English    Türkçe    فارسی   

4
2777-2826

  • آن خداوندی که دادندت عوام ** باز بستانند از تو هم‌چو وام
  • Sana padişahlığı halk verdiyse borç alır gibi yine senden alır!
  • ده خداوندی عاریت به حق ** تا خداوندیت بخشد متفق
  • İğreti padişahlığı Allah' ya ver de Allah sana herkesin kabul edeceği hakikî bir padişahlık versin!
  • منازعت امیران عرب با مصطفی علیه‌السلام کی ملک را مقاسمت کن با ما تا نزاعی نباشد و جواب فرمودن مصطفی علیه‌السلام کی من مامورم درین امارت و بحث ایشان از طرفین
  • Arap beylerinin, ülkeyi ve devlet! Aramızda bölüşelim de kavga, gürültü kalmasın diye Mustafa aleyhisselâm'a müracaatları, Mustafa aleyhisselâm'ın "Ben, bu beyliği yapmaya memurum" diye cevap vermesi, iki tarafın da birbirleriyle bahse girişmeleri
  • آن امیران عرب گرد آمدند ** نزد پیغامبر منازع می‌شدند
  • Arap beyleri toplanıp Peygamber' in yanına gelerek çekişmeye başladılar.
  • که تو میری هر یک از ما هم امیر ** بخش کن این ملک و بخش خود بگیر 2780
  • Dediler ki: Sen bir beysin... Bizim de her birimiz birer beyiz! Şu beyliği bölüşelim, ülkenin sana düşen kısmını al!
  • هر یکی در بخش خود انصاف‌جو ** تو ز بخش ما دو دست خود بشو
  • Her birimiz, kendisine düşen bölüğe razı olsun; sen de artık bizim hissemizden el yıka!
  • گفت میری مر مرا حق داده است ** سروری و امر مطلق داده است
  • Peygamber dedi ki: Bana beyliği Allah verdi... O, bana başbuğluk ve mutlak bir beylik ihsan etti.
  • کین قران احمدست و دور او ** هین بگیرید امر او را اتقوا
  • Buyurdu ki: Bu devir, Ahmed’in devridir, bu zaman, Ahmed’in zamanı... Kendinize gelin de onun emrine uyun!
  • قوم گفتندش که ما هم زان قضا ** حاکمیم و داد امیریمان خدا
  • Kavim, biz de Allah’ın takdiri ile hükmediyoruz... Bize de beyliği veren Allah’tır dedi.
  • گفت لیکن مر مرا حق ملک داد ** مر شما را عاریه از بهر زاد 2785
  • Peygamber fakat dedi... Allah, bana beyliği bir mülk olarak verdi, sizeyse bir vesileyle iğreti.
  • میری من تا قیامت باقیست ** میری عاریتی خواهد شکست
  • Benim beyliğim kıyamete dek bakidir... İğreti beylikse çabucak geçip gider!
  • قوم گفتند ای امیر افزون مگو ** چیست حجت بر فزون‌جویی تو
  • Kavim “ey emîr... Çok söyleme; üstün olduğunu iddia ediyorsun, delilin nedir?” dediler.
  • در زمان ابری برآمد ز امر مر ** سیل آمد گشت آن اطراف پر
  • Derhal Allah’ın kahır emri ile gökyüzünde bir bulut peydahlandı. Sel bastı, bütün o civarı kapladı.
  • رو به شهر آورد سیل بس مهیب ** اهل شهر افغان‌کنان جمله رعیب
  • O pek korkunç sel şehre yüz tuttu... Şehirliler feryat ederek korkudan kaçışmaya başladılar.
  • گفت پیغامبر که وقت امتحان ** آمد اکنون تا گمارد گردد عیان 2790
  • Sınama zamanı gelmişti... Şüphenin kalkacağı hakikatin apaçık ortaya çıkacağı zamandı. Peygamber dedi ki:
  • هر امیری نیزه‌ی خود در فکند ** تا شود در امتحان آن سیل‌بند
  • Her bey mızrağını atsın da şu sel dursun! Beyliğinizi bir sınayalım! Hepsi mızraklarını attılar.
