English    Türkçe    فارسی   

4
697-746

  • پس همی منگید با خود زیر لب ** در جواب فکرتم آن بوالعجب
  • O sırrına şaşılacak er, benim bu düşünceme karşı ağzının içinden söylenip durmaktaydı.
  • که چنین اندیشی از بهر ملوک ** کیف تلقی الرزق ان لم یرزقوک
  • Padişahlar hakkında böyle düşünüyorsun ha... Onlar, sana rızık vermeseler nasıl rızıklanacaksın ki demekteydi.
  • من نمی‌کردم سخن را فهم لیک ** بر دلم می‌زد عتابش نیک نیک
  • Ben sözünü anlayamıyordum ama azarlanması gönlüme iyice aksediyordu.
  • سوی من آمد به هیبت هم‌چو شیر ** تنگ هیزم را ز خود بنهاد زیر 700
  • Derken aslan gibi heybetle önüme geldi, sırtındaki odun demetini yere bıraktı.
  • پرتو حالی که او هیزم نهاد ** لرزه بر هر هفت عضو من فتاد
  • Odunları yere korken halindeki heybetten yedi azami bir titremedir aldı!
  • گفت یا رب گر ترا خاصان هی‌اند ** که مبارک‌دعوت و فرخ‌پی‌اند
  • Dedi ki: Yarabbi, senin duaları kutlu izleri yomlu has kulların varsa,
  • لطف تو خواهم که میناگر شود ** این زمان این تنگ هیزم زر شود
  • Onların hürmetine lütfunun bir sanat göstermesini diliyorum... şimdicek bu odun yığını altın olsun!
  • در زمان دیدم که زر شد هیزمش ** هم‌چو آتش بر زمین می‌تافت خوش
  • Bunu der demez bir de gördüm ki odunlar altın olmuş, yeryüzünde ateş gibi parlayıp duruyorlar!
  • من در آن بی‌خود شدم تا دیرگه ** چونک با خویش آمدم من از وله 705
  • Ben bunu görünce kendimden geçtim... bir hayli zaman baygın kaldım. O şaşkınlığım geçip kendime gelince,
  • بعد از آن گفت ای خداگر آن کبار ** بس غیورند و گریزان ز اشتهار
  • Dedi ki: Allah’ın o ulular, gayret sahibi ve şöhretten kaçar kişilerse,
  • باز این را بند هیزم ساز زود ** بی‌توقف هم بر آن حالی که بود
  • Onların hürmetine yine bu altını hemen odun yap, eski haline getiriver!
  • در زمان هیزم شد آن اغصان زر ** مست شد در کار او عقل و نظر
  • Bu söz üzerine derhal o altın dallar, yine odun oldu... o erin işini görünce akıl da sarhoş oldu, kendisinden geçti. Bakış da!
  • بعد از آن برداشت هیزم را و رفت ** سوی شهر از پیش من او تیز و تفت
  • Ondan sonra odunlarını yükleyip yürüdü... Hızlı hızlı önümden şehre gitti!
  • خواستم تا در پی آن شه روم ** پرسم از وی مشکلات و بشنوم 710
  • O padişahtan, ardından gidip müşküllerini sormak, sözünü duymak istedim ama,
  • بسته کرد آن هیبت او مر مرا ** پیش خاصان ره نباشد عامه را
  • Heybeti mâni oldu gidemedim... Bayağı kişilerin has erlere varmasına yol yok!
  • ور کسی را ره شود گو سر فشان ** کان بود از رحمت و از جذبشان
  • Eğer biri can- beş vererek yol bulursa bu da onların rahmeti ve cezbesiyle olur.
  • پس غنیمت دار آن توفیق را ** چون بیابی صحبت صدیق را
  • Şu halde o tevfike erişmeyi ganimet bil... Eğer bir doğru erin sohbetini bulduysan bunu fırsat say!
  • نه چو آن ابله که یابد قرب شاه ** سهل و آسان در فتد آن دم ز راه
  • Padişaha yakın olduğu, padişahın yakınlığına erdiği halde bu kutluluğu değersiz görüp yolundan olan ahmağa benzeme!
