English    Türkçe    فارسی   

4
2611-2660

  • خود کی یابد این چنین بازار را ** که به یک گل می‌خری گلزار را
  • Kim böyle bir alışverişi edebilir? Bir gülle gül bahçesini satın alıyorsun!
  • دانه‌ای را صد درختستان عوض ** حبه‌ای را آمدت صد کان عوض
  • Bir taneye karşılık yüzlerce ağaçlık, bir habbeye karşılık yüzlerce maden!
  • کان لله دادن آن حبه است ** تا که کان‌الله له آید به دست
  • Kim her şeyi Allah için yapar, Allah' ya karşı ihlâs sahibi olursa demek, o taneyi vermektir... bu suretle de "Allah da onun olur, her dilediğini verir" sözünün hakikati elde edilir.
  • زآنک این هوی ضعیف بی‌قرار ** هست شد زان هوی رب پایدار
  • Çünkü bu arık ve kararsız varlık, o ebedî Allah’ın zevalsiz varlığından var olmuştur.
  • هوی فانی چونک خود فا او سپرد ** گشت باقی دایم و هرگز نمرد 2615
  • Fâni varlık, kendisini ona verdi mi baki olur, asla ölmez.
  • هم‌چو قطره‌ی خایف از باد و ز خاک ** که فنا گردد بدین هر دو هلاک
  • Yelden, topraktan korkan ve bu ikisi yüzünden helak olan katra gibi!
  • چون به اصل خود که دریا بود جست ** از تف خورشید و باد و خاک رست
  • Katra, aslı olan denize kavuştu mu güneşin? Hararetinden de kurtulur, yelden, topraktan da!
  • ظاهرش گم گشت در دریا و لیک ** ذات او معصوم و پا بر جا و نیک
  • Zahirî, denizde yok olur ama zatı yok olmaz, ebedîleşir, iyileşir!
  • هین بده ای قطره خود را بی‌ندم ** تا بیابی در بهای قطره یم
  • Kendine gel ey katra da pişman olmaksızın varlığım ver, ver de bir katra ya karşılık uçsuz bucaksız denizi bul!
  • هین بده ای قطره خود را این شرف ** در کف دریا شو آمن از تلف 2620
  • Kendine gel ey katra da bu şerefi bul, denizin avucuna düş, o avuçta telef olmaktan emin ol!
  • خود کرا آید چنین دولت به دست ** قطره‌ای را بحری تقاضاگر شدست
  • Böyle bir devlet, kimin eline düşmüştür: Bir deniz, bir katrayı dilemekte, istemekte!
  • الله الله زود بفروش و بخر ** قطره‌ای ده بحر پر گوهر ببر
  • Allah hakkı için Allah hakkı için çabuk sat ve satın al... Bir katrayı ver, incilerle dolu denizi elde et!
  • الله الله هیچ تاخیری مکن ** که ز بحر لطف آمد این سخن
  • Allah hakkı için, Allah hakkı için hiç geciktirme. Bu söz, lütuf denizinden gelmede!
  • لطف اندر لطف این گم می‌شود ** که اسفلی بر چرخ هفتم می‌شود
  • Lütuf bile bu lütfun içinde kaybolur, aşağılık bir adam, yedinci kat göğe çıkıyor
  • هین که یک بازی فتادت بوالعجب ** هیچ طالب این نیابد در طلب 2625
  • 2625.Kendine gel, hiçbir kimse bunu aramakla bulamaz, nasılsa bir acayip oyuna rastladın!
  • گفت با هامان بگویم ای ستیر ** شاه را لازم بود رای وزیر
  • Firavun, bunu bir de Haman'a söyleyeyim; padişaha vezirin reyini almak lâzımdır dedi.
  • گفت با هامان مگو این راز را ** کور کمپیری چه داند باز را
  • Asiye dedi ki: Bu sırrı Haman'a söyleme. Kör kocakarı, doğanın kıymetini ne bilir?