  • پس قضیب انداخت در وی مصطفی ** آن قضیب معجز فرمان روا
  • Mustafa’da elindeki sopayı, o buyruklar yürüten inanmayanları âciz bırakan sopayı attı.
  • نیزه‌ها را هم‌چو خاشاکی ربود ** آب تیز سیل پرجوش عنود
  • O coşkun inatçı ve şiddetli sel, bütün o mızrakları saman çöpü gibi önüne katıp sürükledi.
  • نیزه‌ها گم گشت جمله و آن قضیب ** بر سر آب ایستاده چون رقیب
  • Bütün mızraklar kayboldu... Sopaysa bir gözcü gibi suyun üstünde duruyordu!
  • ز اهتمام آن قضیب آن سیل زفت ** روبگردانید و آن سیلاب رفت 2795
  • O sopanın himmetiyle o şiddetli sel, şehirden yüz çevirdi, başka bir tarafa akıp gitti.
  • چون بدیدند از وی آن امر عظیم ** پس مقر گشتند آن میران ز بیم
  • Bu büyük işi gören Arap beyleri, korkularından hep Mustafa’nın beyliğini tasdik ettiler.
  • جز سه کس که حقد ایشان چیره بود ** ساحرش گفتند و کاهی از جحود
  • Yalnız hasetleri pek üstün olan üç kişi inanmadı... İnatlarından büyücü ve kâhin dediler.
  • ملک بر بسته چنان باشد ضعیف ** ملک بر رسته چنین باشد شریف
  • İğreti beylik böyle zayıf olur... Allah vergisi olan beylikse böyle yücedir işte.
  • نیزه‌ها را گر ندیدی با قضیب ** نامشان بین نام او بین این نجیب
  • Ey soyu sopu belli kişi, o mızraklarla sopayı görmediysen o beylerin adları ile peygamberin adına bak.
  • نامشان را سیل تیز مرگ برد ** نام او و دولت تیزش نمرد 2800
  • Onların adlarını kuvvetli, şiddetli ölüm seli sildi süpürdü... Fakat Ahmed’in adı ve devleti baki.
  • پنج نوبت می‌زنندش بر دوام ** هم‌چنین هر روز تا روز قیام
  • Onun nöbetini günde beş defa vuruyorlar... bu, kıyamete kadar her gün böyle sürüp gidecek!
  • گر ترا عقلست کردم لطفها ** ور خری آورده‌ام خر را عصا
  • Aklın varsa sana lûtuflarda bulundum... eşeksen eşeğe de asayı getirdim.
  • آنچنان زین آخرت بیرون کنم ** کز عصا گوش و سرت پر خون کنم
  • Seni bu ahırdan öyle bir çıkarırım ki sopayla başını, kulağını kanlara boyarım!
  • اندرین آخر خران و مردمان ** می‌نیابند از جفای تو امان
  • Bu ahırdaki eşekler de senin cefandan aman bulamıyorlar insanlarda!
  • نک عصا آورده‌ام بهر ادب ** هر خری را کو نباشد مستحب 2805
  • İşte sevilmeyen her eşeği yola getirmek, terbiye etmek için sopa getirdim ben!
  • اژدهایی می‌شود در قهر تو ** که اژدهایی گشته‌ای در فعل و خو
  • Seni kahretmek için o sopa, bir ejderha kesilir... çünkü sen de işte ve huyda bir ejderha kesilmişsin.
  • اژدهای کوهیی تو بی‌امان ** لیک بنگر اژدهای آسمان
  • Sen amansız bir dağ ejderhasısın ama gökyüzü ejderhasına da bak!
  • این عصا از دوزخ آمد چاشنی ** که هلا بگریز اندر روشنی
  • Bu sopada cehennemden bir hisse var... kendine gel de aydınlığa kaç.
  • ورنه در مانی تو در دندان من ** مخلصت نبود ز در بندان من
  • Yoksa benim dişlerimin arasında kalırsın... benim kahrımdan seni kimse kurtaramaz demektedir.
