English    Türkçe    فارسی   

6
1658-1707

  • نه حراره یادش آید نه غزل  ** نه ده انگشتش بجنبد در عمل 
  • Aklına ne bir yanık nağme gelir, ne bir güzel, ne de on parmağı, çalgının perdelerinde ve tellerde oynar!
  • گر نبودی گوشهای غیب‌گیر  ** وحی ناوردی ز گردون یک بشیر 
  • Gayb haberlerini dinleyen bir kulak olmasaydı hiçbir muştucu gökten vahiy getirmezdi.
  • ور نبودی دیده‌های صنع‌بین  ** نه فلک گشتی نه خندیدی زمین  1660
  • Allah sanatlarını gören gözler olmasaydı ne gökyüzü dönerdi, ne yeryüzü gülerdi.
  • آن دم لولاک این باشد که کار  ** از برای چشم تیزست و نظار 
  • “Sen olmasaydın” sözü, keskin ve görür gözler içindir.
  • عامه را از عشق هم‌خوابه و طبق  ** کی بود پروای عشق صنع حق 
  • Fakat halk, kadın ve yemek aşkından nereden Allah sanatına bakacak, nereden Allah aşkına düşecek?
  • آب تتماجی نریزی در تغار  ** تا سگی چندی نباشد طعمه‌خوار 
  • Yiyecek birkaç köpek olmadıktan sonra tutmaç suyunu köpeklerin yiyecekleri yere dökmezsin ki.
  • رو سگ کهف خداوندیش باش  ** تا رهاند زین تغارت اصطفاش 
  • Yürü, Allah mağarasının köpeği ol da o, seni seçsin, bu yal yerinden kurtarsın.
  • چونک دزدیهای بی‌رحمانه گفت  ** کی کنند آن درزیان اندر نهفت  1665
  • Hikâyeci, terzilerin insafsızca hırsızlılarını anlattı, çaldıkları kumaşları nasıl sakladıklarını söyledi.
  • اندر آن هنگامه ترکی از خطا  ** سخت طیره شد ز کشف آن غطا 
  • Halk arasında Hıta’lı bir Türk vardı. Bu sırrın açılmasına pek kızdı öfkelendi.
  • شب چو روز رستخیز آن رازها  ** کشف می‌کرد از پی اهل نهی 
  • Gece, kıyamet günü gibi o sırları, hakikat ehline açıp durmaktaydı.
  • هر کجا آیی تو در جنگی فراز  ** بینی آنجا دو عدو در کشف راز 
  • Nereye gitsen de orada birbirlerinin sırlarını açan iki düşmanı savaşır görsen;
  • آن زمان را محشر مذکور دان  ** وان گلوی رازگو را صور دان 
  • O anı, anılıp söylenen mahşer bil. O sır söyleyen boğazı da sur say.
  • که خدا اسباب خشمی ساختست  ** وآن فضایح را بکوی انداختست  1670
  • Allah, öfke sebeplerini hazırlamış, o kötülükleri ortaya atmıştır.
  • بس که غدر درزیان را ذکر کرد  ** حیف آمد ترک را و خشم و درد 
  • Hikâyeci, terzilerin bir çok hainliklerini sayıp döktü. Türk acıklandı, kızdı, dertlendi.
  • گفت ای قصاص در شهر شما  ** کیست استاتر درین مکر و دغا 
  • Dedi ki: Ey meddah, şehrinizde hilede, hıyanette en usta hangi terzi?
  • دعوی کردن ترک و گرو بستن او کی درزی از من چیزی نتواند بردن 
  • Türk’ün ,terzi benden bir şey çalamaz diye bahse girişmesi
  • گفت خیاطیست نامش پور شش  ** اندرین چستی و دزدی خلق‌کش 
  • Meddah dedi ki: Ciğeroğlu derler bir terzi vardır, hırsızlıkta, çeviklikte halkı öldürür âdeta.
  • گفت من ضامن که با صد اضطراب  ** او نیارد برد پیشم رشته‌تاب 
  • Türk, benden dedi, bir iplik bile çalamaz. Sizinle bahse giriyorum.
