin gönlü mermerler gibi katı bir hale gelse bile ruhum yine Buhara’ya gitmek istiyor.
  • مسکن یارست و شهر شاه من ** پیش عاشق این بود حب الوطن
  • Orası sevgilimin konağı, padişahımın şehri; benim vatanım orası… Âşıklara vatan sevgisi budur!
  • پرسیدن معشوقی از عاشق غریب خود کی از شهرها کدام شهر را خوشتر یافتی و انبوه‌تر و محتشم‌تر و پر نعمت‌تر و دلگشاتر
  • Bir mâşukun, garip âşığına “Şehirlerden hangi şehri daha güzel buldun, Hangi şehir daha kalabalık, daha büyük? Hangi şehrin nimetleri daha bol, hangi şehir daha ziyade iç açıcı” diye sorması
  • گفت معشوقی به عاشق کای فتی ** تو به غربت دیده‌ای بس شهرها
  • Bir güzel, âşığına dedi ki: Yiğidim, gurbette birçok şehirler gördün.
  • پس کدامین شهر ز آنها خوشترست ** گفت آن شهری که در وی دلبرست
  • Hangi şehir daha ziyade hoşuna gitti. Âşık, “Sevgilinin oturduğu şehir”
  • هرکجا باشد شه ما را بساط ** هست صحرا گر بود سم الخیاط 3810
  • Padişahımız, nereye yaygısını yayar, oturursa orası, iğne deliği kadar dar bile olsa bize sahra gelir.
  • هر کجا که یوسفی باشد چو ماه ** جنتست ارچه که باشد قعر چاه
  • Ay gibi Yusuf neredeyse orası, kuyunun dibi bile olsa cennettir.” dedi.
  • منع کردن دوستان او را از رجوع کردن به بخارا وتهدید کردن و لاابالی گفتن او
  • Dostlarının, Buhara’ya gitme diye âşığı menetmeleri ve hiçbir şeye aldırış etmeksizin ulu orta sözler söyleme diyerek tehdit eylemeleri
  • گفت او را ناصحی ای بی‌خبر ** عاقبت اندیش اگر داری هنر
  • O âşığa da öğütçünün biri dedi ki: “Ey bihaber, aklın varsa işin sonunu düşün.
  • درنگر پس را به عقل و پیش را ** همچو پروانه مسوزان خویش را
  • Aklını başına devşir de işin önüne, sonuna dikkat et. Pervane gibi kendini yakıp yandırma!
  • چون بخارا می‌روی دیوانه‌ای ** لایق زنجیر و زندان‌خانه‌ای
  • Delicesine Buhara’ya gidersen zincire vurulmaya, hapishaneye atılmaya lâyıksın.
  • او ز تو آهن همی‌خاید ز خشم ** او همی‌جوید ترا با بیست چشم 3815
  • Sadr-ı Cihan, sana kızgın… Âdeta demir çiğnemede, dişlerini gıcırdatıp durmada. Seni yirmi gözle bekliyor.
  • می‌کند او تیز از بهر تو کارد ** او سگ قحطست و تو انبان آرد
  • Senin için bıçak bileyip duruyor. O âdeta kırlıkta kalmış bir köpek, sense unla dolu dağarcıksın!
  • چون رهیدی و خدایت راه داد ** سوی زندان می‌روی چونت فتاد
  • Allah, bir fırsat verdi, kurtuldun… Sonra da zindana gidiyorsun ha… Ne oldu sana?
  • بر تو گر ده‌گون موکل آمدی ** عقل بایستی کز ایشان کم زدی
  • Sana on çeşit memur dikseler bile onlardan kaçıp gizlenmen lazım; akıl, bunu emreder.
  • چون موکل نیست بر تو هیچ‌کس ** از چه بسته گشت بر تو پیش و پس
  • Hâlbuki senin başında tek bir memur bile yok. Neden böyle önden, arttan yolun bağlandı?”
  • عشق پنهان کرده بود او را اسیر ** آن موکل را نمی‌دید آن نذیر 3820
  • Gizli aşk, onu esir etmişti. O öğütçü, o korkutucu o gizli memuru görmüyordu ki!
  • هر موکل را موکل مختفیست ** ورنه او در بند سگ طبعی ز چیست
  • Her memurun başında gizli bir memur var. Böyle değil de o memur, neden köpeğe benzeyen tabiatına esir. Neden onun bağlarıyla bağlı?
  • خشم شاه عشق بر جانش نشست ** بر عوانی و سیه‌روییش بست
  • Padişahın kızgınlığı ruhuna tesir etmiş, onu memurluğa, kara yüzlülüğe bağlamış.
  • می‌زند او را که هین او رابزن ** زان عوانان نهان افغان من
  • Hadi vur şu adamı diye onu dövüp duruyor! Benim feryadım, işte o gizli memurlardan!
  • هرکه بینی در زیانی می‌رود ** گرچه تنها با عوانی می‌رود
  • Kimi ziyanda görürsen bil ki görünüşte yapayalnız bile olsa hakikatte o ziyana bir memurla sürüklenir, gider.
  • گر ازو واقف بدی افغان زدی ** پیش آن سلطان سلطانان شدی 3825
  • Bu hali bilseydin feryat eder, o padişahlar padişahına sığınırdın.
  • ریختی بر سر به پیش شاه خاک ** تا امان دیدی ز دیو سهمناک
  • Padişahın huzurunda başına topraklar saçar da o korkunç Şeytan’dan kurtulurdun.
  • میر دیدی خویش را ای کم ز مور ** زان ندیدی آن موکل را تو کور
  • A karıncadan daha aşağı, daha kuvvetsiz ve ehemmiyetsiz adam, kendini bey görüyorsun ha… sen körsün de ondan başına dikilmiş olan o memuru görmüyorsun.