  • قصه‌ی باز پادشاه و کمپیر زن
  • Padişahın doğanıyla kocakarı
  • باز اسپیدی به کمپیری دهی ** او ببرد ناخنش بهر بهی
  • Bir akdoğanı kocakarının birine verirsen iyilik olsun diye pençelerindeki tırnakları keser!
  • ناخنی که اصل کارست و شکار ** کور کمپیری ببرد کوروار
  • Hâlbuki asıl iş gördüğü, avlandığı uzvu, tırnaklandır. Kör kocakarıcağız körcesine o tırnakları kesiverir!
  • که کجا بودست مادر که ترا ** ناخنان زین سان درازست ای کیا 2630
  • Anan neredeymiş ki der, a ulu yavrum, tırnakların böyle uzamış senin?
  • ناخن و منقار و پرش را برید ** وقت مهر این می‌کند زال پلید
  • Kötü kocakarı, doğanın tırnağını, gagasını kanatlarını keser... Sevgi çağında işte bunları, yapar!
  • چونک تتماجش دهد او کم خورد ** خشم گیرد مهرها را بر درد
  • Doğanın önüne tutmaç kor da o, az yedi mi kızar, sevgiyi yırtar, atar!
  • که چنین تتماج پختم بهر تو ** تو تکبر می‌نمایی و عتو
  • Senin için böyle bir tutmaç pişirdim de sen ululuk gösteriyor, haddini bilmiyorsun ha!
  • تو سزایی در همان رنج و بلا ** نعمت و اقبال کی سازد ترا
  • Sen o eziyetlere, belâlara lâyıksın, devletin, ikbalin kadrini nerden bileceksin sen? der.
  • آن تتماجش دهد کین را بگیر ** گر نمی‌خواهی که نوشی زان فطیر 2635
  • Tutmaç yemiyorsan bari al, bunu iç diye doğana tutmaç suyu verir.
  • آب تتماجش نگیرد طبع باز ** زال بترنجد شود خشمش دراز
  • Hâlbuki doğan, tutmaç suyundan hoşlanmaz, içmez, kocakarı büsbütün kızar.
  • از غضب شربای سوزان بر سرش ** زن فرو ریزد شود کل مغفرش
  • Kızgınlıkla o sıcak çorbayı doğanın başından aşağı döker, hayvanın başını yakar, kel eder!
  • اشک از آن چشمش فرو ریزد ز سوز ** یاد آرد لطف شاه دل‌فروز
  • Canı yanar, o teessürle gönüller parlatan padişahın lütfunu anarak ağlamaya başlar;
  • زان دو چشم نازنین با دلال ** که ز چهره‌ی شاد دارد صد کمال
  • Padişahın çehresinden yüzlerce kemale nail olan o nazenin, o işveli gözlerinden yaşlar döker!
  • چشم مازاغش شده پر زخم زاغ ** چشم نیک از چشم بد با درد و داغ 2640
  • Mâzâgal basar sırrına nail olan gözleri o karganın açtığı yaralarla dolar, güzel göz, zaten kötü göz yüzünden dertlere, elemlere uğrar!
  • چشم دریا بسطتی کز بسط او ** هر دو عالم می‌نماید تار مو
  • Hâlbuki o öyle engin bir gözdür ki iki âlem bile ona bir kıl kadar görünmektedir.
  • گر هزاران چرخ در چشمش رود ** هم‌چو چشمه پیش قلزم گم شود
  • Gözüne binlerce gökyüzü görünse kaynağın denizin yanında kayboluşu gibi kaybolur!
  • چشم بگذشته ازین محسوسها ** یافته از غیب‌بینی بوسها
  • O göz, bu duygu âlemine ait şeylerden geçti mi gayb âlemini görür de bu kabiliyet yüzünden öpülür durur!
  • خود نمی‌یابم یکی گوشی که من ** نکته‌ای گویم از آن چشم حسن
  • Zaten bir kulak bulamıyorum ki o güzel göze ait bir nükte söyleyeyim!