  • پس بگفتندش که از تو چست‌تر  ** مات او گشتند در دعوی مپر  1675
  • Senden daha akıllı nice kişileri mat etti, bahse girişme, böyle kanatlanıp uçmaya kalkma.
  • رو به عقل خود چنین غره مباش  ** که شوی یاوه تو در تزویرهاش 
  • Yürü, aklına böyle mağrur olma. Onun hileleriyle sen de kendini kaybedersin dediler.
  • گرم‌تر شد ترک و بست آنجا گرو  ** که نیارد برد نی کهنه نی نو 
  • Türk, büsbütün kızdı, benden ne yeni, ne eski hiçbir şey alamaz diye bahse girişti.
  • مطمعانش گرم‌تر کردند زود  ** او گرو بست و رهان را بر گشود 
  • Tamah edenler de onu büsbütün kızdırdılar. Bahse girip ağzını açarak dedi ki:
  • که گرو این مرکب تازی من  ** بدهم ار دزدد قماشم او به فن 
  • Şu Arap atım rehin olsun. Benden hileyle kumaş çalabilirse at sizin olur.
  • ور نتواند برد اسپی از شما  ** وا ستانم بهر رهن مبتدا  1680
  • Fakat hile yapamaz, çalamazsa ben sizden bir at alırım.
  • ترک را آن شب نبرد از غصه خواب  ** با خیال دزد می‌کرد او حراب 
  • Türk, o gece kızgınlığından uyuyamadı. Hırsızın hayali ile savaşıp durmaktaydı.
  • بامدادان اطلسی زد در بغل  ** شد به بازار و دکان آن دغل 
  • Sabah çağı bir atlas kumaşı koltukladı, çarşıya o hilebazın dükkânına gitti.
  • پس سلامش کرد گرم و اوستاد  ** جست از جا لب به ترحیبش گشاد 
  • Terziye selâm verdi. Usta hemen yerinden kalkıp selâmını aldı, merhaba hoş geldin dedi.
  • گرم پرسیدش ز حد ترک بیش  ** تا فکند اندر دل او مهر خویش 
  • Türk’e haddinden fazla saygı gösterdi, hal ve hatır sordu, kendisini sevdirdi.
  • چون بدید از وی نوای بلبلی  ** پیشش افکند اطلس استنبلی  1685
  • Türk, ondan bu bülbül gibi çilemeyi görünce o İstanbul atlasını terzinin önüne attı.
  • که ببر این را قبای روز جنگ  ** زیر نافم واسع و بالاش تنگ 
  • Bana, dedi, bundan savaş için bir kaftan biç. Belinden aşağısı bol olsun yukarısı dar.
  • تنگ بالا بهر جسم‌آرای را  ** زیر واسع تا نگیرد پای را 
  • Belden yukarısı dar olsun da güzel dursun, beni bezesin. Fakat aşağı tarafı bol olmalı ki savaşta ayağıma dolaşmasın.
  • گفت صد خدمت کنم ای ذو وداد  ** در قبولش دست بر دیده نهاد 
  • Terzi, sevimli müşterim, sana yüzlerce hizmette bulunayım deyip elini gözünün üstüne koydu, baş üstüne dedi.
  • پس بپیمود و بدید او روی کار  ** بعد از آن بگشاد لب را در فشار 
  • Kumaşı önce bir ölçtü, ne kadardan çıkacak onu anladı, sonra Türkü lâfa tuttu.
  • از حکایتهای میران دگر  ** وز کرمها و عطاء آن نفر  1690
  • Başka beylerin hikâyelerini söylemeye, onların lûtuf ve ihsanları övmeye koyuldu.
  • وز بخیلان و ز تحشیراتشان  ** از برای خنده هم داد او نشان 
  • Nekeslerden, onların aşağılık huylarından bahsetti. Güldürmek için tuhaf tuhaf sözler söyledi.