  • غره گشتی زین دروغین پر و بال ** پر و بالی کو کشد سوی وبال
  • Bu yalancı kanatlarla gururlandın ha... Adamı suça, ziyankârlığa çeken kol kanat, ama da kol kanattır ya!
  • پر سبک دارد ره بالا کند ** چون گل‌آلو شد گرانیها کند
  • Kanat dediğin adamı yücelere çeker… Topraklara bulandı mı da ağırlaşır, adam uçamaz gayrı!
  • لاابالی گفتن عاشق ناصح و عاذل را از سر عشق
  • Âşığın, aşk sırrını anlamayan öğütçüye ulu orta cevabı
  • گفت ای ناصح خمش کن چند چند ** پند کم ده زانک بس سختست بند 3830
  • Âşık dedi ki: “Ey öğütçü, sus… Niceye bir öğüt vereceksin, niceye bir? Vazgeç bu öğütten; bağ, pek kuvvetli.
  • سخت‌تر شد بند من از پند تو ** عشق را نشناخت دانشمند تو
  • Senin öğüdünden daha da kuvvetlendi. Senin âlimin aşk nedir, tanımadı ki!
  • آن طرف که عشق می‌افزود درد ** بوحنیفه و شافعی درسی نکرد
  • Bir yerde aşk fazlalaştı, derdi arttırdı mı orada ne Ebû Hanîfe bir ders verebilir, ne Şâfiî!”
  • تو مکن تهدید از کشتن که من ** تشنه‌ی زارم به خون خویشتن
  • Beni ölümle tehdit etme... Kendi kanıma susamış birisiyim ben zaten!
  • عاشقان را هر زمانی مردنیست ** مردن عشاق خود یک نوع نیست
  • Âşıklara her an bir ölüm var… Âşıkların ölümü bir çeşit değil!
  • او دو صد جان دارد از جان هدی ** وآن دوصد را می‌کند هر دم فدی 3835
  • Âşık, doğru yolun ruhunu bulmuş, o ruhla iki yüz cana sahip olmuştur da her an iki yüzünü de feda edip durmadadır.
  • هر یکی جان را ستاند ده بها ** از نبی خوان عشرة امثالها
  • Feda ettiği her cana karşılık da on tana ecir alır. Kur’an’dan “ Kim bir iyilik yaparsa on mislini bulur” ayetini okusan a!
  • گر بریزد خون من آن دوست‌رو ** پای‌کوبان جان برافشانم برو
  • O güzel yüzlü sevgili, kanımı dökerse neşeyle dönerek, zevkimden ayaklarımı yerlere vurarak canımı saçarım!
  • آزمودم مرگ من در زندگیست ** چون رهم زین زندگی پایندگیست
  • Ben sınadım, benim hayatım ölümümde. Bu hayattan kurtuldum mu ebediyete erişeceğim.
  • اقتلونی اقتلونی یا ثقات ** ان فی قتلی حیاتا فی حیات
  • Ey inanılacak, güvenilecek kişiler, beni öldürün, öldürülmemde hayat içinde hayat var.
  • یا منیر الخد یا روح البقا ** اجتذب روحی وجد لی باللقا 3840
  • Ey aydın yüzlü, ey daimî varlığın ruhu, ruhumu kendine çek, bana vuslatınla cömertlik et!
  • لی حبیب حبه یشوی الحشا ** لو یشا یمشی علی عینی مشی
  • Öyle bir sevgilim var ki sevgisi kalbimi yakıp kavurmada. Dilerse gözlerimin üstünde yürür!
  • پارسی گو گرچه تازی خوشترست ** عشق را خود صد زبان دیگرست
  • Arapça daha hoş ama Farsça söyle. Zaten aşkın bunlardan başka daha yüzlerce dili var ama
  • بوی آن دلبر چو پران می‌شود ** آن زبانها جمله حیران می‌شود
  • Sevgilisinin kokusu uçup geldi mi o dillerin hepsi de şaşırır, lâl olur kalır.
  • بس کنم دلبر در آمد در خطاب ** گوش شو والله اعلم بالصواب
  • Artık ben susayım, kâfi… Sevgili söylemeye başladı. Dinle, kulak kesil… Allah, doğruyu daha iyi bilir.
  • چونک عاشق توبه کرد اکنون بترس ** کو چو عیاران کند بر دار درس 3845
  • Âşık tövbe etti mi… işte o zaman kork. Çünkü âşık, ayyarlar gibi daracığında ders verir!
  • گرچه این عاشق بخارا می‌رود ** نه به درس و نه به استا می‌رود
  • Bu âşık, Buhara’ya gidiyor ama ders okumaya, üstada hizmet etmeye değil.
  • عاشقان را شد مدرس حسن دوست ** دفتر و درس و سبقشان روی اوست
  • Âşıklara dostun güzelliği müderristir… Defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü!
  • خامشند و نعره‌ی تکرارشان ** می‌رود تا عرش و تخت یارشان
  • Susarlar ama tekrar tekrar attıkları nâralar sevgilinin arşına, tahtına kadar ulaşır.
  • درسشان آشوب و چرخ و زلزله ** نه زیاداتست و باب سلسله
  • Dersleri fitne, oyun, dönüş ve titreyiştir. Onlar ne Ziyadat okurlar, ne Silsile.
  • سلسله‌ی این قوم جعد مشکبار ** مسله‌ی دورست لیکن دور یار 3850
  • Bu kavmin silsilesi, sevgilinin simsiyah ve kıvırcık saçlarıdır. Onlarda devir meselesinden bahsederler ama sevgilinin devrinden.