  • چون ز قربانی دهندش بیشتر ** پس بگوید ران گاوست این مگر 715
  • Ahmak kurbanlık koyundan bol ve iyi bir parça verdiler mi “Bu, galiba öküz budu” der.
  • نیست این از ران گاو ای مفتری ** ران گاوت می‌نماید از خری
  • A iftiracı, bu öküz budu değil... Fakat eşekliğinden sana öküz budu görünmede.
  • بذل شاهانه‌ست این بی رشوتی ** بخشش محضست این از رحمتی
  • Bu rüşvetsiz verilen padişah ihsanı... Bu rahmet yüzünden verilen hususi bir ihsan!
  • تحریض سلیمان علیه‌السلام مر رسولان را بر تعجیل به هجرت بلقیس بهر ایمان
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Belkis’in imana gelmesi için elçilerin tez gitmesini emretmesi ve onları teşviki
  • هم‌چنان که شه سلیمان در نبرد ** جذب خیل و لشکر بلقیس کرد
  • Süleyman Peygamber de savaşacağı yerde Belkıs’ın adamlarını ve askerini kendisine çekti.
  • که بیایید ای عزیزان زود زود ** که برآمد موجها از بحر جود
  • Ey azizler dedi, çabucak gelin... Çünkü cömertlik denizi dalgalanmaya başladı.
  • سوی ساحل می‌فشاند بی‌خطر ** جوش موجش هر زمانی صد گهر 720
  • 720.Köpüren dalgaları, her an kıyıya zararsız, ziyansız, yüzlerce inci atar!
  • الصلا گفتیم ای اهل رشاد ** کین زمان رضوان در جنت گشاد
  • Ey doğru yolu bulanlar, salâ dedim size... Rıdvan, şimdicek cennet kapısını açtı.
  • پس سلیمان گفت ای پیکان روید ** سوی بلقیس و بدین دین بگروید
  • Süleyman dedi ki: “Ey elçiler, gidin, Belkıs’a varın, onu bu dine inandırın!
  • پس بگوییدش بیا اینجا تمام ** زود که ان الله یدعوا بالسلام
  • Deyin ki: Hep buraya gelin... Çabuk şüphe yok ki Allah, sizi esenlik yurduna çağırtmada!
  • هین بیا ای طالب دولت شتاب ** که فتوحست این زمان و فتح باب
  • Ey devlet isteyen, tez buraya gel... Bu zaman, feyiz zamanı, kapıların açıldığı çağ!
  • ای که تو طالب نه‌ای تو هم بیا ** تا طلب یابی ازین یار وفا 725
  • Ey dilemeyen sen de gel... Sen de gel de bu vefalı sevgiliden dilek sahibi olasın!
  • سبب هجرت ابراهیم ادهم قدس الله سره و ترک ملک خراسان
  • Allah sırrını kutlasın, İbrahim Edhemin ülkesinden göçmesindeki sebep ve Horasan saltanatını terk etmesi
  • ملک برهم زن تو ادهم‌وار زود ** تا بیابی هم‌چو او ملک خلود
  • Sen de Edhem gibi devlet ve saltanatı hemencecik terk et de ebedi bir saltanata eriş!
  • خفته بود آن شه شبانه بر سریر ** حارسان بر بام اندر دار و گیر
  • İbrahim Edhem, geceleyin tahtında uyumaktaydı. Gözcüler, bekçiler de damda gürültü edip duruyorlardı.
  • قصد شه از حارسان آن هم نبود ** که کند زان دفع دزدان و رنود
  • Padişah, bekçilerin hırsızları ve kötü kişileri defetmelerini istemiyordu.
  • او همی دانست که آن کو عادلست ** فارغست از واقعه آمن دلست
  • Çünkü kendisinin adâlet sahibi olduğunu, kendisine hiçbir kötülük gelmeyeceğini biliyordu, gönlü emindi.
  • عدل باشد پاسبان گامها ** نه به شب چوبک‌زنان بر بامها 730
  • Muratları, dilekleri koruyan adalettir... Geceleyin damlarda sopalarını kakıp gezen bekçiler değil!