  • هم‌چو آتش کرد مقراضی برون  ** می‌برید و لب پر افسانه و فسون 
  • Ateş gibi makasını çıkardı, kumaşı kesmeye başladı. Ağzıysa masallarla afsunlarla doluydu.
  • مضاحک گفتن درزی و ترک را از قوت خنده بسته شدن دو چشم تنگ او و فرصت یافتن درزی 
  • Terzinin güldürecek şeyler söylemesi,Türk’ün kahkahalarla gülmesi ve küçücük, daracık gözlerinin kapanması,terzinin de bu suretle kumaşı çalmaya fırsat bulması
  • ترک خندیدن گرفت از داستان  ** چشم تنگش گشت بسته آن زمان 
  • Türk, hikâyelere gülmeye başladı. Daracık gözü tamamı ile örtüldü.
  • پاره‌ای دزدید و کردش زیر ران  ** از جز حق از همه احیا نهان 
  • Terzi, kumaştan bir parça çalıp oyluğunun altına gizledi. Allah’dan başka kimsecikler görmedi.
  • حق همی‌دید آن ولی ستارخوست  ** لیک چون از حد بری غماز اوست  1695
  • Allah, her şeyi görür ama huyu, örtmektir. Fakat haddini aştın mı açan da odur ha!
  • ترک را از لذت افسانه‌اش  ** رفت از دل دعوی پیشانه‌اش 
  • Türk, onun masallarının lezzetinden giriştiği bahsi tamamen unuttu.
  • اطلس چه دعوی چه رهن چه  ** ترک سرمستست در لاغ اچی 
  • Atlas neymiş, bahis neymiş, rehin ne? Türk, o terzi beyinin lâtifesine kapıldı gitti, âdeta sarhoş oldu, kendinden geçti.
  • لابه کردش ترک کز بهر خدا  ** لاغ می‌گو که مرا شد مغتذا 
  • Allah için olsun, lâtifelerin canıma gıda oldu, gülünecek bir şey daha söyle diye yalvardı.
  • گفت لاغی خندمینی آن دغا  ** که فتاد از قهقهه او بر قفا 
  • O hain gülünecek bir şey daha söyledi. Türk kahkahasından sırt üstü yere yıkıldı.
  • پاره‌ای اطلس سبک بر نیفه زد  ** ترک غافل خوش مضاحک می‌مزد  1700
  • Gafil Türk, gülüp dururken terzi kumaştan bir parça daha çalıp gömleğinin yakasından koynuna soktu.
  • هم‌چنین بار سوم ترک خطا  ** گفت لاغی گوی از بهر خدا 
  • Hıta’lı Türk, üçüncü defa, Allah aşkına gülünç bir şey daha söyle dedi.
  • گفت لاغی خندمین‌تر زان دو بار  ** کرد او این ترک را کلی شکار 
  • Terzi, ikinci lâtifesinden daha gülünç bir şey söyledi, Türkü tamamı ile avladı.
  • چشم بسته عقل جسته مولهه  ** مست ترک مدعی از قهقهه 
  • Gözü kapanmış, aklı gitmiş şaşırmış kalmış, bahse giriştiği halde kahkahayla sarhoş olmuştu.
  • پس سوم بار از قبا دزدید شاخ  ** که ز خنده‌ش یافت میدان فراخ 
  • Bu sırada Türkün gülmesinden meydanı boş bulup kumaştan bir parça daha çaldı.
  • چون چهارم بار آن ترک خطا  ** لاغ از آن استا همی‌کرد اقتضا  1705
  • Hıta’lı Türk, ustadan dördüncü defa olarak yine gülünç bir şey isteyince,
  • رحم آمد بر وی آن استاد را  ** کرد در باقی فن و بیداد را 
  • Herif rahme geldi, hilesini,düzenini başkalarına yapmaya niyetlenip,
  • گفت مولع گشت این مفتون درین  ** بی‌خبر کین چه خسارست و غبین 
  • Amma da gülünecek şeye harîs ha dedi, zararından, ziyanından haberi bile yok.