  • می‌چکید آن آب محمود جلیل ** می‌ربودی قطره‌اش را جبرئیل 2645
  • O gözden ulu ve kutlu yaşlar süzülse Cebrail, katrasını kapardı.
  • تا بمالد در پر و منقال خویش ** گر دهد دستوریش آن خوب کیش
  • O güzel gidişli dilber, müsaade ederse bu kaptığı katrayı kanadına, gagasına sürerdi!
  • باز گوید خشم کمپیر ار فروخت ** فر و نور و علم و صبرم را نسوخت
  • Doğan der ki: Kocakarının kızgınlığı alevlendi ama kuvvetimi, nurumu, sabrımı ve ilmimi yakmadı ya!
  • باز جانم باز صد صورت تند ** زخم بر ناقه نه بر صالح زند
  • Can doğanım, yüzlerce suret dokur, durur, deveyi yaralar, Salih'i değil!
  • صالح از یک‌دم که آرد با شکوه ** صد چنان ناقه بزاید متن کوه
  • Salih, ululukla bir nefes aldı, bir dua etti mi dağdan, o çeşit yüzlerce deve doğar!
  • دل همی گوید خموش و هوش دار ** ورنه درانید غیرت پود و تار 2650
  • Gönül der ki: Sus, aklını başına al... Yoksa gayret, varlık nescini çeker, yırtar!
  • غیرتش را هست صد حلم نهان ** ورنه سوزیدی به یک دم صد جهان
  • Fakat ne çare., padişahlık gururu, öğüt dinletmiyordu; nihayet öğüdü gönlünden koparıp attı.
  • نخوت شاهی گرفتش جای پند ** تا دل خود را ز بند پند کند
  • Allah gayretinin yüzlerce gizli hilmi vardır... Yoksa bir anda yüzlerce cihanı yakardı!
  • که کنم بار رای هامان مشورت ** کوست پشت ملک و قطب مقدرت
  • Mutlaka Haman'la görüşüp danışmam lâzım... Ülke ona dayanmaktadır, ben onunla kuvvet, kudret bulmaktayım, dedi.
  • مصطفی را رای‌زن صدیق رب ** رای‌زن بوجهل را شد بولهب
  • Mustafa'nın meşveret ettiği zat, Allah Sıddıkıydi. EbucehFe fikir veren Ebuleheb'di!
  • عرق جنسیت چنانش جذب کرد ** کان نصیحتها به پیشش گشت سرد 2655
  • Cinsiyet, onu öyle bir çekti ki o nasihatler, kulağına bile giremedi.
  • جنس سوی جنس صد پره پرد ** بر خیالش بندها را بر درد
  • Her şey, kendi cinsinden olana yüzlerce kanatla uçar gider, ona ulaşma hayaliyle bağlarını yırtıp yürür!
  • قصه‌ی آن زن کی طفل او بر سر ناودان غیژید و خطر افتادن بود و از علی کرم‌الله وجهه چاره جست
  • Çocuğu, kayıp oluk üstüne giden ve tehlikeye düşen kadının, Allah yüzünü ululasın, Ali'ye gelerek çare araması
  • یک زنی آمد به پیش مرتضی ** گفت شد بر ناودان طفلی مرا
  • Murtaza'nın yanına bir kadın gelip dedi ki; Çocuğum, oluğun üstüne kaydı.
  • گرش می‌خوانم نمی‌آید به دست ** ور هلم ترسم که افتد او به پست
  • Çağırsam ele geçmez. Bıraksam düşüp helak olacağından korkuyorum.
  • نیست عاقل تا که دریابد چون ما ** گر بگویم کز خطر سوی من آ
  • Akıllı değil ki tehlikeden kurtul, yanıma gel diyeyim de anlasın.
  • هم اشارت را نمی‌داند به دست ** ور بداند نشنود این هم به دست 2660
  • Elle işaret etsem anlamaz, anlasa bile kötülük şu ki dinlemez!