  • لیک بد مقصودش از بانگ رباب ** هم‌چو مشتاقان خیال آن خطاب
  • Fakat padişahın, rebap sesini dinlemeden maksadı, iştiyaklar çekenler gibi Allah hitabını hayal etmekti.
  • ناله‌ی سرنا و تهدید دهل ** چیزکی ماند بدان ناقور کل
  • Zurna ve davul sesleri, bir parçacık o külli nefirin, kıyamet gününde çalınacak olan Sur’un sesine benzer.
  • پس حکیمان گفته‌اند این لحنها ** از دوار چرخ بگرفتیم ما
  • Hakîmler, bu musiki nağmelerini göklerin dönüşünden aldık demişlerdir.
  • بانگ گردشهای چرخست این که خلق ** می‌سرایندش به طنبور و به حلق
  • Halkın tamburla çaldığı, ağızla söylediği bu şarkılar, nağmeler, hep göğün hareketinden alınmadır.
  • مومنان گویند که آثار بهشت ** نغز گردانید هر آواز زشت 735
  • Müminler derler ki cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler de latif olur.
  • ما همه اجزای آدم بوده‌ایم ** در بهشت آن لحنها بشنوده‌ایم
  • Biz hepimiz Âdem’in cüz’üleriydik... Cennette o nağmeleri dinledik, duyduk!
  • گرچه بر ما ریخت آب و گل شکی ** یادمان آمد از آنها چیزکی
  • Gerçi suyla toprak, bize bir şüphe verdi ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz.
  • لیک چون آمیخت با خاک کرب ** کی دهند این زیر و آن بم آن طرب
  • Fakat musibet toprağıyla karıştıktan sonra bu zir ve bem perdeleri, nereden o nağmeleri verecek?
  • آب چون آمیخت با بول و کمیز ** گشت ز آمیزش مزاجش تلخ و تیز
  • Su, sidik ve pislikle karışınca bozulur, mizacı acı ve sert bir hale gelir.
  • چیزکی از آب هستش در جسد ** بول گیرش آتشی را می‌کشد 740
  • İnsanın cesedinde de birazcık su vardır... Sen onu sidik bile saysan yine ateşi söndürür ya!
  • گر نجس شد آب این طبعش بماند ** که آتش غم را به طبع خود نشاند
  • Su, pis bile olsa yine tabiatı bakidir... O tabiatla gam ateşini söndürür!
  • پس غدای عاشقان آمد سماع ** که درو باشد خیال اجتماع
  • İş bu yüzden güzel sesi dinlemek âşıklara gıdadır... Çünkü güzel ses dinlemede kalp huzuru ve Allah ile birleşme zevki vardır.
  • قوتی گیرد خیالات ضمیر ** بلک صورت گردد از بانگ و صفیر
  • Adamın içindeki hayâller kuvvetlenir, hatta hayaller, o güzel sesten, o güzel nağmeden suretlere bürünür.
  • آتش عشق از نواها گشت تیز ** آن چنان که آتش آن جوزریز
  • Suya ceviz atanın ateşi nasıl kuvvetlendiyse aşk ateşi de güzel seslerle kuvvet bulunur!
  • حکایت آن مرد تشنه کی از سر جوز بن جوز می‌ریخت در جوی آب کی در گو بود و به آب نمی‌رسید تا به افتادن جوز بانگ آب# بشنود و او را چو سماع خوش بانگ آب اندر طرب می‌آورد
  • Susuz adamın ceviz ağacına binip silkelemesi ve cevizlerin çukurdaki, erişemediği suya düşmesi, bu suretle suyun sesini duyup onunla zevklenmesi, neşelenmesi
  • در نغولی بود آب آن تشنه راند ** بر درخت جوز جوزی می‌فشاند 745
  • Su, pek derin yerdeydi... Susuzun biri suyun üst tarafında bulunan ceviz ağacına binmiş, ağacı silkeliyordu.
  • می‌فتاد از جوزبن جوز اندر آب ** بانگ می‌آمد همی دید او حباب
  • Ağaçtan cevizler, suya düştükçe suyun sesini dinliyor, sudan meydana gelen habbeleri seyrediyordu.