  • این عصایی بود این دم اژدهاست ** تا نگویی دوزخ یزدان کجاست 2810
  • Tanrı’nın cehennemi nerede demeyesin diye bu, bir sopayken şimdi ejderha olmuştur.
  • در بیان آنک شناسای قدرت حق نپرسد کی بهشت و دوزخ کجاست
  • هر کجا خدا دوزخ کند ** اوج را بر مرغ دام و فخ کند
  • Tanrı kudretini bilip tanıyan cennetle cehennem nerede ki diye sormaz.
  • هم ز دندانت برآید دردها ** تا بگویی دوزخست و اژدها
  • Tanrı, nereyi isterse orasını cehennem yapar... gökyüzünün yücelerini kuşa ökse ve tuzak haline getirir.
  • یا کند آب دهانت را عسل ** که بگویی که بهشتست و حلل
  • Dişlerine bir ağrı verir ki bu diş ağrısı cehennem, ejderha dersin. Yahut da tükürdüğünü bal haline kor... bu, cennet ve cennet elbiseleri dersin!
  • از بن دندان برویاند شکر ** تا بدانی قوت حکم قدر
  • Dişlerinin dibinden şeker bitirir... bu suretle kaderin hükmünü anlar bilirsin!
  • پس به دندان بی‌گناهان را مگز ** فکر کن از ضربت نامحترز 2815
  • Şu halde dişlerinle suçsuzları ısırma... çekinemeyeceğin, kurtulamayacağın silleyi düşün.
  • نیل را بر قبطیان حق خون کند ** سبطیان را از بلا محصون کند
  • Tanrı Nil’i Kıpti’lere kan haline getirdi... İsrail oğullarını da belâdan korudu.
  • تا بدانی پیش حق تمییز هست ** در میان هوشیار راه و مست
  • Buna bak da Tanrının yoldaki aklı başında kişiyle sarhoşu ayırt ettiğini anla.
  • نیل تمییز از خدا آموختست ** که گشاد آن را و این را سخت بست
  • Nil bu ayırt edişi Tanrıdan öğrendi de buna ihsanlarda bulundu, öbürünü sıkıca bağladı.
  • لطف او عاقل کند مر نیل را ** قهر او ابله کند قابیل را
  • Tanrı lûtfu, Nil’e akıl verdi... kahrı ise Kabil’i sersemleştirdi.
  • در جمادات از کرم عقل آفرید ** عقل از عاقل به قهر خود برید 2820
  • Keremiyle cansız şeylerde akıl yarattı... kahrı ile akıllının aklını aldı.
  • در جماد از لطف عقلی شد پدید ** وز نکال از عاقلان دانش رمید
  • Lûtfuyla cansız şeyde akıl peydahlandı... kahrı ile bilgi akıllardan kaçtı!
  • عقل چون باران به امر آنجا بریخت ** عقل این سو خشم حق دید و گریخت
  • Emriyle oraya yağmur gibi akıl yağdı... bunun aklıysa Tanrı hışmını görüp kaçtı gitti!
  • ابر و خورشید و مه و نجم بلند ** جمله بر ترتیب آیند و روند
  • Bulut, güneş, ay ve yücelerdeki yıldızlar... hepsi de bir nizamla gelirler, giderler.
  • هر یکی ناید مگر در وقت خویش ** که نه پس ماند ز هنگام و نه پیش
  • Her biri, ancak vaktinde gelir... vaktini ne geciktirir, ne de erken gelip çatar.
  • چون نکردی فهم این را ز انبیا ** دانش آوردند در سنگ و عصا 2825
  • Bunu nasıl oldu da peygamberlerden anlamadın sen?Onlar, taşa sopaya bilgi ihsan ettiler.
  • تا جمادات دگر را بی لباس ** چون عصا و سنگ داری از قیاس
  • Bunları gör de diğer cansız şeyleri de şüphesiz bir halde sopaya, taşa kıyas et!